Edebiyat Fakültesinin davetlisi olarak programa birlikte iştirak edeceğiz. Yol boyunca muhabbetimizin ana ekseni edebiyat, edebiyat okurluğu ve yazmak. Arabada üç edebiyatçı olunca doğal sonuç bu olsa gerek. Nazım Hoca’nın kendisi adına düzenlenen programdan ve gösterilen vefadan memnun olduğunu heyecanından ve cümleleri arasında parıldayan mutluluk ifadelerinden anlıyorum. Necati Hoca’daysa farklı bir heyecan var; hikâyelerinden oluşan yeni kitabı İstanbul’da bir yayınevinde basılmayı bekliyor. Bilenler bilir! İlk çocuğunu kucağına almayı bekleyen babaların heyecanı…
Aslında bu iki isim, Bizim Külliye dergisini bir çınar gibi büyütüp kök salmaya, dallarını ülkedeki edebiyat mahfillerine uzatmaya adamış. Nazım Hoca öğretmenliğini, Kanter Hoca ise akademisyenliğini bıraktı. Erken yaşta Bizim Külliye için emekli oldular. Böylesi bir aşkı tasavvur edemeyecek insanların onları anlayacağını sanmıyorum.
Cuma namazı yaklaşırken İnönü Üniversitesinin kapısından içeri giriyoruz. Yıllarca Elazığ yolculuklarında yanından geçip gittiğimiz bu güzel eğitim kurumunun kapısından ilk defa geçiyorum. Geniş, güzel ve planlı yapılaşmayla değerlendirilmiş, estetik heykeller ve sanatsal figürler bir başka güzel görünüm katmış yerleşkeye.
Ahmet Faruk Hoca’dan kısa kısa bilgiler alıyoruz üniversitenin durumu hakkında. Hızla büyüyor İnönü Üniversitesi, tıpkı Malatya gibi. İlim, sanat ve sermaye birleşince neler olmaz ki…
Üniversitede bizleri Taner Tatar, Taner Namlı ve Süleyman Çaldak Hocalarla beraber çok sayıda genç akademisyen ve öğrenci karşılıyor. Herkes heyecanlı… Göz ucuyla Nazım Hoca’yı süzüyorlar. Çaldak Hoca başta olmak üzere akademisyenlerin bir kısmı uzun yıllar öğretmenlik yapan Kanter Hoca’nın talebesi çıkıyor. Sohbet eskilere dair, Kanter Hoca’nın millî eğitim günlerine gidiliyor.
Külliye’nin, burada bu kadar iyi tanınması, elbette Payam ve Kanter Hocaların dergiye emekleri sayesinde.
Cuma namazı için İlahiyat Fakültesi Camisine gidiyoruz. Şadırvanlı bu güzel caminin girişinde kürsüde konuşan hatibin ağzı tanıdık geliyor. Konuşanın da artık bir Malatya sakini olan Dekan Yardımcısı Elazığlı Prof. Dr. Fikret Karaman olduğunu görüyoruz.
Namazdan sonra programın yapılacağı salona geçiyoruz. Salonun dolu dolu olması dikkatimi çekiyor. Öğrencilerin bir kısmı merdivenlere oturmuş. Bir edebiyat programına olan bu ilgi insanı mutlu ediyor. Mutluluk, Nazım Hoca’nın da yüzündeki yerini alıyor.
Program, şiirlerinden örneklerin okunması ve hayatını anlatan bir sunumla başlıyor. Hazırlama ekibi itinalı, işinin erbabı imiş. Sunumun güzel fotoğraflarına iyi bir melodi de eşlik ediyor. Bense bir yandan programı izliyor, öte yandan teknolojinin nimetlerinden istifade ederek İPAD’le resim ve görüntü almaya gayret ediyorum.
Amaç bu güzelliği kamuoyuna duyurmak. Çok zaman işimi iyi yapayım, iyi kare yakalayayım derken anlatılanlara tam odaklanamıyorum. Ama olsun, bu programdan kamuoyunu haberdar etmek benim görevim. Belki Fırat Üniversitesi Edebiyat Fakültesindeki akademisyenlerin de aklına böylesi düzenleme getiririm. Bu bir vefa örneği ve şairimiz Nazım Payam, Elazığlı.
Program Dr. Bahtiyar Aslan’ın başkanlığında Doç. Dr. Taner Tatar, Dr. Taner Namlı ve Dr. A. Faruk Güler’in konuşmalarıyla sürüyor. Konuşmalar Payam’ın şiirlerine, sanatçı kişiliğine, kullandığı dil ve üsluba, beslenme kaynaklarına ilişkin…
Zaman zaman salona bakıyorum bu uzun edebiyat programından sıkılan ve ayrılan var mı diye, ancak salondaki ilgi program sonuna kadar aynı şekilde devam ediyor. Konuklar pür dikkat. Programın sonunda Nazım Hoca kitaplarını imzalamaya başlıyor, ilgi hakikaten takdire şayan. İmza kuyruğu uzadıkça uzuyor. Bir yazar için en mutlu an sanırım bu an. Emeğe saygı mutlu ediyor hepimizi. Uzun dakikalar boyunca devam ediyor imza ve resim çekme, çektirme faslı.
Ben ise bu anın altın kareleri peşindeyim. Tarihe bir kayıt düşme adına.