MEHMET BAŞ
Bir Seyyahın Resim Albümünden
Hiçbir yere gidemezsek cehenneme gideriz seninle
Tut ellerimden düşmeyelim diyordu adam
Bir ok saplandı kadının kirpiklerinden
Bir uçurum büyüdü yemyeşil gözlerinden
Bir yıldız kaydı dilek tuttular aceleyle
Öylece oturup sustular saatlerce
Şehrin sinemasında siyah beyaz bir film oynuyordu
Soluk soluğa kalmış bir at durmadan koşuyordu
Tahta sandalyeler üstünde hayale dalmış bir kız
Susar gibi konuşuyor, konuşuyor gibi susuyordu
Bir okulun önünden geçtim
Kara bir tahtanın önünde ders anlatıyordu öğretmen
İki kere ikinin kaç ettiğini sordu bir çocuğa
Çocuk titreyen parmaklarını sayıyordu
Duvarda dört mevsimi anlatan resimler
Kırmızı kurdeleli küçük bir kız ağlıyordu
Adam nice kitaplar yazmış bir filozoftu
Kendi kendisiyle ölüm hakkında konuşuyordu
Ne kafana takıyorsun hayatın akışını
Elbette topraktan elbisesi yırtılacak ruhun
Bırakıp gideceğiz dünyada neyimiz varsa
Bizim olmayan şeylerin tasasına gömülüp durma
Bir taraftan şöyle bir düşününce insan
Neye sahip olduk ki bırakıp gidelim dünyada
Emanet bir düşün içinde dolaşıp duruyoruz
Kalbimiz bir kabire döndü
Sevdiklerimizi gömüp durmaktan
Her yıl bırakıp gidiyor birkaç kişi bizi
Mezarları dolaşmaktan başka bir şey gelmiyor elden
Keşke şu varlık sahrasına hiç uğramasaydım diyor bazıları
Fakat zerre kadar varlıktan da ayrılmaya niyetleri yok
Bu çelişkiler yumağı ile koşturup duruyoruz işte
Biz ki birbirini yaralayan ve kıran insanoğulları
Bazıları âşık oluyor bir bakışta
Haftalarca dolaşıyor sokaklarda
Aşk ve ölüm iki kardeştir ey kalbim
Bir iskambil kâğıdı gibi karılmış
Faniliğin defterinde başköşeye atılmış
Bir şair sevgilisi için bir şiir yazıyordu
Gelişin yağmurdur gidişin yağmur
Kara bulutlar dağılır bir gülüşünle
Kuyruğuna basılmış bir kedi gibi kaçıp giderim
Yokluk varlık sarayını istila ederken
İkindi sularının gölgesinde demlenirim
Gözleri güneşin bakiyesidir periler ülkesinde
Eğer vakitsiz uyursam akşamı olmuş bil
Bir köyden geçtim sürülen bir tarladan
Cennetten kovulmuş bir buğday ekilmişti
Sarı bir öküzün çektiği sapanın ardından
Şakakları ağarmış yaşlı bir adam yürüyordu
Karşı tepede kırmızı gelincik tarlaları uzuyordu
Sarı çiğdemlerle boyanmış bir resimde
Sessizlik bir tablo gibi canlandı birden
Köy dedim unuttuğumuz kalbimiz mi yoksa
Yine şehre döndüm ikindi sonrası
Meydanlar genişledikçe küçülüyordu şehir
Bir miting alanında toplanmış insanları gördüm
Taşlanmış bir sukutun önünde kıyama durmuşlardı
Şehri sordum kuruyan ırmaklara
Şehirse kaç kere vazgeçti kendinden
Şehirse kaç kere ağladı duyan olmadı
Bir hastane koridorunda bekleşirken insanlar
Bir sedyenin üstünde üstü örtülü bir adam
Sessizce morga doğru yol alıyordu
Sabah işe giderken öpmüştü küçük kızını
Akşam dönüşte ona bebek alacaktı
Bir hastane koridorunda bekleşirken kadınlar
Adam saatinin durduğunu bilmiyordu
Hafta sonu pikniğe gideceklerdi
Hele maaşını alsın hele aybaşı gelsin
En son model cep telefonu alacaktı oğluna
Suskun dudaklarında ince bir tebessüm
Ve söylenmemiş bir söz suskun dudaklarında
Evler köprüler ve elektrik direkleri arasından
Yorgun bir akşamı çiğneyip geçtim
Metro istasyonunun önünde bekleyen
Bir dilencinin elleri gibiydi yaşamak
Kararmış hafif çatlak ve uzun tırnaklı
Fabrikadan eve dönen son ütücülerin
Hayalinde kırışıp kalmıştım işte
Başkalarını şahit tutarak fotoğraflar çekmek
Bir yerde hayatı ıskalamadan koşmak
Bunun için şahit tuttum bir polisi
Akşam karakol nöbetçisi bu polisin
Karaladığı tutanağın ikinci sayfasından alıntıdır
İlk anons geldiğinde hızla hareket ettik
Şahıs biz olay yerine geldiğimizde
Kan kaybından ölmüştü
Geriye bıraktığı mektup
Olay yeri incele ekibi tarafından delil olarak alındı
İş bu tutanak birlikte imzalandı
Fahişelerin sağa sola dizildiği bir yoldan geçtim
Kandırılmış çehreler ormanından geçtim
Ellerinde son linçten kalmış bir taşla
Yolda yürüyen yığınla bekçi gördüm
Kadehimi tüm günahkârların şerefine kaldırdım
Masum bir kalbin çarpıntıları arasında
Geçip gittim köprünün öteki tarafına
Bir iç ses duydu seyyah
Kendi kendine bir şeyler söylüyordu
Bir albüm ki yazılsa asırlar sürer diyordu
Fakat kelimeler yorgun bir attan farksız
Bunun için öldüğümü duyurmayın kimseye
Çünkü bizim hikâyemiz ölünce başlar
Sonra sustu kan oturmuş dudaklarda öylece
Sabır paslanmış bir kılıç gibi aslıydı boynunda
Gözleri kömür karası bir akşamın avlusunda
Volta atıp durdu sabaha kadar
Seyyah bir aynanın önünde ağlıyordu
Ben dedi kaderin makasçısı değilim
Resimler dedim ya resimler
Yırt at hepsini gözüm görmesin