MEHMET ALİ BAL
Basîr İsm-i Celili Ve Saatler
Esma-ül Hüsna’dan el-Basîr, ezelden ebede kadar her şeyi gören, her şeyin hakikatini gören, bilen, hiçbir şey Kendisinden saklanamayan, yapılanları tek tek zapt edip muhafaza eden demektir. Kur'ân'ı Kerîm'de "Basîr" ismi, 4 ayrı anlamda, "sezen", "gözüyle gören", "kesin delil sayesinde gerçeği idrak eden" ve "ibret gözüyle bakan" anlamlarında kullanılmıştır.
İnsanoğlunun basit ve mecazi/ hakiki bütünlüklü anlamda "Görmesi", diğer canlıların görmesi ile mahiyetini tam bilemediğimiz varlıklardaki (Mesela meleklerde) yine mahiyetini tam bilemeyeceğimiz şekildeki görme melekeleri Allah'ın (cc) Basîr isminin tecellisidir.
Allah’ın (cc) zati ve subuti sıfatları arasında da “Basar” sıfatı görüyoruz ki, Allah semi’ ve basar sıfatlarının yegâne sahibidir. Sem' ve Basar Allah'ın (cc) her şeyi işitip, her işi görmesi demektir. Sem' ve basar sıfatları da Allah'ın ezelî ve ebedî kemâl sıfatlarındandır. “O'dur ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra Arş üzerine hükümranlığını kurdu. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona yükseleni bilir ve her nerede olsanız sizinle beraberdir. Allah bütün yaptıklarınızı görür” (Hadid, 4). Bu ayet ile de anlaşılıyor ki, “Görme” tasarrufu Allah’ın (cc) Uluhiyet ve Rububiyetinin ayrılmaz cüzüdür.
Ayetin kelime dizimindeki makamının “Arş üzerine hükümranlığını kuran Allah’ın (cc) görmesi” oluşu bu isim ve sıfata bir yücelik kazandırmaktadır kuşkusuz. Allah'ın işitip görmesine, uzaklık – yakınlık, gizlilik – açıklık, karanlık – aydınlık gibi mefhumlar bir engel teşkil edemezler. O, içimizdeki fısıltıları, kalpten ve gönülden yaptığımız duaları işitir. Hikmetine uygun şekilde karşılık verir. “Üstlerinde kanatlarını açıp yumarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman’dan başkası tutmuyor. Doğrusu O, her şeyi görmektedir” (Mülk, 19).
Hak Teâlâ'nın Semî' ve Basîr, yani, her şeyi en iyi işitici ve en iyi görücü olduğu, Kur’an’ı Kerîm'de defalarca zikredilmiştir. Adeta bütün varlık üzerinde Allah’ın (cc) görme ve işitme fiilleri ve tasarrufları bir giysi gibi örtülmüştür. Görmek sıfatı ve isminin işitmek ile birlikte zikredilmesi de ilginçtir. Bu ikisi arasında belki bağ olduğundan, belki de her ikisinin bizler tarafından alışıldık iki duyu organı olduğundan böylesi bir birliktelik vardır ki doğrusunu Allah (cc) bilir. Sem' ve Basar sıfatları birer kemâl sıfatı olduğundan, zıtları olan amalık (Görmemek) ve sağırlık (İşitmemek) Zât-ı Bârî hakkında muhal olan noksan vasıflardandır.
Bundan dolayıdır ki en içli yakarışlarımızda söylediğimiz temel cümlelerden biri “Sen görüyorsun Allah’ım (cc)…” ifadesidir. Nitekim Kur’an’ı Kerîm'de birçok yerde olduğu gibi İsra suresinde de “Kulu Muhammed'i geceleyin, Mescid-i Haram'dan kendisine bazı ayetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O'dur” (İsra, 1) buyrulmuştur. Özellikle Allah’ın (cc) her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olduğu vurgulanmış, her şeyi hakkıyla işiten ve gören olduğu ilan edilmiştir.
