MUSTAFA ORAL
Aşk Örgütler; Yârı da, Yarını da |ÖYKÜ|
Bende ne gençlik kaldı ne de bayram havası. Hala senden mektup gelmedi. Türkler nasıl söyler “Demir ağlarla ördük Anadolu’yu…” Onca mektup gönderdim sana. Bunlar seni demir ağlarla örüp, seni bana getirmeliydi. Ama ne mümkün. Oysa kaç defa “Aşkın bir kelepçeydi benim için. Hayalin düştükçe yüreğimin kâkülüne, sıkar, daraltır beni. İnletir, inceltir beni. Bu kelepçeyi ancak sen açabilirsin. Gel de rahatlat beni. Herkes gibi yap beni.
Sevdiceğim! “Aşk hem öğüt verir hem de öğütür. Öğüt vererek öğüt beni. Böyle buğdaylar gibi sapsarı kesildim. Gel de ayart beni. Gel de ağart beni. Un ufak et beni. Yenilir, yutulur kıl. Aşkın değirmenine götür. Öğütecek misin, örgütleyecek misin, ne yapacaksan yap. Bilirim aşk örgütler yârı da, yarını da. Yalnızlık Allah’a mahsus. Gel birlik olalım. Örgüt olalım. Örgütte öğütlerle öğütelim birbirimizi” dedim, duymadın, duymadın. Demir ağlarla kelepçeledin beni. Bir namazlık kerametim de yok ki bu zincirleri kırıp özgürlüğüme kavuşayım.
Aşk Örgütler; Yârı da, Yarını da
Seni hayallerimden, rüyalarımdan ve dualarımdan sürerim
Mareşaliya, sen en azından üç kez savaş kazandın benim üzerimden. Benim üzerimden mareşalliğe yükseldin de bana ağır anlaşmalar imzalattın. Hiçbir şey demiyorum. Ama artık sen de bir şeyler yap benim için. Yoksa kötü şeyler olacak. -Gerçi olan yine bana olacak ya.- Büyük konuşmayayım ama seni hayallerimden, rüyalarımdan ve dualarımdan sürerim. Zaten inancım da zayıflıyor gün geçtikçe. Artık sana zekât, sadaka, fitre verecek gücü kendimde zor buluyorum. Zira artık bende aşk için böyle fedakârlıklar yapabilecek derman kalmadı. Servetim de tükenmek üzere. Eskisi gibi çarpıntılar yaşamıyorum da. Çalkalanıp durulmuyorum. Kalbim su gibi her gösterdiğin yere meyledecek kadar kıvrak değil artık. “Sen yine kır beni, kırılmam ben öyle. Sen yine gül bana, giderim götüreceğin yere.” diyemiyorum. Gel kırma artık beni. Nasıldı o türkü?: Geleceksen gel gayrı…
Aşk Örgütler; Yârı da, Yarını da
Senin Ulubatlı Mustafa’n olacağım
Her çaresiz aşığın her zaman yârine söyleyeceği kurşun gibi ağır yaralayıcı bir sözü vardır. İsabet etmezse o söz döner onu vurur. O sözün şeyhi iken müridi olur. Yıllarca o sözü eğe-büke büyütmüştür içinde. Böylece şeyhi olmuştur ya o sözün; o söz irşat etmezse sevdiğini, döner söyleyeni kendine mürid eder. Sana “Muradın muradımdır. Müridin mürşidimdir…” demiş olabilirim. Ama ben artık ne mürid, ne de şeyh olmak istiyorum. Kurşunum da küflenmek üzere zaten. Evet, bir zamanlar, “Yüreğinin surlarına bir gün bayrağımı dikeceğim. Senin Ulubatlı Mustafa’n olacağım. Çarpa çarpa, çarpışa çarpışa öleceğim kalbin üzre” derdim. Bunları inkâr etmiyorum. Ama artık sen de benim için bir şeyler yap. Artık sen de benim için bir şiir yaz. Olmadı; bir savaş yap. Savaş kazan, yen kendini. Yen de dön bana.
Cümle âlem harap, cümlem harap.
Ah ben bir zamanlar ne çok bağlaçlar, ne az edatlar kullanırdım. Ah ben bir zamanlar ne az yüklemler kullanır, ne çok yükler alırdım üzerime. Sana olan sevgimi en güzel, en mübarek cümlelerle desteklemek için bağlaçlar kullanır, bol virgüller atar, eğildikçe eğilirdim. Ama yine de sana yüklediğim anlamlar, yüklemek istediklerimin yanında çok az anlam ifade ederdi. Çabuk gel. Artık ortada ne virgül kaldı ne de bağlaç. Ne edat kaldı ne de şiir yazma âdeti. Ne yüklem kaldı ne de cümle. Artık sözü nereye, nasıl bağlayacağımı bilemiyorum. Cümle âlem harap, cümlem harap. Gel de bu bağlardan kurtar beni. Gel de şu devrik cümleleri ayağa kaldır. Haydi, bir devrim yap içinde. Gel de beni böyle devrik cümle gibi bırakma. Gel de bitmemiş bir mektup gibi beni ulu orta bırakma.
