SATILMIŞ ÜMİT ÇETİNKAYA
Bir Zapping Hikâyesi
Bir an kendimize uzaktan bakalım. Bu mümkün müdür? Bence imkân dâhilinde. İnsanın yapabildiği en iyi şeylerden biri çoğu şeye uzaktan bakmak ya da seyirci olmak. Neyi kastettiğimi büyük bir çoğunluk fevk etmiştir diye düşünüyorum.
İngilizcede “tele” kavramı kullanılıyor biliyorsunuz “uzak” diyebilmek için: Telephone, Television vb. 80’li yıllarda biz çocukken renkli televizyon piyasaya çıktığında kanallar da çoğalmaya başlamıştı bile. Uzak diyarlardaki olayları, özellikle haberleri yakın ediyordu bu uzaktan görüntü sağlayan elektronik cihaz.
Dış ülkelerde yine savaşlar yaşanıyor, afetler oluyordu, bir şeyler değişiyordu ve bunu biz naklen izleyebiliyorduk ama seyirci kalıyorduk hepsine. Aslında bu aletin temel fonksiyonuydu sadece seyirci kalmak. O zamanlarda televizyona çıkanların ya da çıkarılanların çoğu da ünlü ya da şimdiki tabirle fenomen (görüngü diye çevriliyor) oluyordu.
Michael Jackson bir klip yayınlıyordu mesela, en az on dakika sürüyordu. Bizden bir ses, Orhan Gencebay, şarkılarına en az bir-iki dakikalık introlar yapıyordu örneğin ve zevkle dinleniyordu. Neşet Ağa’da sazıyla dakikalarca konuşabiliyordu.
İlk uzaktan kumandamızı hatırlıyorum. Öncesinde televizyonun üzerinde çat çat diye ses çıkaran tuşlar vardı ve belki de o tuşların sayısı kadar yayın yapan kanallar vardı. Elle sayabiliyorduk bunları. Sonra o tuşları söktük yerinden ve geldi kızılötesi panelimiz, taktık cihaza ve aldık elimize ilk uzaktan kumandamızı. Tabi cihazımız hala tüplü televizyondu.
Sonra sonra özel kanallar da çoğaldı. Elimize aldığımız kumandamızla kanalları bir bir ileri ya da geri değiştirebiliyor olduk. Ve buna “zapping” denildiğini öğrendik. Zıp zıp ip atlar gibi karşımızdaki görüntü sürekli değişebiliyordu artık yaptığımız zappingle.
Yıl: 2024 oldu. Hala uzaktan kumandalarımız var elimizde ama ona ne kadar kumanda ya da hükmedebiliyoruz siz benden daha iyi biliyorsunuz. Platformlar değişince de ya da dünyaya yansıtılan ekran cebimize kadar girdiğinde gerçek hayatta da zapping yapmaya başladık. Küresel bir köy haline gelen dış ve iç dünyamızı yansıtan, oradan oraya milyonlarca şahıs tarafından takip edilebilen video ve ileti paylaşımı haline geldi bu platformlar.
Peki, hala daha 80’ler ve 90’lardaki kadar seyirci miyiz bu görüntü veyahut örüntülere. Biliyorsunuz yapay zekâ denilen özellik çoğunlukla örüntü tanıma altyapısıyla çalışıyor. Artık o, geçmişimizi ve dijital ayak izimizi takip ediyor, hayatımızı ve zevklerimizi biliyor, kaydediyor ve de bizi bir şekilde tanıyor artık. Bunda ne kötülük var diyebilirsiniz? Evet, doğru, belli şeylerde gerçekten hayatımızı kolaylaştırmıyor da değil yapay zekâ.
Artık hayatta oradan oraya geçiyoruz. Kitap okurken oradan oraya geçiyoruz. Hatta kitap seçerken de onu mu okusam bunu mu okusam modundayız. Artık yemek yerken bile karşımızda bir ekranla muhatabız. Bazılarımız kulağımızda bir ses olmadan duramıyor, hayatı müziksiz bir film gibi yaşamaktan korkuyoruz. Mekân da değişiyor. Bir durduğumuz yerde duramıyor, yaptığımız bir işi en fazla iki yılda bir değiştirmek istiyoruz.
Belki de artık “o kumanda” bize zapping yapıyor ve sürekli ekranda (hayatta) biz değişiyoruz. Evet, biz değişiyoruz. Ve bu değişim çok hızlı değişiyor.
Yılmaz Erdoğan’ın dediği gibi: “Bir hikâyeyi tam olarak anlayabilmeniz için, tamamını okumamız gerekiyor.”
Artık maalesef Michael Jackson, Orhan Gencebay ve Neşet Ağamın hikâyelerini tamamıyla dinleyemiyoruz ya da dünyadaki gerçek hikâyenin tamamını kaçırıyoruz.