Basir ismi sözlüklerde “Âlim ve Habir” isimlerinin anlam ailesinde “Keskin görüşlü, basiretli, öngörülü, dirayetli, berraklıkla değerlendiren ve yargılayan, kavrayışlı, anlayışlı, bir konuyu bilen, mütehassıs, tecrübeli, tecrübe ile yetişmiş, uzun süren bir pratiğe bağlı olarak bir şeyin mükemmel bilgisine sahip olma, basiret konusunda çok şey bilen, aydınlanmış, bilgilerini ve ayırt ettiklerini ifade eden” anlamları dikkati çekmektedir. “Fatin, yani zeki” anlamı altında ise “Zekâsıyla fark edilen, ferasetli, ferasetini ispat eden, düşünerek bir yargıya varan, berrak bir şekilde değerlendiren, yeteneğini ispat eden, bilge, bilgeliğe bağlı yetenek, kavrayışlı, dirayetli, becerikli” anlamları bulunmaktadır. Bir başka anlamı, kör olmayan, görendir.
Görmek fiilinin sadece mekân ve eşya ile sınırlı olduğunu düşünürüz, dünyevi sınırlarımız içinde. Ancak, Allah’ın (cc) yaratmasının harikuladeliklerini düşünürsek, görmenin de bizim sınırlarımızı ve tasavvurlarımızı aşan mahiyetinin olduğunu fark ederiz. Ehl-i Sünnet akidesinin “Eşyanın hakikatleri sabittir” (Hakaik-ül eşyau sabitetün) esasları içinde tahayyülümüzü biraz genişletirsek görme fiilinin de mahiyetinin değiştiğini fark ederiz. Şöyle ki, salt madde boyutuyla baktığımızda ve mekânın zamanına göre düşündüğümüzde bile zamanın sadece bizim dünyamızla sınırlı olmadığı açıktır.
Mesela gelişmiş teleskoplarla keşfedilen evrendeki yeni yeni galaksilere ulaşmak için binlerce milyonlarca ışık yılı ve zamanı gerekmektedir. Dolayısıyla mekânın ihatası yani “Beşeri başarımız, görmemiz” içinde mekânı kavramamızda yetersizliğimiz görülmektedir. Zaman ve görme yetisi arasındaki ilişkiyi dünya şartlarında biliriz ancak, bu bilgi bizi çok da hayrete düşürmez. Çünkü bu halin hangi hakikate delalet ettiğini bilmiyoruz. Sadece mekân ve zaman mı görmemizi etkileyen? Birçok maddi olayın görme gibi başka duyularımızı da etkilediğine dair bilimsel araştırmalar görülmektedir. Mesela karadelikler içinde görme nasıldır? Hatta uzayın derinliklerindeki görmenin sınırları nedir? Eğer zaman değişiyorsa görme de değişecektir. Yine mesela yerkürenin derinliklerinde görmek nasıldır? Havanın yoğunluğu, maddenin yoğunluğu, hararetin veya bürudetin (Soğukluğun) yoğunluğu görmeyi nasıl etkileyecektir.
Bütün bu soruların tam cevabını elbette bilmiyorum. Ancak, mukayese yaparak, görmenin tamama ermesi gibi bir hakikatin bütünleşmesini vurgulamak istiyorum. Kuranı Kerimde “Dinin tamamlandığı gün” vurgusu yapılır, buna da “Din Günü” denmektedir Fatiha suresinde. Buradan da bütün görmelerin tamamlandığı güne işaret etmek istiyorum. Tıpkı hakikat gibi görmeler de esrarını ancak Allah’ın (cc) bildiği bir süreçler, zamanlar, mekânlar ve başka oluşlardan sonra “Din Gününde” tamamlamaktadır. İşte Allah (cc) ezelden ebede kadar bütün varlıklarını, tasarruflarını, hakikatlerini, yarattıklarının farklı farklı boyutlarındaki kâinatları, on sekiz bin âlemleri bir anda keyfiyeti bizce meçhul şekilde görmektedir. Biz insanlara da “Basîr ismi celilinin bir damlacığı olarak sınırlı görme ve göremediklerimizi akletme, hayal etme ve tasavvur etme, vb. melekeleri bahşetmiştir.
