Ahmet Kekeç veya Ahmed-i Fani

VAHDETTİN YİĞİTCAN
Ahmet Kekeç veya Ahmed-i Fani
 
1982 Yılıydı, İstanbul'da tanışmıştık sevgili Ahmet'le. 
 
Sanıyorum, kesin olmamakla birlikte Keşan'da askerliğini yapmaktaydı o sıralar.
 
O yıllarda Yaşar Kaplan'ın çıkarmakta olduğu Aylık Dergi’nin genç yazarları arasında dikkat çeken hikayecilerden biriydi.
 
Askerlik sonrası İstanbul'a yerleşti. Yakın yıllara kadar hiç fasıla vermeden bir arkadaşlığımız oldu…
 
Tabir yerindeyse tırnağıyla kazıyarak, hayatını beyin gücüyle, statükoya karşı delişmen-muarız kalemiyle kazandı.
 
Müthiş bir okuma sevdalısıydı… Türk edebiyatının yakın geçmişini bilir ve güncel gelişmelerini de takip ederdi…
 
Sadece edebiyat mı okuma alanındaki ilgisi, elbette hayır, İdris Küçükömer, Cemil Meriç, düşünce insanı olarak Kemal Tahir, "Açık Toplum ve Düşmanları"nın özgürlük savunucusu Karl Popper de okuduğu mütefekkir yazarlar arasındaydı.
 
Bir ara aynı apartmanda komşuluk yaptık sevgili Ahmet'le…Daha sonra aynı gazetede mesai arkadaşlığı…Aynı dergilerde yazılar yazdık… 
 
Cağaloğlu'nda zarif insan İsmet Uçma'nın yönetimindeki Bir Yayıncılık’ta musahhihlikle matbuat alemine ilk adımını attı ve maişet meşgalesi olarak hayatının sonuna kadar da yazı aleminin her aşamasında çaba sarf etti ve bir ömrü o dünyanın içinde hitama erdirdi…
 
Dikkat ve rikkat sahibi incelikli bir insandı…Ancak giyim ve kuşamına hiç önem vermezdi. 
 
Ayaklarının büyüklüğünden mi veya ortopedik bir rahatsızlığından mı bilemediğim bir sebeple daima ayakkabısının arkasına basarak yürürdü. Korkardım ayakkabısı ayağından çıkacak diye… Yürümesi de bir başka farklıydı sevgili Ahmet'in…
 
Kalender meşrep diye bir tanımlama sanki Ahmet için söylenmiş dense yeridir…
 
Sevgili Ahmet'e muhabbet yarenliği kabilinden arkadaşlar arasında Ahmed-i Fani lakabıyla seslenirdik…
 
Galiba bu ismini çok sevmiş olmalı ki, erkenden bu fani dünyayı terk etti…
 
Hasretle hatırlayacağım sayısız hatıralar…
 
Sur içinde mahalle kahvelerinde, Marmara Kıraathanesi’nde, Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde, Beşiktaş’ta, Tarlabaşı’nda, Kavacık’ta ve daha sayamayacağım İstanbul'un nice semtlerinde sayısız çaylar eşliğinde yaptığımız muhabbetlerin haddi hesabı yok… 
 
O doyumsuz sohbetlerin hepsi de aklımda desem inanır mısınız? 
 
Sevgili Ahmet'in biricik evladı Hakan'ı aradım az önce, değerli annesi ve kız kardeşine başsağlığı dileklerimi iletmesini söyledim…
 
Sevgili Ahmet'le son telefon görüşmemiz koah illetiyle cedelleştiği günlerde oldu. O konuşmamızda "çam balının akciğerleri onardığını” ve "Muğla'ya gidip" kendisine "çam balı getirebileceğimi" söyledim. "Ben getirtirim" deyince bahsi kapattık…
 
Bir insanın ölümü sadece kendisiyle sınırlı değil, geride kalanların üzerinde bıraktığı hatıraları da öksüz kalıyor. 
 
Bir daha eşi benzeri olmayan sonsuz bir boşluk içerisinde kimsesizliğe mahkûm oluyor insan. 
 
Ahmet artık yok, ara ki bulasın o selamlaşmayı, o tebessümü, o r'leri yuvarlayarak telaffuz ettiği kelimeleri… 
 
Ahmet artık yok!
 
Geride kalanlar da o yaşanmışlıkların kaybolması oranında ölüyorlar. Yaşarken ölümün tadılması bu olsa gerek…
 
Sevgili Ahmet bugün Eyüpsultan'da toprağa verilecek… Ne yazık ki ben Malatya'dayım…
 
Eyüp'te bir Metin Heper Baba vardı benim için, şimdi bir de canım arkadaşım sevgili Ahmet Kekeç var Eyüp'te…
 
Gözümde tüten İstanbul'a ilk seferimde ziyaretine gelmek ümidiyle…
 
Mekânın Cennet Olsun Sevgili Arkadaşım… Rabbimin Rahmeti Üzerine Olsun…
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir