Dava Adamı ve Kahraman

MEHMET ÇETİN
Dava Adamı ve Kahraman
 
Her toplum kahramanlarıyla övünür ve onların düşünce, davranış, başarı ya da zaferlerini nesilden nesile aktararak ortak bir hafıza, ortak bir bilinç ve kimlik oluşturmaya çalışır. Hiç şüphesiz her toplum, yüreğinde yaşattığı, yücelttiği ve örnek aldığı çok sayıda kahramana sahiptir.
 
Peki, kahraman kimdir? Özellikleri nedir, kahramanlık nasıl bir şeydir?
 
Tarih genellikle kahramanları siyasi ve askeri tarih ve kimlikler içinde arar. Ve kahraman dediğimizde olağanüstü şartlarda ve zamanlarda uğrunda ölmeye ve öldürmeye hazır ve razı olduğu bir davası olan, gözleri çakmak çakmak, gözü davasının zafere ulaşmasından başka bir şey görmeyen bir insanı düşünürüz.  Davasının, ülkesinin, vatanının temsil ettiği değerleri yüceltmeyi amaçlayan, onların onurunu kendi onuru bilen, bu uğurda her fedakârlığı göze alabilen, güneşin en parlak ışıklarının kılıcının kıvrımlarında pırıldadığı, cesur ve fedakâr bir insan imajı belirir tahayyülümüzde.
 
Burada şimdi dikkat çekici unsurları çıkarıp incelemeye tabi tutalım;
 
Öncelikle kahraman bir insandır.
 
Elbette başka ne olabilir ki, diyebilirsiniz ama bunu hatırlatmanın bir sebebi var. Evet, kahramanlar da birer insandır. Bütün zaaf ve üstünlükleriyle bir insan. Bu insanı kahraman yapan şey gücünü, cesaretini, fedakârlığını, yetenek ve aklını olağanüstü şartlarda ve dönemlerde en üst seviyede kullanabilen bir insan olmasıdır… Zaaf ve yetersizliklerini, bencillik ve çıkarcılığını ise en alt düzeye indirebilmiş bir insan…
 
Yani kahraman kusursuz bir insan demek değildir.
 
Kahraman, kahramanlığından dolayı her düşüncesine katılmamız gereken insan da değildir. Dolayısıyla kahramanlar her fikri doğru olan, yanılmaz, kusursuz insanlar da değildir.
 
Aksi takdirde kahramanları yüceltmek isterken putlaştırma, insanüstüleştirme hatasına düşeriz.
 
Bir toplum için en büyük talihsizlik budur. Çünkü insanüstü kahraman algısı kahramanlığı ulaşılmaz hale getirir ve yeni kahramanların çıkmasını engelleyen psikolojik bir duvar oluşturur.
İkincisi kahramanları insanüstü ve hatasız algılamak hiçbir yanlışa, hataya, eksiğe hatta yanılgıya tahammül edemeyen bir hoşgörüsüzlük oluşturur. Bu hem sosyal ilişkilerde psikolojik gerginlikleri besler, hem de hatasını, yanlışını gördüğümüz, eksik ve kusuruyla karşılaştığımız bir kahramanı her şeyiyle gözden çıkarmamıza neden olur.
 
Dolayısıyla kusursuz, olağanüstü kahraman algısı zamanla toplumları kahramansız bırakmaktan başka bir sonuç vermez.
 
Kahramanların ortaya çıktığı şartlar olağanüstü dönemler ve bu dönemlerin zorlu şartlarıdır.
 
Burada olağanüstü şartlar ve dönemler hususuna dikkatinizi çekmek isterim.
 
Kahraman insanların en büyük çöküş ve yükseliş şartlarında ortaya çıkar, olağanüstü bir başarı gösterir. Dikkatlerinizi bir noktaya çekmek isterim.
Bu demektir ki, bir toplum kahramanlara olağanüstü şartlarda ihtiyaç duyar. Olağanüstü şartların kahraman yaratmadığı toplumda ise çöküş kaçınılmaz olur. Ama olağanüstü şartlar bir toplumun olağan şartların dışına sürüklenmesidir ki burada bir toplumsal başarısızlık söz konusudur. Bu yüzden kahramanlara ihtiyaç duyan toplum bir anlamda normal hayatı sürdüremeyen bir toplumdur. Bu asla unutmamamız gereken bir noktadır ve normal hayatın sürdürülmesi esastır.
 
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta daha var ki üzerinde önemle durmak gerekir.
 
O da olağanüstü şartlar ve dönemler demektir ki, bunun anlamı her dönemin kahramanlığının farklı ve bir döneme has olmasıdır. Bazen savunma dönemleri kahramanlar yaratır bazen hücum. Bazen sabır kahraman haline getirir insanı bazen anlık karar ve davranışlar.
Dolayısıyla kahramanın başarıları ve düşünceleri değil onları kahraman kılan ruhu, ahlakı, irade ve azmi örnek alınabilir.
 
