CANER KUT
Ayaksız |ÖYKÜ|
Buraya yürüyerek geldim. Yorgun değilim. Ayaklarım titremiyor. Gözlerim nemlenmedi. Saçlarım dalgalanmıyor. Sahipsiz bir gün yoktur. Bugün bana bahsedilmiştir. Bugünün adıyım ben.
Buraya gelene değin çok tepeler aşmadım. Kimseyi öldürmedim. Aman dilemedim. El öpmedim. Başımı eğmedim. Yürüdüm; ayaklarım çakıl taşı ya da başka bir şeye takıldığı anları anımsamıyorum. Yalnız ayaklarım çok kanlanırdı, onu hatırlıyorum. Yakınlardan güneşin sesi duyulurdu, acı duyardım o zamanlar. Dağların çocuğu olarak yaşamadım. Teknolojiyle donandım. Yalnızca sesimi mekanik aygıtlardan uzak tuttum. Yürüyerek gelmem sesimi korumak için gerekli bir yoldu. En uçlarda tehlikeli yürüyüşler yapacak cesaretim yoktur. Başka bir sese de tahammül gösteremem. Ellerim ve ayaklarımla herhangi bir mekanik sesi de çıkaramam. Bunun için yürüyerek geldim buraya kadar.
İçtikçe sarhoş eden sulardan almadım. Üzüm çiğnemedim. Dut sıkmadım. Gündelik meyhane şarkıları söyledim kuru kuruya. Yıkık duvarlar arasından (tepelerin sağından solundan) göğü seyrettim. Cesaretim yok denecek kadar azdır, lâkin bir delinin günlüğünü tutuyordum. Utangacımdır. Ancak, tenini kum denizinin çukurlarında gizleyen, saçları ıslak ve bu nedenle seyrek duran bir bakirenin dudaklarına hiç duyulmamış şarkılar taşıyordum. Çıkarıp, tülden elbisesine rüzgârlar savuruyordum. Geceleri neredeyse dokunmadan alev alan bir ateşin başında uyukluyordum. Aydan, ne de güneşten eskisi gibi beklentilerim yoktur. Yalnız başıma yürüdüm ve buraya geldim.
İşte tepenin başındayım. Altımda sonsuz bir uçurum. Gözlerim gök mavisidir. Yukarısı erişilemez bir ufuk. Göğün ucunda askıdayım. (Tarihte kendini kimin yerine koymak istersin diye soruyorsun. Tahmin ettiğin gibi; ben İsa peygambere öykünüyorum!) Kollarımı kaldırıyorum. Elbisemi parçalayıp kuru bir ağacın dallarına bağlıyorum. Veda etmeden, güç alarak yerden yükselerek boşluğa, belirsizlik çizgisine, kaotik ortama, olası neticelerin uzayına, vatanıma uçuyorum. Ayaksızım.
Ayaksız