MEHMET BAŞ
Dağlara Doğru Sürerim Atlarımı
Sen o ülkeyi bilir misin kardeşim
Saçlarında bulutlar dolaşan kızların ülkesini
Siyah akrepler arasında öylece
Kömür karası bakışların cellâtları çıkıp gelir
Yamalı gömlekler giyen adamların çatlamış ellerinde
Dünyanın tüm haritaları çizilmiştir
İki dünya kırpılır ağarmış kirpiklerinde
Gözlerinde bir akvaryumun şaşkınlığı büyür
Sulara kapılmış bir ömrün peşi sıra
Bozlaklar kanatlanır bozkırların ortasında
Kırılmış kanatlarıyla şehre düşer kartallar
Orada gazeteler kirli bir mürekkep bulaşığıdır
Ve öyle balıklar vardır ki suyu bilmezler
Kumarda kaybedilmiş günlerin telaşıyla
Susuzluğunu kandıracak bir çeşme ararlar
Köy kahvelerinin buğulu camları önünde
Bir imparatorluğun çöküşü gibi çöker kasketli adamlar
Ha bir kalp krizi ha bir dağın kendini kusması
Ellerinde tezekle okula gider yetim çocuklar
Ayaklarında soğuk kuyu ayakkabıları delinmiş
Annelerin simsiyah saçlarına kar yağmıştır sanki
Halı dokurken ağlayan kızların çatlamış dudaklarında
En son türkünün karanfilleri can verir
Solmuş bir resmin içindedir adam
Tabakasından bir Bitlis tütünü sarıp içerken
Dumana bürünmüş Nemrut Dağı’nı tartan bir terazinin
Diğer kefesine Ağrı Dağı’nı koyan bir kaderin
Menekşeleri solduran tipisine yakalanır
Sen ruhumun eski ceketini giyen çocuk
Üşüyen bir çiçek gördün mü sahra çölünde
Akşamları zehrini şehrin üstüne kusan
Yılanların dili neden çatal olur bilir misin?
Kâhinlerin yüzünde kara büyülerin lekesi
Kül olmuş bir leylak hangi baharı çağırır
Şarkıların sustuğu gün ben çıkarım yollara
Dağlara doğru sürerim atlarımı
Kesilmiş bir ağaç gibi dökülür gözyaşlarım
Eski bir sandıktan eski bir mendil çıkar
Annemin solmuş resmine bakar bakar ağlarım