MUSTAFA ORAL
Deniz Dervişeleri |ÖYKÜ|
Ay dünyaya yaklaşır gibi yaklaştı kalbime kalem.
Dönenceler çizmeye başladı.
Başım döndü.
Dünya sular altında kaldı.
Kalbim, dünyam gözyaşları altında kaldı.
Kendimi kaybettim.
En güçlü depremler deniz diplerindedir ya, deniz gibi çok ve ince katmanlı olduğumun farkına ancak o zaman varabildim.
Küçük inkisarlarda hemen kırılırlığım ve dağılırlığım buna eklenince kendimi nargile ile deniz arasında bir yerde buldum.
Bir yanım nargile, bir yanım deniz oldu.
Bir yanım ateş, bir yanım su.
Yüzüm ateş gibi, nar gibi alev alev, kıpkırmızı.
Gökyüzüm nar gibi; içinde tane tane binlerce mavi yıldız.
Kalbim deniz gibi dalgalı; içinde binlerce nar, ateş…
Ben deniz gibi biraz çıtkırıldımımdır.
Çıtkırıldım deyince denizkızları düştü düşüme.
Denizkızları deyince de melekler indi kalbime.
Kalbimi antik bir ayna gibi avucuma aldım.
Baktım bir zaman.
Nazar mayalamış olmalı avucumu; avucum kalbi kırıklar dergâhına döndü.
İpek işlemeli seccade bir suret zikre başladı.
Rahlede bir kâtip eline kırmızı bir kalem aldı.
Secdede bir can diline yeşil bir kelam aldı.
Kitabın ortasına vardı.
Sözün ayağına kadar gitti.
Sözler’in en keskin yerine geldi.
Kelama kalem çaldı.
Hakikatin künhüne erdi.
Aşkı ciltlendi…
Zakir zikirlerle kendini kaydetti.
Kâtip zikirlerle zakiri kaydetti.
Saatlerce zâkir kendini kaybetti.
Saatlerce kâtip kendini kaydetti.
Kâtip ile zâkiri dergâhın kıyısına bıraktım.
Kendimi mananın dergâhına bıraktım.
Elime bir deniz kandili aldım.
Yürümeye başladım.
Yürüdüm, yürüdüm, aşkla büyüdüm.
Yürüdüm, yürüdüm aşkla yaşlandım.
Çok zaman sonra kıyıya yaklaştım.
Yaklaştım, yaklaştım, yaklaştım.
Baktım, baktım, baktım.
Bir de ne göreyim…
Meğer zakir bir deniz dervişesiymiş; kâtip de bir deniz dervişiymiş.
Birinin kelamı, diğerinin kalemi güzel; bunlar birbirine iyi gider; bunlar birbirini iyi eder, dedim.
Onları birbirine işledim.
Onları birbirine istedim.
Çok naz yar usandırır, dediler, hemen kabul ettiler.
Düğün davetiyeleri hazırlandı.
Cümle deniz cem olsun, gelsin, denildi.
Cümle denize doldu.
Cümle deniz oldu.
Deniz sonsuz bir cümle oldu.
Cümle âlem denizde buluştu.
Deniz dervişleri, deniz dervişeleri, denizkızları, deniz melekleri, deniz hurileri, deniz gılmanları geldiler.
Kelimeler gibi el ele verdiler.
Kelimeyken cümle, cümleyken söz oldular.
Söz verdiler birbirlerine; söz aldılar birbirlerinden.
Deniz diliyle dualar ede ede söze girdiler.
Deniz dervişleri mevleviler gibi döne döne sema ettiler.
Deniz dervişeleri zikirlerle deniz dervişlerini sena ettiler.
Denizkızları kendinden geçmişçesine raks ettiler.
Deniz melekleri dalga dalga zikrettiler.
Kırk gün, kırk gece düğün ettiler.
Ben gâh raks ettim, gâh zikrettim, gâh sema ettim.
Sena ettim bana bu güzellikleri yaşatan güzel Rabbimi.
Hazır denize gelmişken deniz enbiyalarını ve evliyalarını da sena edeyim, dedim.
“Yunus! Yunus!” diye diye inledim.
Peygamber Yunus ile Derviş Yunus’tan medet eyledim.
Sesime önce Yunus balıkları ses verdi.
Ardından peygamber Yunus ve derviş Yunus Emre geldi.
Kalbimin yarısını enbiyaya, diğer yarısını evliyaya verdim.
Yunuslar geldi; sen gelmedin.
Ama ben yine de kendime geldim.
Kendime geldiğimde Kız Kulesi’ndeydim.
Deniz halkından dervişleri, dervişeleri, melekleri, kızları, hurileri, gılmanları aradım; yoktular.
Yunusları aradım; yoktular.
Kalbimi aradım; yanımdaydı; şuramdaydı.
Masa dağılmış; mumlar sönmüş, nargile yıkılmış, güneş yakılmış, ayaklarım sularda kaybolmuştu.
Nargilenin kokusu, dumanı rüzgâra, kalemin kokusu mürekkep denize karışmıştı.
Müezzinin sesi rüyama karışmıştı: Essalatü hayrunminennevm.
Kalktım.
Deniz suyuyla abdest aldım.
Mavi bir dergâh misali gözümün önünde açılan denize seccademi serdim.
Allahuekber, dedim.
Şafak vakti Rabbime erdim.