SELAHATTİN YILDIZ
Bit Pazarına Yağan Nur
Her yeniliği maharet bilip, geçmişin kazanımlarını dümdüz ederek hatırlanacak bir şey bırakmamak ne büyük bir yanılgı. “Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı” diye bir söz vardır. Kim söylediyse yanlış söylemiş ve tarihe münasebetsiz bir söz bırakmıştır. Çünkü eskiyi yok saymak ya da hafife almak köklerini inkâr etmektir. Nasıl ağaçlar kökleriyle yaşarsa [insan]’lık da öyle. İnsan da.
İnsanın gönlü çoğunlukla hatıralarına giderek içinde hoş bir yankı uyandırmasıyla lezzet bulur. Nefsi ise bugünün ve yarının hevesinde olup isteklerinin ağırlığı altında endişeyle ezilir. Kantarın topuzu iyi tutulmazsa yaşam insana keyif değil hep endişe verir.
Denge hayatın her alanında önemli olduğu gibi bu konuda da çok önemlidir. Geçmiş ve gelecek arasındaki ahengi tutturmak, hem geçmişin anısıyla tat bulmakla birlikte ders almak, hem de gelecek açısından endişesiz bir bakışla; hayatı daha yaşanılabilir kılmayı sağlar.
Geçmişe gidilmez, sadece yansımalarıyla anımsanır. Bunun için de mekanlar bizi kendine çağırır. O mekâna gidince aynı duyguları yaşayacağımızı zannederiz ama, gittiğimizde çoğu kez istediğimiz o duyguyu bulamayız. Ama yakın duygularla karşılaşıp gönlümüze birazcık olsun geçmişin suyundan serperiz. Çünkü mekanlar yerinde dursa bile biz aynı kişi değilizdir artık.
Çocukluğun yaşandığı mekanlara daha sonra büyüyerek gittiğimizde çocuk olamıyoruz. Kendi çocukluğumuzun babası gibi bakıyoruz ister istemez. O çocuk olmaktan çok başını okşuyoruz. Belki onu bugünkü olgunlukla teselli ediyoruz. Bu da gönlümüze ve ruhumuza iyi geliyor. Yani bit pazarına nur yağar mı bilmem ama içimize bir hoşluğun yağdığı kesindir.
Çocuktum ve Ramazan ayındaydık. Ramazan ayında üçerleme denen orucu tuttuğum yıllardı. Yaz bir hayli sıcak geçiyordu. İftara doğru bizim orada suyu soğuk olan bir çeşme vardı. Oraya gidip su getirilirdi. Her gün köylülerden biri römorklu traktörü hazırlar her evden bir kişi su getirmeye giderdi. Bir gün dayım hazırlamıştı traktörü bizden de beni göndermişlerdi suya. Ben aldım bidonu atladım römorka. Büyükler römorkun kenarına oturuyorlardı. Bende onlara özenip onlar gibi oturdum. Dayım bana içeri otur düşersin dedi. Giderken içeri oturdum ama dönüşte ben de büyüklere özenip römorkun kenarına oturdum. Dayımın bir bildiği varmış demek. Kasisten geçerken römork sallandı ve ben yere düşmüştüm. Nedense o gün benim hatıralarım arasında önemli günlerden biri olarak belleğime kazındı. Suyu eve getirdiğimde sofra hazırdı. Su kondu sofraya ve ezanı bekliyorduk. Ben öyle susamıştım ki, bardağı kaptığım gibi diktim ağzıma. Bir bardak kesmedi bir bardak daha. Derken yarım dakika sonra ezan okundu. Öyle pişman oldum ki, oruç tutarken ne zaman susasam o an geliyor aklıma.
Geçen aylarda köye gittiğimizde oradan geçtim ve o hatırayı bir daha yaşadım. On yaşındaki o çocuğun düşüşüne bir de kırk yedi yaşında şahit oldum. Şimdi Dayım hasta yatağında ben ise tabir yerindeyse hayatın ortasında. (Bu yazıyı yazdığımda dayım hayattaydı, ama şimdi onu ebedi hayata uğurladık) Geçmiş beni hep ardımdan takip ediyor. Şiirlerimde ki birçok tasvir ve imge oradan kalma. Çünkü ben de ağaçlar gibi köklerimle yaşıyorum.
Söğüt dalından düşüp kolumu çıkardığım, karlı bir havada çocuk başımıza köyümüzden diğer köye gidip yine gittiğimiz yerden karlara bata çıka çıkıp gelişim. Bağ bozumu zamanı köyümüzün çocuklarıyla hayvanları önümüze katıp Kelkit çayından köye doğru gün batımı kızıllığında çıkışımız. Bekçi düdüğüyle sızlayan yüreğim. Yılanı sopa sanıp elime aldığım gibi yere atıp kaçışım. Babamın yıllık izine gelmesini heyecanla bekleyişim ve daha bir çok şey. Meğer on bir yaşına kadar ne çok şey yaşamışım. Aradaki otuz beş yılın içinde ne yaşadın diye sorsalar çocukluğum kadar sayıp dökemem. Belki de hayat denen şey sadece geçmişten ibarettir. Şimdi ise onun bize haz verdiği yansımalı bir yanılsama.
Bana göre insanın rağbeti hep eskiyedir. Eski günleri tekrar yaşamak ve aynı heyecanı yakalamak için nedenler arayıp dururuz. Gelecekten ümit edilen geçmişte yaşanıp haz alınan ve aynı hazza ulaşma isteği. Şahsi geçmişimiz bizi inşa eden kilometre taşları, uzak tarih ise toplumu inşa eden görünmez bir ustadır. Tabi ki o ustanın kıymetini bilmek, bugün ki yapıtlarımız da onların izlerini nakışlamakla gerçekleşir.
Benim bit pazarıma hep nur yağıyor. Sizin de bir bit pazarınız var mı? Vardır muhakkak. Oraya da nur yağıyor mu? Bit pazarına nur yağmayanın, ışıltılı vitrinler karşısındaki heyecanı, kelebeğin ömrü kadardır. Siz yine de arada bir geriye dönüp bakın. Bugünü yaşamak lazım derler ya, siz ona da inanmayın. Bugün insanı hep yanıltır. Çünkü insan yürüdüğünde sağlıklı düşünemez. Aslolan dün ve yarındır. Çünkü insan dünün çocuğudur.