Müfteri (İftiracı) biz insanların tam ihatası olamayan ve sayısız perdeler içindeki oluşları, cereyan edenleri sadece kendi sınırları içindeki dar görmemizden yararlanarak mesleğini icra edebilmektedir. Bu sınırlı duyuş ve görüşümüzü suiistimal ederek rahatça yalan söyleyebilmektedir. Hâlbuki bir bilse ki, Allah’ın (cc) “Basîr” ism-i şerifinin tecellisinin bütün dünyalar ve perdeler ve zamanlar arası ve ötesi bütünlüğü tam ihata ettiğini. Bu basar kudretinin yanında iftira ve yalanlarının ne derece küçük ve manasız olduğunu anlardı… İşte bu yüzdendir ki, iftira ve yalan suçu ağır günahlardandır. Zira iftira ve yalan Allah’ın (cc) sonsuz ihatası olan Basîr ism-i şerifinin tecelli ve tezahürlerini inkâr etmek manasına da gelmektedir.
O Basîr ismi ki, Kur'ân'ı Kerim’in tevhidi ayetlerinden birinin muhtevasıdır: "Gözler O'nu (ihata edip) kuşatamaz, O ise bütün gözleri (ihata edip) kuşatır. O, lütuf sahibidir, her şeyden haberdardır" (En’am, 103). Bu ayet-i kerime aynı zamanda, inkâr eden bir kavme ve tüm zamanlarının inkârcılarına karşı meydan okumadır. İhatası ve basarı (Görmesi) sonsuz olan Rabbimizi tavsif etmektedir. Bütün hakikatlerin bütün gizli ve açık cüzleriyle birleşeceği, Rabbimizin (cc) yüksek ihatası ve Basîr isminin tecellisiyle bir araya geleceği, hakikatlerin tebeyyün gününde müfterilerin, inkârcıların hali nice olacaktır?
Nitekim adaleti emreden bir ayet-i kerimede “Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir” (Nisa, 58) buyruluyor. Adaleti emrederken Allah’ın (cc) her şeyi hakkıyla işiten ve gören olduğuna hükmediliyor. Bu ne ince bir ifadedir ki, adaleti icra ve tahkim etmek için öncelikle “hakkıyla işitmek ve görmek” gerektiğini anlıyoruz. Zira görmeden adalet olamaz. Görmeden imdat olamaz. Burada, birazcık konu dışına çıkarsak, hem modern zamanların hem de yüksek medeniyet asırlarının hâkim anlayışını görürüz.
Şöyle ki, hayatın hangi alanında olursa olsun, hakkaniyetli ve gelişmiş bir çözüm için, adalet veya imdat için öncelikle “Görmek ve işitmek” zarureti vardır. Çözümden önce sorunun görülmesi, tedaviden önce teşhis ve tespitin gelmesi, merhem ve ilacın yaraya göre orantılı verilmesi gibi konular da bu çerçevede sayılabilir. Bizim maddi dünyamıza dair kazanımlardan biri de hayatımıza ve iştigal sahamıza dair görme perspektifimizi genişletme ve idrak melekemizi derinleştirme lüzumunu anlamak olacaktır.
İsm-i Basîr’in güzel sanatlar, medeniyet, şehirleşme, vb. alanlara da ayrıcalıklı bir tezahürü ve tecellisinin olduğunu vurgulamamız gerekir. “ O (Allah) ne güzel görendir” (Kehf, 18). Bir estetik yapılandırmanın ve konseptin belki de ontolojik manada olduğu kadar teknik sanat açısından da en temel hususlarından biri olarak kabul edebiliriz bu ayet-i kerimeyi. “Cemil” ism-i şerifinin tecellisi kadar, “Basîr” ism-i şerifinin tecellisi de yukarıdaki alanlarda hem yol gösterici hem de bir kaide sağlayıcıdır. İslam Medeniyetinin güzel şehirleri, toplumlar geliştikçe, zamanın en ileri ve yüksek güzellik telakkileri nazara alınarak inşa edilmiştir.
Zira Güzel olan ve güzeli seven Allah (cc) Basîr’dir, her şeyi görendir. Bu güzellik telakkisi içinde “Suret ile siret” bir can ve beden gibi ikisi birlikte zikredilmişlerdir. Faniliğin damgası, güzel görme ve güzel inşa etmeyi iptal etmemelidir. Baki olan Allah’ın (cc) Cemil ve Basîr isimleri, bir an-ı seyyalede bile olsa güzelliğin tezahürlerini ve tecellilerini gerekli kılmaktadır. Milletler zillete düştükçe çirkinlik ve körlük önemsenmez hale gelmektedir. Hâlbuki İslam milletinin yüksek vasıflarla donanması, şehirlerinin güzel, sosyal yaşamının estetik, kişisel kullanım araçlarının da sanatlı olması lazım gelmez mi?