Ya yoldaş ol ya da bir daha yoluma çıkma
Yedi yıl oldu; hâlâ senden mektup yok. Şimdi bu bendeki özlem mi, öfke mi, bilmiyorum. Oysa aşk özlemek ve ulaşmaktır. Bu özlem âşık olunanın yükünü çekmek ve kendi yükünü kimseye çektirmemek, demektir. Bir zamanlar karanfilleri sen dallarında taşırdın. Ben de yüreğimde taşırdım, inan hiç yorulmazdım. Sevebileceğim değil, beni sevebilecek birini isterdim. “Nasıl olsa er-geç severim.” derdim. Zira sevildikçe sevmez mi insan! Aynı anda sevmeyi ve sevilmeyi ben seninle tattım sandım da bir zaman; zor gelmedi karanfilin yükünü çekmek bana. Ama şimdi sevilip sevilmediğimden hiç de emin değilim. Mevlana “Sen beni sevmeseydin; ben seni bu kadar uzun süre sevemezdim” dermiş. Ben seni hep sevmek istiyorum. Artık sen de beni sev. Ve sevdiğini göster.
Ben sana hep özel yanlarımla gelirken sen lafı hep ortalardın; hep genel kalırdın. “Sevilenden bir karşılık olmayınca ilk seven sevgisini sürdüremez ya seni hala seviyor olmam, senden küçük de olsa bir karşılık almamdandır” demek istesem de, bu genel hallerin beni böyle söylemekten zaman zaman uzak tutardı. Oysa seni seviyor olmanın sürekli artan yalnızlığı içindeydim. Artık yalnız kalmak istemiyorum. Yanıma yoldaş olarak senden başka kimse de almak istemiyorum. Ya gel yoldaş ol; ya da bir daha yoluma çıkma.
Aşkta kaybetmek benzemez başka bir şeyde kaybetmeye
Hiçbir aşk kendinin bir alternatifi olmasından hoşlanmaz. Ama her aşk rakibi-engeli olmasından içten içe haz alır. Neydim senin için ben? Sevilen kişi birçok alternatifi olsun ister. Ama hiçbir âşık rakiplerinden hoşlanmaz. Neydin benim için? Bilirim ben, aşkta kaybetmek benzemez başka bir şeyde kaybetmeye. Bir zamanlar seni kaybetmemek için aşkına kafa yorardım. Kitaplar okurdum. Gâh soyut şeyleri somutlaştırırdım. Gâh somutları soyutlaştırırdım. Ne kadar şiir, şarkı, türkü, roman ve hikâye varsa hepsine uyarlamaya çalışırdım seni. Hemen her edebi sanatı senin için kullanırdım. Sık sık teşbihlerde, tevriyelerde bulunurdum. Bin bir türlü benzetme yapardım. Hep seni bir şeylere benzetmeye çalışırdım. Senin yanında kendimi pek bir şeylere benzetemezdim. Ben bilinçaltı konuşurum ya, konu sen olunca hep kalbüstü, kalburüstü konuşurdum. Onun için seni ve aşkını, eğer mümkünse kendimi hep bir şeylere benzetirdim.
Kendimi bir dünya, seni bir ay sanırdım bir zaman. Yörüngende döndükçe ben, zaman aylar olurdu. Sen döndükçe güneşin menzilinde yıllanırdı aşkım. Ben bir aya âşık olurdum; kanardım ışığa. Sen bir güneşe tutulurdun, dönerdin bana güya. Sen bana doğru bakınca beni zor görürdün. Ben sana bakınca her şeyini görürdüm. Ben sana baktığımda görürdüm her şeyi. Sen her şeye baktığında zor görürdün beni.
Sonra bir ara güneş olurdun. Ardına düşen bir gölge olurdum da yine de dönüp bakmazdın ardına. Ne zamanlardı, güneşin yüzüne vurduğu bir ağaç olurdun. Ben gölge gibi arkandan gelirdim. “Dön de sil beni bu sanılan varlığımdan. Dön de kat beni kendine.” derdim. Daha neler derdim, nelere benzetirdim ben seni.
Artık gel. Zira artık ne seni, ne de kendimi bir şeylere benzetebiliyorum. Ne rakibimsin, ne de alternatifimsin.