İSA KARATEPE
Dikenlerin Hatırına
Bir kılıcın açamadığı yarayı bazen bir söz açabiliyor, bir kalem bir kağıtta aynı şeyleri yapabiliyor.
Ama açılan yarayı kimi zaman bir sargı bezi kapatamıyor ya da bir kalem bir sonuç vermiyor.
Üzüntülerin bile bazen iyi anlamları oluyor. Canınız yandı, nefesiniz daralıyor bir köşeye atıyorsunuz kendinizi.
Çünkü bugün ayrıldınız.
Önce gideni kalaylıyorsunuz doğal olarak, çünkü giden o, hak etmiştir kesin.
Radyonuzu açmak istiyorsunuz, ne tuhaftır o günkü radyo sunucusu radyonuzu açtığınızda, sizin şarkınızı çalıyor vaziyette.
Tabi ayrıldığınızı radyo sunucusuna haber vermeyi unuttunuz, o da doğal olarak romantik parçanızı tıngırdatıyor.
Sonra yüzünü görmediğiniz, kedinizin oynadığı yumak gibi bir hüzün yumağı sarıyor sizi.
Eliniz sigara paketine gidiyor, doğal olarak ilk sigarayı yakıyorsunuz fakat aslında siz sigara içmiyorsunuz.
Bahaneniz hazır nasıl olsa; sizin hikâyenizi yazan yazar, sizi anlayışla karşılayacaktır.
Burada durun ve “O sigarayı hemen söndürün” diyor bu yazar.
Sebebi; gidenin sizden daha çok yaşaması olacaktır, böylelikle siz intikamınızı alamayacaksınız ve erken diyar-ı göç eyleyeceksiniz. (Zaten intikam gibi kötü şeyler yapacak bir hal de kalmamıştır ki sizde.)
“Amaaan bana ne!” ya da “Vay ben ölmüşüm” derseniz tabi, ölümünüzden sorumlu bakan olmadığım için susarım. Çünkü böyle bir bakanlık ve yazarlık dalı yok.
Şaka bir yana, o gün en zararsız olduğunuz andır, çünkü tüm zararları kendinize verirsiniz.
Zaten giden, gitmeden önce de zarar vermiştir iyileştirdiğiniz tebessümlere.
Geride ne kaldı diye düşünürsünüz bulamazsınız.
Aslında giden çok şey götürmüştür sizden, tüm duygularınızı her şeyinizi.
Hırsızlığı suç sayan bizlerizdir, fakat saadeti, geride kalanının mutluluğunu çalmak da en ağır suç değil midir?
Ben buna “Hırsızlığın da tadını kaçırdılar” diyorum. Allah bilir, hırsız da fazla kalmamıştır toplumda, böylesini görünce korkmuştur zavallılar.
Düşünsenize bir hırsız eve giriyor, uyuklayan birini uyandırıyor “Abla saadet var mı saadet? Huzur kardeşim evde mi, nasıl?” diyor.
Eğer o abla kılıklı uykusundan uyanamayıp gözlerini ovalayarak “Huzurum yerinde” derse hırsız şunu sorardı herhalde sırıtarak “ Bekâr pardon bakar mısınız?”
Sonu malum, sizin durumunuzdakinin zararsız modeli.
Ayrılık öyle bir şey ki yukarda bahsetmiştim, en zararsız halde olursunuz demiştim. Aslında ayrılığın birçok zararı var. En başta çaresizliği getiriyor size; o an hata yapma oranınız çok yükseliyor, denize düşmüş gibi hissediyorsunuz kendinizi. Birisinin sizi görüp kurtarmasını isterken, bir atasözünü de bu arada doğruluyorsunuz tabi. İlginçtir, böyle bir durum içindeyken dostlar da ortadan kaybolma gibi üstün bir yetenekle yok olmuş oluyorlar.
(Acaba bunun, yukarıdaki radyo sunucusuyla bir alakası mı var diye şüphelenmeye başladım.)
Çaresizlik içinde iyice çaresiz kalırsınız, sanki görünmeyen bir el vardır. O el hatalara iteler sizi.
Yapmayın böyle şeyler. Sevgi; mutlu olduğunuz, kendinizi iyileştirdiğiniz andan sonra gelmeli.
Yaralı acılar içinde gelen sevgi iyi mi değil mi kavrayacak halde olamazsınız ki.
Sevginin bin bir hali var, farklı şekilleri, farklı yüzü olduğu gibi.
Aklıma bu arada bir soru takılıyor. Biten ilişkilerden sonra, her şeyin yeniden düzeleceğini bilseydiniz tekrar başlar mıydınız aynı kişiyle?
Ben sizi uyarıyorum, asla demeniz gerekiyor, çünkü denenmiş denenemez.
Uzmanların görüşü de bu yönde.
Deneyin isterseniz, ama bu sefer sonuç daha hasarlı olacaktır.
Bu olayların sonucuna dayanarak ben kendime şunu soruyorum:
İnsanlar sevgi teriminden ne anlıyor ve sevgiliden ne istiyor? (Farklı beklentiler, ayrılığı hızlandırıyor)
Bir liste çıkarın beklentilerinizle ilgili, ama size söyleyeyim, listeniz ne kadar kısaysa o kadar yakınsınız sevgiye.
Çünkü karşınızdaki insanın listesiyle karşılaştırıp tutturma oranı yüksektir.
Sonuç olarak ben şunu söyleyeyim; “Hayatta sadece siz ayrılmadınız, herkes bir şekilde ayrıldı ve ayrılığı gün içinde yaşıyor.”
Çünkü insanlar, hayat içinde küçük ayrılıklar yaşıyor, bu
süregelen büyük ayrılığın sanki küçük halkaları gibi.
Haydi, önce kendimizden başlayalım, hangi ayrılıktan ne öğrendik diyerek.