Bozkırın Gizemine Kaside

AHMET URFALI
Bozkırın Gizemine Kaside
 
“Miskin Yunus çiğ idik piştik elhamdülillah.”
 
1. Hüzünler Bozkırda Doğar
 
Gündüzü kavruktur karayel yanığıdır çehreler
Gecesi zifir karanlığın kıyamında çaresizliklerin kâbusudur
Efsunludur yaylasında birbirine yoldaş olan kahırlar 
Çıplak bir yalnızlığın yurdudur bozkır
Yoksul bir hıçkırık gelir de bütün ağırlığı ile göğse oturur
Tatlı canı daraltır ve ölüm gün batımı bir zamanı tüketir
Acı iki damla gözyaşıdır yorgun yanaklardan süzülen
Sessiz bir feryat mavi göğün yücesinden masum bakışlara teselli sunar  
Sonrasında vakti gelmiştir gurbet garipliğinde yola çıkmanın
Anadolu semâsının altında bir akşam üzeri
Kerpiç duvara yaslanıp Allah’a meramını açar yoksul bir gönül
Boz toprakta rızkını ararken mahçup sitemiyle haykırır ufka
Kerem yangını sevdaların hasret türküsüdür mağlup halleri
Çığlıkları bir yakarış dilidir sözleri düğümlenmiş
Ve isyansız ıztırap iniltilerinin ince bir sızısıdır
Çilesi gözlerinde yağmur sağanağıdır fırtınasından boşanmış
Boz toprağın sesidir rüzgâr tozunu kaldırdığında
Önüne katıp götürdüğünde gevenleri
Fakir hanelerde umutsuzluk bir bıçak yarasıdır 
Boran uğultusudur sel gürleyişidir
Feryadını dinleyenleri fetheder gurbetin sonbaharında türküler
İlhamını alır asırlık bekleyişlerden 
Sarı buğdayın boyun büküşü bu yüzdendir özlemlere
 
2. Cesaret Yiğitliğin Gürbüz Bedenine Bağışlanmıştır Dar Zamanlar İçin
 
Kızıl asma kütüğünde alaca düşmedi koruklara
Bostan tevekleri döl atmadan kurudu
Gök ekinler sarardı cansız köklerinin üstünde
Üvesi koyunlardan ölü doğdu kuzular
Kara bir bulut ağdı kentlerin üstüne
Baycu Noyan buyruğunda ölümün atlıları
’Yedikleri yoksul eti içtikleri kandı’’
Kahramanlık ülkesinde yılgın bekçilerin otağına yığıştılar 
Hanın gözü Persleşmiş bir suskunlukla korkaklığa sığındı
İkindi gölgesi suya indi yalınayak
Su bulandı salkım söğütler ürktü
Tedirgin bir ürperiş şıvgın olup yürüdü derinliğine suyun
Sabır katlanması zor bir kurtuluş müjdesidir
Lakin sunakta boyun uzatmak mıdır bir celladın bıçağına
Eğer mümince bir tevekkülse çaresizliğe
Yıldızları geceden doldurmak gerek heybelere
Kastedince eğri kılıç can almaya oklar delip geçmeye
Kusarken bütün kinini vahşet cenginin yağmacıları
Direnmenin ateşini Haçlılar mı alıp götürdü yoksa
Cesaret tohumunda gizlidir hür yaşamak Yaradan vergisidir
Ve yiğitliğin dinç bedenine bağışlanmıştır dar zamanlar için
 
3. Erdem Çağının Işığıdır Bozkırdaki Kanat Sesleri
 
Güz sarısı benizlerde solar marazi bir ağlayış
Kıtlık kabaran öfkesiyken kurak ovaların
Bir Hülagü fitnesinin zulmüne dağlar ığranır
Sen sevinin gücüyle karşı durursun davinin zalimlerine
Haramiler kesse de yolunu göçüp gitmeye devam edersin
Toynaklarından çıngılar saçan tozkoparan küheylanlar ile 
Yenik düşler yüreklerde sızlar ağızlarda ağıt olur
Sonra sen gelirsin Pir-i Türkistan ocağından atsız pusatsız
Bir köseğinin peşinden yeni destan çağlarına yürürsün
Bin ümit bağışlarsın sinelere oturup kalan sancılara inat
Ay şafağında tuğralı ferman üzre yüklersin göçünü
Aşkın hikmetlerini söylersin cennet kapılarının önünde
Sen fışkırırsın çorak tarlaların rahminden yeğinleşerek
Oğuz’un nesli için ulu çağrıyı duyup koşarsın
Çoban ateşleri yakarsın dağ başlarında şehirler aydınlanır ışık ışık
Tan ağartısı düşmeden kara yerin üstüne
Kaybedilmiş güzelliklerin buruk hayaliyle avunursun
Ülkün Ahmet Yesevi’nin vasiyetidir çağları aşan
Dolaşır Anadolu yaylasını bir hümanın kanadında
Sen çığralar açarsın dağların yamacından bilinmedik mekânlara
Şimdi bak bin muştuyla çiçeklenmiş diri kalplere
Nişanlı beş bin melek gelir erenler yardımına
Kutlu müjdenin haberine baharın bin rengi açar
İnsanlar karasevdaları ile bağlanırlar toprağa
Bu yüzden Anadolu baştanbaşa aşkın ülkesidir
Bil ki hamuru Yesevi ocağında mayalanmıştır
Biter kara fetret dönemi sel akar yatağından Anadolu’ya
Şafak söker nefesinden kuytu köşesine yetimlerin
Güvenli bir beldedir şimdi nehirleri sevaplara ulaşan
 
