NECATİ SARICA
Cesedimin Başucunda Söylediğim
Serseri kelimelerin dökülürken çıkardığı seslere şiir dediğim
şiir dediğim gölgemin ucunda iki kopuk düğmeden
sonra hep ellerimde yine hep kerpiç yorgunluğum
fotoğrafımın önünde kırmızı ruj süren kızların
sebepsiz yere ağladıklarına
kubbelerin insafı yok o kızların dudaklarına
ağladıklarına yok hükmünde bir ismimin kaldığı
hatıralarında bile hatırım yok
keman yüklü bu yer bu gemide yine
ve bir akşam albümüyüm tayfaların gerçeğine
şehrin efendileri köleleriyle sevişirken
hayat bize hep bir zenci karşılama töreninde
utançlarımıza kefaret suların hep durulur derlerdi
sara nöbetlerinden yırtılarak açan bir çiçeğin kokusuyla
mor hareli tülbentlerine sayılıp sarmalandığımız
evet bir ismim vardı sanki kanımla yıkanmış
yasaksız bir gülümseyişimin
gözlerimin ise hep koynumda durduğu
öylesine bir hikayede öylesine titrek olduğu
kara kirazlardan başlayan bir yaranın
küçük çay bahçelerinden çıldırtan patikalarına akan
hecelerle kandan bir güvercini çizdiğim resimden
iğnenin deliğinden kara bir kirazını geçirdiğim
akla düşeni de neydi ki
sökemediğim bir ilkokulu kadar bile öğrenilemeden
bir ömrü geçmiş öylesine bir hikâyeden
vuruşarak çekildiğim
cesedim vururken suyun yüzüne
cesedim çoğalıyordu ve beni çağırıyordu hayat
çocukluğum bir son gün öncesinden vakti gelmiştir diye
yine o günkü gibi bir avuç çocuktum sadece
gölgesinin ucunda iki kopuk düğmesiyle
öfke nöbetlerinden kaç gündür uykusuzu olduğum
dans kafirlerinden aykırı bakışları ödünç
ve benim suyun yüzüne söylediğim akıl
geç kuşanılmışlığın elbiselerinden damlayan kanıyla
ben kendimle ben yürürken söylediğim gibi oluyordu her şey
ışığa kül dökenlerin zifir karanlığında
keman yüklü bu yer bu gemideydim yine
ve ödeşirken ölür gibi ödediğim
ve öylesine bu hikayede yine
şiir dediğim baskın gibi dökülen kelimelerin
ateşini göğüs kafesimde kavurduğum
hu sesi ve bir akıl parçası bile olmadan yanımda
bir yaradan kara kirazlardan başka
cesedimin başucunda sarılarak boşluğuma
cesedimin başucunda söylediğim
dalgın bakışlarıyla şairlerin ölürken ağladıkları
konuşamadığım sözlerim duruyor koynumda
gözlerim duruyor koynumda
durmuş saatin sarkacında
birikmiş zehir gibi gülümseyişim
iğnenin deliğinden bakarken akıl geçiyor
ben geçemiyorum dediğim
bir yaranın kandan güvercini
kanatlarından düşeni de neydi ki
çizdiğim resmin
ve şiirimin payını
akla düşeni de ötelediğim
fotoğrafımın önünde duran hayat bize
yırtılarak açan bir çiçeğin kokusuyla
bana kendimi hatırlatıyor oldu bu şiir yine
ve düşünmek korkunçtur
serseri kelimelerin dökülürken çıkardığı seslerle
şiir dediğim
ve ödeşirken ölür gibi ödediğim
utançlarımıza kefaret sularım durulur dediğim
hiç bitmeyen bir şiir gibi aslında
hiç olmayan sonuna bir nokta koyuyoruz.