Bir Aşk Anaforu; Bilge Adam ve Alageyik

YILMAZ EKİNCİ
Bir Aşk Anaforu; Bilge Adam ve Alageyik |ÖYKÜ|
 
“Aşk, gerçek anlamıyla özgürlüktür.”
 
Bilge adam uzun bir yolculuktan dönüyordu. Yol meşakkatli ve yorucu idi. Karlı bir kış mevsimiydi.
Gece uzundu gündüz kısaydı. Dışarısı karanlıktı içerisi loştu.
Mağaranın doğuya bakan kapısı hafifçe gıcırdayarak aralandı.
Bir ses duyuldu.
Adam vücuduyla birlikte başını çevirdi.
İçeriye ışıltıyla giren bir Alageyikti.
Bilge adam şaşkındı. Alageyiğe baktı. Fırtınalar, dalgalar yüreğinin kıyılarını dövdü. İçinde bir şeyler depreşti.
Lal kesildi.
Uzun ve sessiz saatler aktı ömründe.
Konuşamadı.
……………………….
 
Gece uzundu.
Gün kısaydı.
Adam etrafına baktı.
Alageyiğin gözlerinde bir kadını gördü. Kadın metaforu adamı mest etti. Ortalığı bir misk kokusu sardı. Kadın etrafına baktı adamı gördü. İçinde bir fay hattının kırıldığını hissetti. Uzun süre birbirlerine baktılar. Gecenin geç bir vaktiydi. Herkes karanlıkta yalnız ve çıplaktı.
Adam utangaç dalgalı bir sal gibiydi denizde.
Kadın yarı açık yarı kapalı bir buluttu gökyüzünde.
Adam bir şeyler yapmanın telaşı ve hüznü içerisinde tutuktu.
Kadın coşkulu bir şelale gibi yalnız ve suskundu.
 
Zaman aktı…
Adam yüreğinin kıyılarını döven dalgalarla baş etmekten bitap düştü.  İki yürek arasında sular çağlayarak akmaya devam etti. Gökyüzünü bulutlar kapladı. Yağmur ağaçların yapraklarından süzülerek toprağa düştü.
Suda serinlik ateşte eser yoktu.
Kadın, kalbine bir ışığın düştüğünü hissetti. Başını kaldırdı gökyüzüne baktı. Dağlar kuzey ışıklarıyla aydınlanmıştı. Bir yıldızın kavis çizerek ona doğru geldiğini gördü. Ormandaki ağaçlar ve vadideki vahşi hayvan ulumaları da buna şahitlik etti. Yüreğinin ikiye bölündüğünü hissetti. Dağlarda şelale, ovada ırmak oldu aktı denize. Gemlemek istedi sol tarafını zapt edemedi. Hissetmenin de düşünmenin bir biçimi olduğunu keşfetti.
 
Yol ikiye ayrılıyordu.
Kadın yavaşça yerinden kalktı hareket etti. Adamı bir telaş ve tedirginlik sardı. Bir anaforun içerisine düştü takatsiz kaldı. Düşünde bir meleğin ona kanat çırptığını gördü. Tutunmak istedi kollarına tutunamadı. Tanrı ona bir kartalın kanadını verdi. Rüzgâr sustu, toprak berekete durdu ve engin dağların ufuklarında uçtu.
Güneş, bulutlar arasında bir görünüp bir kayboldu.
 
Alageyik vadide yükselen sisler arasında yol almaya çalışıyordu.  Öğretilen ve dışarıdan dayatılan şeylerle var olamayacağını daha önce yüreğinde tüten ateşlerden deneyimlemişti. Onun için kararını tez vermesi gerektiğini hissetti ve rotasını değiştirdi.
– Giden ve kalan anaforunda iz süren bir acı söz konusu ise “geri dönmek her zaman erdemdir” diye düşündü.
Düşündü ne o avdı ne de adam avcıydı.  
 