Fikirleri, yaşama tarzları, dönemsel algılanışları tekrar tekrar gözden geçirilmelidir.
 
Bu yüzden kahramanların her nesil tarafından yeniden değerlendirilmesi gerekir. Tarih tekerrür etmediği gibi herhangi bir tarihi dönemi, olayı ya da kişiliği, farklı çağların insanları ve toplumları farklı değerlendirir, kendi zamanın idrak, değer ve öncelikleri ile algılar. Aksi takdirde kahramanların büyüklükleri altında ezilen ve onların bize devrettiği ruhu yaşatamayan insanlar ya da toplumlar haline düşmemiz mukadder hale gelir.
 
İnsanüstü, olağanüstü, hatasız, her fikri ve hareketi doğru, bütün zamanlar için geçerli bir kahraman algısı, zafer ve başarı ile yüceltilmiş kahraman algısı totaliter, baskıcı hatta faşist anlayışların yarattıkları, hiçbir gerçekliği olmayan, birer suret ve imajdan ibaret bir tiptir. Anlatılan kahramanla, yaşayan kahraman arasında kapatılmaz bir uçurum doğar. Zamanla kahraman üzerinden sürdürülen bu tür aşırı yüceltmeler, tartışılmaz alanlar yaratır ve bu tartışılmaz alanlar gittikçe genişleyerek toplumsal bir baskıya dönüşür. Kahraman artık her türlü ikbal, servet, şöhret ve iktidar arayışının ve bu amaç uğruna yapılan her tülü olumsuzluğu meşrulaştırmanın aracı haline gelir.
 
Günümüzdeki kahraman algısı ve tanımı büyük ölçüde böyledir ve ne yazık ki çok sık karşılaşılan kahramanların ve kahramanın istismarı onların hatıra ve miraslarının kirlenmesine neden olur.
 
Bizim dünyamızda kahramanlık düşüncesi, amacı ve ideali barınmaz. Bizim değerler dünyamızda kahramanlık değil sorumluluk ve görevlerini en iyi şekilde yerine getirmek esastır.
 
Bazı kaynaklarda Hz. Peygamberin, bir savaş anında çok cesur bir genç savaşçının kendisine takdirle gösterilmesi üzerine “O Allah için değil, kahramanlık için savaşıyor” dediği, bir süre sonra ölümcül bir yara alan o gencin kılıcıyla kendi kendini öldürerek intihar ettiği görülür.
Dolayısıyla tek başına cesaret, iyi savaşmak, onur ve saygınlık adına fedakârlık yapmak bizim değerlerimiz açısından yeterli görülmemiştir.
Burada yine dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta üzerinde durmak istiyorum. Kahramanlar olağanüstü şartlarda olağanüstü bir mücadele ile ortaya çıktığına göre normal hayatın, barışın, huzurun sürdüğü bir toplumda ve dönemde insanlar kahraman olma imkânını da bulamayacaklar, sıradan bir hayat sürerek çekip gidecekler demektir.
Bizim değerlerimiz ve uygarlığımız açısından kahramandan ziyade dava adamı kimliği ve kişiliği daha uygun görünüyor.
 
Her dava adamı bir kahramandır ama her kahraman bir dava adamı olmayabilir.
 
Dava adamı bir davası olan adamdır ve davasının işaret ettiği yüceliğe, arınmışlığa, ahlaka ulaşmak ister. Kahraman olağanüstü şartların ve yaldızlı başarıların insanıdır. Kahraman normal hayatın içinde ihtiyaç duymadığımız insandır. Dava adamı hem en zor zamanlarda, hem de en sorunsuz zamanlarda daha iyi, daha güzel, daha sade, daha yalın ve daha ahlaki bir insan ve toplum olmak hedefi uğruna kendini yüce amaçlara adayan insandır.
 
Kahraman milletler ve toplumlar için vardır ve hizmeti ölçüsünde yıldızı parlar. Dava adamı da milletler ve toplumlar için vardır ama hizmeti ölçüsünde sadeleşir ve sıradanlaşır. Çünkü dava adamı aynı zamanda her halükârda davasının ahlakıyla kendini arındırmaya, yüceltmeye çalışır. Bu onun şöhret peşinde koşmak bir yana şöhretten kaçmasına yol açar.
 
Dava adamı, aynı zamanda ve daima bir emek adamıdır. Erdemli bir hayatın emekle sağlanabileceğine inanır. Buradaki emek her hangi bir iş üretmekten, ibadete, kendini mamur hale getirmekten, dünyayı mamur hale getirmeye kadar çok geniş bir anlama sahiptir. Bu anlamda Dua da bir emektir. Dua emek olduğu için hiçbir dua karşılıksız bırakılmaz.
Her velinin aynı zamanda bir işi gücü olması da, her peygamberin bir mesleği olması da üzerinde düşünülmeye değer bir husustur.
 
Dava adamı bir vazife ve hizmet adamıdır. Kahraman gibi o da adanmış bir hayat sürer, kahramanın hizmeti onu herkesin gözünde yüceltirken, dava adamı hizmet ettikçe gözden kaybolmayı, müstağni kalmayı tercih eder. Dava adamı da inançları, milli ve manevi değerleri uğruna ölmeyi bilir ama en sıradan bir hayatı sürdürmenin de ustasıdır. Dava adamı zafer anında da, yenilgide de, günlük hayatını sürdürür gibi yalın ve sadedir.
 
Dava adamı olağanüstü şartlarda kahraman, olağan şartlarda sıradan insandır. Ama o sıradanlığı ve yalınlığı içinde muhteşem ve mükemmeldir.
Kahraman olağanüstü şartlarda kahramandır, normal hayatta çok ciddi uyumsuzluklar sergiler. Uzun süre savaşmış, kahramanlık göstermiş insanların normal hayatta psikolojik sorunlar yaşadığı, uyumsuzlaştığı hatta adli suçlar işlediği az görünen bir olgu değildir. Hatta savaş şartlarında çok korkak insanların bile olağanüstü kahramanlıklar gösterdiği normal hayata döndüğünde aynı şekilde korkak bir kişilik haline geldiği de görülmektedir.
Dava adamı bir ahlak, bir erdem adamıdır. İşini en iyi yapma çabası takdir görmek için değil, yaptığı işle kendini de mükemmelleştirmek istediği içindir.
 
Dava adamı en zor şartlarda bile amacının ahlakını ve ilkelerini korurken kahraman hep sonuçla ilgilenir. Yine birçok savaşta kahramanca savaşan birçok insanın savaş esnasında ahlaki olmayan davranışlar sergilediği de sık karşılaşılan bir durumdur.
 
Kısaca dava adamı her yerde, her zaman vazife, sorumluluk ve daha yüce ama sıradanlık içinde gizlenmiş bir yüceliğin peşindedir.
 
Bir gün Büyük İskender, Aristo’ya sorar:
“Dünyada en mutlu insan kimdir?”
Büyük İskender, o dönemde bilinebilen dünyanın üçte ikisini fethetmiş bir insan olarak Aristo’nun kendisinin ismini söyleyeceğini düşünmektedir. Ama Aristo şu cevabı verir;
“Ben Atina’da bir oduncu tanıdım. Hayatını odunculukla kazandı. Kimseye muhtaç olmadı. İyi bir insan olarak yaşadı. Çocukları, çocuklarının çocukları ile birlikte huzurlu bir ömür sürdü ve öldü. Tanıdığım en mutlu insan odur, der.
 
Bizim kahraman daha doğrusu dava adamımız bu tipe daha yakındır. Bizi helal kazançla besleyen, yetiştiren, bize Allah rızasını, iyi ve değerli insan olmayı, fedakârlık ve dayanışmayı öğreten annelerimiz, hakkın ve halkın gözünde iyi insan olmayı vasiyet eden babalarımız, bütün büyüklerimiz birer kahramandır ve dava adamıdır. Onların davası ve kahramanlığı adam gibi adam olmak ve helal süt emmiş, vatanına, milletine, insanlığa yararlı hayırlı evlat yetiştirmektir. Onların hayatları da bütün dava adamları ve kahramanlar gibi böyle yüce bir amaca adanmıştır. 
 
Son olarak şunu söylemek isterim. Herkes kendi hayatının kahramanı ve başrol oyuncusudur. Bunun da anlamı şudur. Her hayat orijinaldir, kendine özgüdür ve tektir. “Allah’a giden yol, insan sayışıncadır” hikmetinin anlamı budur. Bu yüzden biz kendimizi, kendi hayatımız dışında hiç kimsenin hayatının başrol oyuncusu haline getiremeyiz. Hiç kimseyi de kendi hayatımızın başrol oyuncusu yapma hakkına sahip değiliz. Olumlu ve yüce bir kişi ya da kişileri kendimize örnek almak onun bir kopyası olmak demek değil, onun yücelik ve erdemini, bilgi, tecrübe ve hassasiyetlerini kendi kimlik ve kişiliğimize katarak kendimize ait bir ömür sürmektir.
 
Başkasının hayatında başrole çıkmak, başkasını kendi hayatımızın başrol oyuncusu haline getirmek bir ömrün gasp edilmesinden başka bir şey değildir.
 
Allah milletimizi kahramanlara ihtiyaç duyacak durumlara düşürmesin ve Allah bu milleti imanın, ahlakın, sanatın, bilgeliğin, fedakârlık ve feragatin, yalınlık ve yüceliğin timsali dava adamlarından mahrum bırakmasın.
 
Sözlerimi Mehmet Akif Ersoy’un bir mısraı ile bitirmek istiyorum.
“Hakiki Müslümanlık en büyük kahramanlıktır.”
 
_________________________________
Mehmet Çetin’i Rahmetle ve Özlemle Anıyoruz
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir