CANER KUT
Bir Şehrin En İyi Fotoğrafı Nerede Çekilebilir
Merkezdeki bir otelinin restoranı, puslu bir havada, uzakta yükselen minareleriyle şehrin ulu camiinin/veya büyük kilisesinin silueti ile birleşen pek çok çatı ve demir kuleler; ateşten ışıklandırılmış dev bir anıt/heykel karşı tepede, irili ufaklı binalar gelişigüzel yerleşebilme rahatlığı yaşayacakken, belli ki bir yerde set çekilmiş. Aslında böylece ortada bir zevkte buluşuyorlar ki vasat şehirlerin gerçek kimliğini tereddütsüz verebiliyor.
Kalabalık, karmaşa ve farklılıklar… Şehre kimliğini veren işte bu. Yoksa bir tepeden ya da havadan çekilen fotoğraflar şehrin gerçeğini bozuyor, ideal şehir için hayatı ortadan kaldırıyor. Uğultuyu belli bir yerden yakalamak gerekir. Ses şehri toplayıp sunacak ki bu bir otel katında ancak olabilir. (Pencereleri açmayı unutmayın!)
Otel odaları şehir görüntüsünü, tam boyutunda, neredeyse tıpkı gerçeklikte verebilir. Duruşu davetkâr, biraz tehditkâr ama şehvetli. Hareketliliği de aynı şekildedir. Örneğin, otellerde fakirler ve polisler merdivenleri, zenginler ve katiller asansörleri kullanırlar… Gerçek de böyledir.
Ömrümde en güzel güneş görüntüsü bir otel odasında karşıma çıkmıştı. O zaman anladım ki güneş de bizim gibi, aslında ele avuca sığabiliyor. Rengi biraz koyultulabiliyor ve zor da olsa kendine bakılmasına izin verebiliyor. Bu belki de her sabah yeniden doğuşun verdiği bir ayrıcalık. Şehir ise çok yüksekten bakınca güneşi tutsak edebiliyor, gizleyebiliyor. Daha da kötüsü, pek çok taklidini üretip yerine satabiliyor. Uçağın penceresinden gördükleriniz, örneğin, gereksiz bir geometriden başka bir şey değildir. Ya da otomobilin penceresinden şehir girişinde gördüğünüz basit pazarlama oyunları, küçük aldatmacalar.
Bu yüzden, bir şehre geldiğimde önce iyi bir otel sorarım.