Basîr ismi vesilesiyle bir hususu da vurgulamak gerekir ki, İslam’da gerçek anlamda güzel görünme övülmektedir, gösteriş zemmedilmektedir. Bu tıpkı güzel seslerin beğenilip, çirkin seslerin kötülenmesi gibidir. İslam’da gerçekten suret ile siret birliği önemlidir. Biri diğerini güzelleşmeye teşvik eder. Zarif bir kalbe ve duygulara sahip olmanın zarif tavırlarla ifade edilebileceği bir gerçek değil midir? Asalet asaletle ifade edilmez mi? Mesela Devlette zemmedilen şatafattır, israftır efendim, hakkıyla ihtişam ise gereklidir.
İşte bu yüzden; uzun bir süredir hizmet verdiğimiz lüks saatçilik ve lüks aksesuar sektöründe her geçen gün güzelliğin yansıma, tasavvur, inşa ve tezyinini önemseme gerekliliğini hissediyorum. Birçok defalar belirttiğim üzere, bazı araçlar vardır ki, bunlar bizim fiziksel ve duygusal varlığımızın uzantılarıdırlar. Bazen bizi temsil ederler, bazen de bizde güzelliği, ihtişamı gösterirler. Bu yüzden kişisel kullanım araçlarımızın öncelikle güzel görüntüsü, tasavvuru önemlidir. Sonra da tıpkı dış sureti gibi iç suretinin de mükemmel olması arzu edilir. Günümüzün kalite kriterleriyle baktığımızda zaten dışı güzel olan bir eserin içinin çirkin olması özel bir amaçla bile mümkün kılınamaz.
Mesela taklit (İmitasyon) taklittir, hiçbir zamana aslını ifade edemeyecektir. Taklit ürünlerin, en fazla milletlerin her alanda az gelişmiş dönemlerinde yaygın kullanıldıklarını, özellikle böylesi dönemlerde yaygın olarak insanların kandırıldıklarını tespit etmek bile birçok gerçeği ifade etmektedir. Milletler yükseldikçe algıları, telakkileri, bakış açıları, eğitimleri ve kültürleri de yükselmektedir. Artık, her şeyin en iyisi ve en güzeli, en zarifi ve en incesi aranmaktadır.
Biz de öyle yapıyoruz efendim. En mükemmelini araştırıyoruz. Basîr isminin ihatasının sanat sahasında yansıması yaratıcılık özelliğinin en son aşamalarındandır kuşkusuz. Yani sanat eseri bir saat sadece içinde bulunduğumuz zamanda değerli değildir. Bütün gerçek sanat eserleri gibi adeta zamanla tamamlanan ve kendini gösteren bir gerçek güzellik değeri taşımaktadır.
Yine Basîr isminin ifade ettiği güzelliğin bütünsel görünüşünü gerçekleştirmek için sadece saatle yetinmiyor, bu güzelliği tamamlasın diyerek geniş bir aksesuar yelpazesinde en güzel ve en kaliteli olan ürünleri tek ve sofistike kompozisyonlar oluşturacak şekilde sanatsever dostların hizmetine sunuyoruz. Bu güzelliği de her vesileyle takviye ediyoruz. Sanat dünyasına kültür ve tasarım birikimi olarak dâhil ediyoruz. Her ne yapıyorsak benimseyerek, duygularımızı katarak, kalitemizi göstererek en güzelini yapmaya çalışıyoruz. Bu güzellik ve kalitenin maliyetinden de hiç kaçınmıyoruz. Zira Allah (cc) Basir isminin sahibi, bütün yaptıklarımızı görüyor. Siz saygıdeğer, sanatsever dostlarımızda da o ismin yansıması sıra dışı bir görme ve en güzelini görme arzusu var. Biz bu arzuyu ve görülme halini önemsiyoruz efendim…