Adam şaşkındı. Uçurumun kenarında ölüm ile pençeleşirken onu boynuzları arasına alıp kurtaran Alageyik ile şimdi başbaşa idi. Çağları delen yaşlı bir bilgenin sesi yankılanmıştı kulaklarında: “Hayal ettiğin her şey olmaya mahkumdur.” Sen bu yaradan ölmezsin, güçlenerek çıkacaksın!.. Adam adete dokuz richter ölçeğinde titredi.
Adamın gözlerine yeşil bir ışık düştü. Ovuşturdu gözlerini. Dayanılmaz bir varoluşun hafifliğinde geyiği süzdü.
Alageyik de adamı süzdü.
Alageyik; ürkek ve alımlıydı, zarif ve güzeldi. Gözleri uzak ufukların renklerini taşıyordu. Yürüyüşü çalımlı, bakışları keskindi. Teni miski amber kokuyordu, çatallaşmış boynuzları bir ormanı andırıyordu. Kendisinden emindi fakat tedirgindi.
Adam ise bir şeyler yapmanın belirsizliği içerisinde yüzüyordu.
Yağmur ağaçlara rahat vermeyen bir gök gürültüsü eşliğinde yağmaya devam ediyordu. Zaman ise adamın teninde utangaç kırmızı bir çığlık sessizliğinde akıyordu.
 
Adam çekinerek vardı yanına. Sesli harflerle konuşmaya çalıştı. Konuşamadı. Hafızasında kalan ismiyle uçurumun kenarında açan bir çift gül idi.
 
Zaman aktı.
Dışarısı aydınlanmıştı içerisi loştu.
Gecenin içinde ikisi de suskun bir su gibiydiler.
Kadın bir şeyler söylemeyi düşündü.
Söyleyemedi.
Adam bir şeyler söyleyecekti.
Söyleyemedi.
Sustular.
İki yabancı gibiydiler.
 
Gece kısalıyordu.
Gün uzuyordu.
Adam itirafa geldi.
Yarasını gösterdi.
Kadın sustu.
Konuşamadı.
Adam ışığın doğduğu yere doğru yürüdü.
Kadın ışığın battığı yere doğru gitti.
 
Aradan uzun mevsimler gelip geçti.
Şafak sökmek üzereydi.
Arada tam ikibinyirmiüç gece geçti.
Adam bekledi güneşin doğduğu topraklarda.
Kadın durdu güneşin battığı yerde.
 
Irmaklardan derelere balıkların döndüğü bir mevsimde Alageyik dile geldi:
-Seni gözlemledim; onun için geldim ülkene.  Sanat, seyahat ve kâinat arasında mekik dokunduğun alanlarla ilgili konuşmak istiyorum, ama korkuyorum çünkü;
-Erkek deniz gibidir, kadın ise gökyüzü gibi. Deniz (eril) çok fazla hayat barındırır içinde oysa gökyüzü (dişil) ise tenha ve sadedir…
Adam, Alageyiğin gözlerine baktı. Alageyik sustu.
Adam dile geldi:
– “İçi ile dışı bir olanın kalbi her zaman çıplaktır. Kalbin iki yüzü olmaz; olursa hayra alamet olmaz. İnsan ilişkilerde hiçbir zaman yol kesen bir ırmak olmamalı, hep yol/ göl olmaya çalışmalı. İnsan hayata seyirlik ve fanilik nazarında bakmalı evrene. Bunu içselleştiren bir varlığın talebi olmaz. Hayat; emek, inanç ve özgürlük üzerinde yükselir.
… Efendi ile kölenin birlikte yaşadığı yerde kelebekler özgür olamaz. Bütün bağımlı ilişkiler yaşamın şevkini öldürür. Aşk, gerçek anlamıyla özgürlüktür. Somut ve soyut varlıkların ipoteklerinde kurtulmamış bir ruh asla gerçek kurtuluşa ulaşmaz. Fenafillah makamına ulaşmak istiyorsan, bazı şeyleri yüreğinden sileceksin ve içinde ördüğün sınırlardan kurtulmasını bileceksin!..
 
Adamın sesi çatallaşmıştı.
Ormanın derinliğinde Alageyiğin boynuzlarına çarptı, yankılayarak geri geldi vadide;
-İnsan bu evrende ya bir yaradır ya da bir şifadır. İki varlığın birbirine yabancılaştığı yerde birisi mutlaka karanlıktır, dedi.
Adam aklın ve yüreğin sınırlarından firar etti.
Sezginin sularına girdi.
Akdağ’ın doruğunda gezinen Alageyiği gördü.
Ilık bir dağ rüzgârın tenini okşadığını hissetti.
Yarasını bir daha göstermemek üzere rüzgârlara karıştı…
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir