YILMAZ EKİNCİ
Aşka Serenat
Dağa Serenat/…
Dağ rüzgârlarından dinledim öykünü
Bütün sessiz harfler dile geldi:
Dağ ve kardı
İnkaya’dan Uludağ’a doğru
Bir Manav kızın fistanında
Meramı anlatmaya lisanım yoktu
Gözleri bir kurdun çığlığıydı
Dokunsam erirdi
Dağdan aşağı şehirdi.
Yaza Serenat/…
Deniz rüzgârlarından dinledim öykünü
Bütün sesli harfler sustu
Mavi bir kelebek kanadında
Ege’de fısıltılar taşırdın şehre
Yıkık harabeler arasında
Tanrıça Artemis gibi siluetin düşerdi suya
Sular ikiye ayrılırdı
Ben batıya /sen doğuya akardın.
Hayata Serenat/…
Yaşamın rüzgârlarından dinledim öykünü
Bu mavi /bu deniz kokan tarihi yerde
Uyudum üçyüzatmışbeş gün sonra uyandım
Çocukluğumun kayıp atlasında
Göğün mavi renklerini çaldım
Uluyan bir kurdun nefesinde
Ölümün kutsandığı topraklardan kaçtım
Yaşamın kutsandığı topraklara izinsiz girdim
Dağlardan nehirlere /nehirlerden denizlere aktım.
Tarihe Serenat/…
Tarihin şecerelerinden okudum öykünü
Zavallı Prometeus gibi zincirlere vuruldum
Her gün yaralarım yeniden deşildi
Miletli filozoflarla Bergama’da
Yenik Sardesli Kronois gibi
Kâhinlerin kehanetlerini yanlış tevil ettim
Yenildim ve sürüldüm Lidya topraklarında
Sararmış buğday tarlalarında
Batan güneş gibi
Sisyphos söylencesi ağırlığında taşıdım hayatı.
Aşka Serenat/…
Aşkın kanatlarından dinledim öykünü
Arizanoi tapınağında Afrodisias’ı gördüm ve öptüm
Duruşu çağıldayan bir nehirdi
Kokusu yabani bir dağ çiçeği gibi
Meçhul bir dilin lehçesinde
Ateşten şiirler yazdım sana
Tanrıların gazabına uğradım
Korkmadım
Atımı uzak mevsimlere dörtnala sürdüm
En son Ege rüzgârlarında dinledim şarkını
Ay, ben ve geceydi
İsmini kalbimin taş tabletlerine yazdım
Ve öyle çıktım sendeki ben yolculuğuna…