Ben Yine Döneyim Bana

SÜNDÜS ARSLAN AKÇA
Ben Yine Döneyim Bana
 
Günün perdesini araladığı vakti yakalayabilmek ne güzel…
 
Hep sevdim herkesin uyuduğu saatlerde uyanık kalmayı. Kendimle kalışımın, hasbihal etmenin ve hatta çatışmalarımın ortağı olmuştur bu saatler. Çocuk denecek yaşlardan itibaren günün sessiz saatlerini kaçırmamak için saat kurduğumu bilirim.  Ya bir pencere kenarında, ya da balkonun o sokağı gören kısmında güneş iyice yüzünü gösterene kadar öylece oturur, beklerdim.
 
Bazen ortamın gizemine leke düşürecek hiçbir şeye tahammülüm olmazdı. Bazen bir kitap eşlik ederdi ya da kâğıt kalem.
 
Bu vakitler gecenin uzayan saatleri ise ki balkonumuza vuran sokak lambasının ışığında olurdu. Az ışığın marifetiydi ilk gözlükle tanışmam. Yaş ki, sağlığı düşünecek yaşta değildi.
 
Yurt günleri geldi aklıma. O zamanlar bir odada 8-10 kişi birlikte kalıyorduk. Çeşit çeşit insanlar ve her biri ayrı dünya. Gece geç saatlere kadar oturduklarından benim sessiz saatlerim sabaha kalmıştı. Yine erkenden kalkar, yatağımın içinde kitap okurdum. Kendimi en iyi ifade ettiğim yolu seçer, susturamadığım iç sesimi kalemle buluştururdum.
 
Ve ardından ilk görev yerim, öğretmen arkadaşlarımla aynı evi paylaşmak zorundaydım. Gecemin sessizliği yine bozuldu tabi ki ve ben de sabahın ilk ışıklarına sığındım.

Kendimle başbaşalığı yaşayamadığım zaman güne eksik başlıyorum sanıyordum. Uykuda geçen zamana hep hayıflandım. Günün yoğunluğuna ve kalabalığına bedenini, ruhunu hazırlamaktı bu saatler.
 
Az önce bir dostun (Halid Öztürk) sosyal medya paylaşımında gördüm, babasının nasihatini yazmıştı: ''Sabahın serinliği, seher vakti, bad-ı saba günün ağrı kesicisidir. Nasıl ki ağrı kesici bedenin ağrılarını kesiyorsa, Seher yeli de kime isabet ederse onun ruhunun sancılarını keser, hüznünü, ataletini, kederini, fakirliğini alır götürür derdi. Sabah Namazına kalkın ruhunuzun sancılarını kesecek ağrı kesiciyi alın, yoksa gününüz azap gibi geçer derdi.Sabah Namazına vaktinde kalkanların çoğu, seherle başlayan huzurla günlerini yaşarlar.''
Farkında olmadan günün bu saatlerini kendimle ve kendimin sahibi ile geçirmeyi şifa kılmışım kendime.
 
O dediğim yaşlar çoktan akıp gitti. Ve nasıl gitmiş anlamış değilim. Dönüp baktığımızda koca bir iç çekiş. Vaktin daraldığının farkına varıyorsunuz daha bir paniğe sokuyor sizi. Az kalan zamana neler sığdırabilirim telaşı başlıyor.
Anlıyorsunuz ve görüyorsunuz yaşamınızı ne çok gereksiz şeylerle kirlettiğinizi, zaman kaybı oluşturduğunuzu, ruhunuza yaptığınız eziyetleri, hayatınızı çekilmez kılan insanları boşuna sırtlayışınızı…
 
Bu yaşa gelmezden evvel fark etmedikleriniz…
 
Belki bir deneyimler yumağıydı hayat. Öğrenmek için yaşamak lazımdı. Yollarında kırmızı halılar yoktu, güller serpilmemişti. Öyle cezbedici kılınmıştı ki, yürümek zorlu sefer olsa da inatla yürüyordunuz.
 
Sevdiğim saatler akıp gidiyor, balkonun köşesinde sessizliğin içli bakışları ile çakışıyor gözlerim. 

Gri binaların arasında doğanın sesini unuttuğumuz şu zamanlarda kuş seslerini duyuyorum. Varlığını inatla ispat etmeye çalışan şu birkaç ağacı mesken edindiler galiba. 

Karadeniz ikliminin hâkim olduğu şu şehir de bile yeşil yok olmanın eşiğindeyse artık düşünün diğer şehirlerimizi. Korkunç görüntüyü örtmek için de binalar çeşitli renklere boyanıyor, şirin gözüksünler diye.

Her şey ortada… Yıkıyoruz, kesiyoruz. Sonra park yaptık diye beton dökülmüş yerlerin arasına iki çiçek dikiyoruz yine şirinlik için.

Sizi bilmem ama beni çok korkutuyor doğanın bu denli tahribi. Bizden geçti diyeceğim de ya çocuklar kendilerine güzel yaşanılır bir dünya bırakmamanın hesabını sorarsa öteki tarafta?
Bizi aşar bu konular değil mi, bırakalım bildiği gibi oynasınlar hayatlarımızla.
 
Kim bilir ben gibi tan ağartısına incinmişliklerini anlatan ne çok insan vardır. Kalabalıklarından sıyrılarak seherde şifa arayan…
Bir köprü kuruyoruz gönülden gönle, mesafelerin sıfırlandığı an da hissediyoruz yürek yangınlarımızı onlarla. 

Ben, yine döneyim bana.
Yaşadıklarınızı yoklamadan geçirirken takılıp kalıyorsunuz çok yerinde.. Hızla değişen ve sizin dışınızda gelişen şeyler her geçen gün artıyor. Kontrolün elinizde olmadığınızı görüyorsunuz. Kendi planlarınızı uygulamak için harekete geçerken Hak kendi planıyla sizi karşılıyor.
En çok da yeni kararlarınızda, hayatınızda gelişen ani değişikliklerde hissedersiniz bunu.
 
Etrafınızdaki insanların çoğunun da iyi gün sevicisi olduğunu görürsünüz. Menfaatlerine dokunmanız bir anda sizi, kişinin gözlerinde al aşağı eder. 
Sizde tecrübenin derinliği, yüreğinizde de yel artığı kalır.
En çok da yakın bildikleriniz tattırır. Uzaklar, uzaktı zaten.
 
"Biri sana sırtını döndüğünde üzülme!" dedi Hazreti Ali Efendimiz (r.a.) "Böylece dost kimdir, düşman kimdir ayırt etmiş olursun."
Ayırt ediyor insan, lakin üzülmelerine engel olamıyor işte.
 
Akıp giderken satır aralarında çoğalan metal sesleri, sessizliğin belini kırdı bile. Beton döken ustalar da ekmek derdinde…
 
Evde çocuklar aş bekler, ekmek bekler şu zor günde, betonlaşmışız kimin umurunda…
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir