VAHDETTİN YİĞİTCAN
Bir Ersin Önal Vardı!…
Bugün, yaklaşık, ellibeş yıllık arkadaşım ve değerli eşi aynı anda, şu fani dünyamızı aynı anda, adeta elele tutuşarak terk ettiler…
Yarım yüzyılı aşkın bir zamandır güler yüzüne, sohbetine ve samimi ahbaplığına aşina olduğum bir dostu kaybetmenin acısıyla, ona dair müşterek hatıralarımızdan aklıma gelenleri yazmaya çalışacağım…
Şu içinde bulunduğum sersemleşmiş ruh halimle aklımdan geçenleri layık-ı veçhiyle yazabilecek miyim, emin de değilim!…
Çocukluk yıllarımız, hepimizin zihninde masalsı hatıralar hazinesi, buğulu cam arkasında saklı, o sihirli buğulu camdan görebildiklerimle başlayacağım…
Çocukluğumuzu yaşadığımız o tasasız, dünyadan bihaber su gibi akıp giden güzel günler…
Her şey ne güzel başlamıştı. O yıllarda bütün mevsimler ilkbahar tadındaydı…
Toprak sokaklarımız tertemizdi, kenarındaki harıklardan pırıl pırıl, şırıl şırıl sular akardı
Biz çocuklar da pırıl pırıl, şırıl şırıl tertemiz, masum çocuklardık…
Biz Zaviye Mahallesi'nin sınırındayız, Ersinler Koyunoğlu Mahallesinde, Cami ile komşular…
Çocukluk ve okul yılları, Koyunoğlu Camisinin arkasındaki iki katlı kerpiç ev Ersinlerin ana ocağı…
Ersin'in babası Nuri Amca, tok ve gür sesli, güler yüzlü melek gibi bir adam…
Yılların su gibi akıp geçtiği gençlik dönemi…
Ankara'da üniversite öğrenciliği, öğrenci evleri, unutulmaz acı tatlı hatıralarla dolu günler, geceler…
Mezuniyet sonrası İstanbul'da hayata tutunma girişimleri…
Ersin, Metin abisinin yanında Ziverbey Kuyubaşı semtindeki evinde misafir olarak bulunuyor…
Evlilik ve maişet, başedilmesi, altından kalkınması gereken ağır yük…
Maişetimizi kazanmanın yolları Ersin'de ve bende arayışlarla devam ediyor…
Bu fakir Ersin’den daha eski İstanbullu. Liseyi İstanbul'da okudum.
Bostancı'da oturuyoruz… Kadıköy’de iki lokantamız var, ancak babam çekilmez bir adam…
Ben askerliğimi bitirmiş ve baba ocağından ayrılarak kendi ayaklarım üzerinde durmaya karar vermişim…
Ersin de o sırada eniştesi Veysi ile Yeşildirek'de plastik ambalaj işi yapıyor… İşleri pek tatminkâr değil…
Benim, Kadıköy’de kendi dükkanlarımızda Bolulu ustalardan gözlemlediğim lokantacılık tecrübem var.
Bu gözlemlerime güvenerek lokanta kurabileceğimizi Ersin'e söylüyorum…
Ersin, hiç tereddütsüz "tamam kuralım" diyor ve biz harıl harıl lokanta arayışına girişiyoruz…
Aylar süren arayışların neticesinde Laleli'de Vidinli Tevfik Paşa Caddesi üzerinde bir dükkân buluyoruz…
Dükkânın adını "Dürüm Et Lokantası" koyarak işe dört elle sarılıyoruz…
1981 Yılının Aralık ayının 21'inde Bismillah deyip dükkanımızı açıyoruz…
Büyük bir şevkle başladığımız işimiz tam umduğumuz verimlilikle devam ederken…
Dükkânın defolu çıkmasını, aradan aylar geçtikten sonra anlıyoruz…
Pis su gideri kanalizasyona bağlanmamış, hafta geçmiyor ki belediyeden vidanjör çağırmayalım!
Bir diğer problem, sudan bir sebep, arka arsaya 20 cm'lik arsa tecavüzü… Belediye bu nedenle dükkanımızı mühürlüyor…
Dükkân sahibi kendisini ilgilendiren bu sorunları, kendisinin çözmesi gerekirken bize yıkıyor…
Böylesine can sıkıcı didişmelerle geçen iki yılın sonunda Ersin daha fazla dayanamayarak Bursa'ya yerleşmeye karar veriyor.
Mal sahibi lanet bir adam, üstelik, dini bütün aç gözlü bir hacı!
Bu lanet ters adam, devir aldığımız dükkâna devir izni vermiyor… Saçlarıma ilk akın düştüğü, hayatımın en meşakkatli yılları…
Ben de çaresizce işi omuzlanıp 1989 yılına kadar sürüye sürüye götürdüm.
Bursa'ya yerleşen Ersin'le görüşmelerimiz fırsat buldukça devam etti…
Bir ara Kocamustafapaşa'da hediyelik eşya dükkânı işlettim, o dükkâna ziyaretime geldi…
Ben de gazetecilik yaptığım dönemlerde Bursa'ya gittiğimde kesinlikle Ersin'i görmeden dönmezdim…
Üsküdar'daki evinde yaptığımız doyumsuz sohbet ziyafetlerinin tadı halâ damağımda…
Derken aradan yıllar geçiyor ve ben rahmetli Annemin manevi hatırasına sahip çıkmak adına Malatya'ya yerleşiyorum…
Ersin'le haberleşmemiz inkıtaya uğruyor.
Ancak ortak dostlarımız sayesinde uzaktan uzağa selamlaşabiliyoruz, hepsi o kadar…
Tevafuk bu ya, birgün Malatya'da bir toplantıya konuşmacı olarak katılan Metin Önal Mengüşoğlu'nu dinlemeye gidiyorum.
Konuşma sonrası Metin Abiyle sohbet sırasında kardeşi Ersin'in Elâzığ’a yerleştiği haberini öğrenir öğrenmez dünyalar benim oluyor… Hemen Metin abiden Ersin'in telefonunu alıyorum…
Malatya – Elazığ arası, Silivri – İstanbul gibi bir şey… Üstelik her yarım saatte kalkan minibüs seferleri ile ulaşım mümkün…
Ayrıca Malatya – Elazığ arasında karşılıklı olarak günde bir kez mototren seferi de mevcut…
Hiç zaman kaybetmeden Ersin'i arıyorum, çok memnun oluyor ve Elâzığ’a ilk seferimi minibüsle yapıyorum…
Zaman zaman Ersin'in Malatya ziyaretleri, çoğu kez de benim Elâzığ seferlerim, buluşmalarımıza vesile teşkil etti…
Harput Buz Bağları yöresinde, kendilerine ait, içinden su çıkan bahçede, demlenmiş nefis çaylar eşliğinde muhteşem bir gün geçirmiştik… O günü unutmam mümkün değil…
Korona salgını üzerine getirilen şehirlerarası kısıtlamalar nedeniyle benim Elâzığ ziyaretlerim son buldu…
Telefonla yaklaşık iki haftada bir karşılıklı konuşarak haberleşirdik…
Sevgili oğlu Kerem'in ataması yapılmış görev yeri Solhan olarak belirlenmiş, bu nedenle son görüşmelerimiz Ersin'in Solhan'da bulunduğu günlerde oldu…
Uzun bir süre Ersin'den haber alamamam ve telefonuma cevap vermemesi üzerine Metin Abiyi aradım, o me'şum hastalığa yakalandığını öğrendim…
Arkası art arda geldi ve nihayet bir gün ortak bir tanıdık olan Adnan Başdemir'in Ersin'in ölüm haberini veren e-mailiyle sarsıldım, teyiden Metin Ağabeyi ardım, çok üzgün bir sesle doğruladı acı gerçeği…
Ersin'in kaybıyla benim için dünya daha bir sessizliğe bürünerek ıssızlaştı…
Ortak hatıralarımız öksüz, kimsesiz, boşlukta kalakaldı…
Ersin'le ortak arkadaşlarımız olan sevgili Selim Erdoğan ve Sıtkı Caney aradılar, haliyle çok üzgündüler…
Ersin'in vefatı nedeniyle Sıtkı'nın gönlünden irticalen, şu kelimeler terennüm şeklinde dökülüvermiş:
Harput'tandı şarkıları
Şiirdendi sağı solu
İmandandı hep efkârı
Ersin Önal Mengüşoğlu
Bir serencam daha bitti
Bitti gurbet çile yolu
Bir can abim daha gitti
Ersin Önal Mengüşoğlu
SITKI CANEY