4. Yunus’un Can Ocağında Söz Çatılır Söz Pişer
 
Söz dilinde güzelleşir sen söyleyince mor dağlar baharlanır
Sevgi büyür sözünün doğurgan yatağından 
Yetirirsin noksanlıkları Hünkâr soluğu deyişinle 
Söz pişirirsin ağırlaşan yükünün çileli tahammülünde
Bilginin kilidi aşkın anahtarı ise söz her can hisse alır rızasınca
Senden öğrenir kanadı kırık güvercinler sözün şifa olduğunu
Ve hayal kurmayı unutan şehirlerin üstüne al şafakta sözün doğar
Seninle çözülür esaretin dudağında yabancılaşan lisan-ı Türki
Kalbin ahengini verir rüzgârın kimliğine 
Gökte yıldız ışıldar ötelerde ardıç kuşları ötüşür
Bezenir dağa taşa çiçeklerin oymağı sözünle mühürlenir Anadolu
Uzak bir yolcunun yorgunluğunu alır gözlerinin aydınlığı
Güneş bir mızrak boyu yükselir ardınsıra
Bahçelerde karanfiller tutuşur selamın sarar evreni
Sözünün zaferi akça bayrağını yükseltir zamanın kargaşasına
Kuşluğun niyazında bir sevinç yayar divana durduğun seccadenin huzuru
 
5. “Aşktan Gelir Bu Söz Dile’’
 
Aşk geldi
“Aşk gelicek cümle eksikler biter” dedin âleme
Gök yer ve su nasibini aldı şimdi şükründedir dilleri
Gül kokusundan andı vardı yağmurlarla inecek
Aşk geldi
Sızdırdı ışığını karanlığın örtüsünden
Öfke dervişçe boyun eğdi duyunca utangaç gelişini 
Sesinden tanındı aşk bezirgânı olan adın
Merhem oldu saklı gönül yaralarına
Aşk geldi
Her vakte uğrayıp her yere gizemli görkemini nakışlayarak
Dayandı bütün nazlarına hayatın aydınlandı puslu koyaklarda geçitler
Unutulmuş gurbetlerin ağusuyla avundu gidip de gelmeyenlerin ardından
Aşk geldi
Anahtarı ay ışığından ödünç alınmıştı pirlerin hürmetine
Kilitli dilekleri açtı büyüsü bozuldu nefretin
Korugandan azatlı kuşlar hürriyete gülümsedi 
Ve senin dalına kondular söz cülusunun töreninde 
Aşk geldi
İnsan bilmediğini öğrendi aradığını buldu olgunluğa ulaştı
Çünkü koca bir cihan dürülmüştü içine ulu varlığından can üflenip
Silindi öç karasının izi mahcup yüzlerde sararıp solan
Aşk geldi
Aşk uluları söyledi aşktan kuruldu bu yurt
Gönül kardeşliğinin ışığı alınlarda şavklandı
Yıldızlardan sağılan sevgiyi çoğaltıp bengisuyla
Kırbalar dolusunca paylaşıldı sevdaların ödülü
 
6. Aşka Tebdil Ederiz Ateşte Sınanmış Benliğimizi
 
Kaçkın bir bulut sığındı hüznümün merhametine
Sesim yankısı ile birlikte kayboldu içimde
Çekirdeğimdeki ağacın kökünde yeşerdi gürbüz bir dal
Ve yaprağı soludukça gecenin karanlığını
Aydınlandı gözlerimde yeşil bir sevinç
Göğümü karartan fırtınanın adını unuttum
Ve her sabah aynı nurla yıkadım yüzümü
Suyun kalbinden taştı aşkın yeni terennümü
Utlandım isteyemedim fazlasını herkese yetsin diye
Telaşlı bir sessizliğin ortasında durup sencileyin
Geniş zamanlara duyurmak istiyorum ezgisini ışığın
“Kastım budur şehre varam feryad u figan koparam”
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir