SELAHATTİN YILDIZ
Dünden Bugüne Kadınlarımız
Çilekeş kadınlarımız ailenin büyük yükünü omuzlarında taşıyor. Annemden biliyorum bunu. Annelerimizden. Kadınlarımızın iç çekişlerinden ve susarak attığı çığlıklardan. Duyulmayan ve boşlukta kaybolup giden ümitlerinden.
Her insanın özelinde kadınların dokunduğu ayrı bir yeri vardır. Bende bunu ilk zamanlarda herkeste olduğu gibi annemde gördüm.
Ben annemi çocukluk dönemi ve gençlik dönemimin büyük bölümünde uyurken hiç görmedim desem inanın abartmış olmam. Ben uyurken ayaktaydı, uyandığımda yine ayaktaydı. Tabi çocuk aklımla bunu sorgulamadım ama daha sonra bu konu beni derinden etkiledi. Sonraları bu kadın hiç mi dinlenmez diye geçirdim içimden.
Sabah bizim haberimiz olmadan kalkardı. Önce ahıra iner hayvanları sağıp çobana katar, ahır temizliği yapar, yumurtaları toplar ve gelip kahvaltıyı hazırlardı. Her şeyin en iyisini bize yedirir kendisi yarım ağız yerdi. Sonra ben ve kız kardeşim okula giderdik. O sıralar babam yurt dışında, abilerim şehre okumaya gitmişlerdi. Abilerim yurtta kalır hafta sonları gelirlerdi. Babam yurt dışında çalıştığı için senede bir ay gelir giderdi. Haliyle bütün yük anneme kalırdı. Annem sabah işlerini kotardıktan sonra ya tarlaya ya da bostana giderdi. Akşam gelip hayvanları ahıra koyar, o sırada yemek ocakta olurdu ve arada çıkar yemeğe bakardı. Sonra akşam yemeğini yeriz ve ders çalışmaya başlardık, annem yine durmaz bir şeyler yapardı. Biz yatardık ve annemin uyuduğunu yine görmezdik.
Sadece uzun kış gecelerinde işlerin hafiflediği zamanlarda anneannem ve köyden gelen birkaç kadınla oturup konuştuklarını ve yüzlerinin güldüğünü görürdüm. Biz uyumaya başladığımızda anneannem masal anlatırdı. Ne çok masal biliyordu okuma yazması olmayan o kadın. Bir sürü beyit bilip arka arkaya söylerdi. Eski dönem kadınları demek böyle yetiştirdi çocuklarını.
Bir insanın en yakın tanıdığı kadın annesidir. Bu nedenle yazıma annemden örnek vererek başlamak istedim. Çünkü benim annem herkesin, herkesin annesi de benim annemdir.
Bu konuyu genele yayacak olursak bütün anneler yaşam şartlarına göre böyledir ve değişmez. Anne köyde olsa da şehirde olsa da değişmez. İster memur ister işçi ister ev hanımı, isterse sanatçı olsun bu hep böyledir. Anneliğin kadının omuzlarına koyduğu ağır ama taşımaktan gocunmadığı kutsallığı vardır. Cennet tabi ki annelerin ayağının altında olacak.
Kadın, eski dönem Türk toplumunda her zaman baş tacı edilmiştir. Üzülerek söylemek gerekirse İslam öncesi Türk toplumunda kadına verilen değer, İslam sonrası maalesef verilememiştir. İslamlaşan Türk toplumu İslam öncesi Arap geleneğinin kadını aşağıladığı örfü uzanarak içinize kadar girmiştir. Her ne kadar İslam kadına hak ettiği değeri vermiş olsa da Arap toplumunun örfi ve kültürel yozlaşmış mengenesinden kurtulamamıştır. Yine üzülerek söylemek istiyorum ki, günümüzdeki cehalet ve kadının değersizleştirilmesi dine bağlanmaktadır. Oysa töre cinayetleri ve kadınların aşağılanması dinin ve Türk örfünün değil Arap toplumun bize sunduğu acı bir gerçektir. Maalesef dini alırken Arap geleneklerini de almışız.
Oysa kazın ayağı hiçte öyle değil. Eski Türkler eşlerine “Han’ım” derler. Bu şu demektir; Han olan kişi ben obanın başıyım, hanıyım, eşine “Han’ım” diyerek sende benim başımsın “Han’ımsın” deyişiyle yüceltmiştir. Bu söylem tüm oba geneline yayılarak kadınlar erlerinin Han’ı olmuştur. Önemli toplantılarda hep yanlarında olur, vereceği kararda en son ona danışırdı. Bu danışma öylesine gönlünü alayım tarzında değil gerçek bir danışma olurdu.
Bildiğiniz üzere Allah’ın isimlerinde “Rahim” sıfatı vardır. Kadının çocuğu karnında yerleşip büyüdüğü alanın adıdır. Öyle günümüzün çirkin ifadesiyle “döl yatağı” değil Rahim’dir. Kim döl yatağından geldi bilmem ama ben rahmin çocuğuyum. Kadının Rahmi bile Allah’ın ismiyle şereflenmiştir. Allah kadına öyle bir kutsiyet vermiştir ki yaratma eylemini kadında tecelli ettirmiştir. Sonra öyle bir merhamet vermiştir ki yarattığı insanın koruyuculuğunu ve eğitimini ona emanet etmiştir. Fakat yaratıcının yücelttiğini erkek egemen toplumlar düşürmüştür.
Dünya da henüz medeni hukukun adı dahi anılmadığı orta çağ karanlığında “Kur’an” yaklaşık iki yüz ayetle kadın erkek hukukunu kurallar silsilesiyle bir bir insanlığın karanlık yüzüne nakşetmiştir. Düşünün “Magna Carta” dan yaklaşık yediyüz yıl önce. Batı medeniyeti İslam’ın kadına verdiği değeri görerek utancından kadınlarına değer vermek zorunda kaldı. Orta çağ karanlığı sözünü bizim bazı aklı evveller farklı anlıyor. İslam’ın geldiği dönem olarak adlandırılıyor. Oysa orta çağ karanlığı tüm dünyada kadının insan yerine bile konmadığı ve bunun gibi birçok insanlık suçunun işlendiği çağdır. Ancak haklarını teslim etmek gerekirse bugün İslam hukukunda kadına verilmesi gereken değeri batı toplumu İslam toplumlarından daha fazla vermektedir. Bu da bizim utancımız olarak şurada dursun.
Şu da var ki, batı toplumu aynı zamanda kadını farklı bir şekilde üretimin içine katarak köleleştirip gereksiz bir yarışın içine sokmuştur. Kadın erkek eşitliği zırvasıyla kadını yine ezmeye başlamıştır. Fakat bunu yaparak kadınların onayını alıp feminizm çatısı altında toplumlara yedirmiştir. Ne yazık ki kadın tanıtım aracı olarak kullanılarak fiziği ve cinselliğiyle hırpalanmıştır. Bu da batının cici yüzünün arkasındaki iki yüzlülüğüdür. Bu da batının utanç vesikası olarak şurada dursun.
Kadın erkek eşitliği konusu gerçek anlamda tartışılamadı. Her erkek her erkeğe eşit olmadığı gibi her kadın her kadına da eşit değildir. Temel hak ve özgürlükler, insani haklar ve hukuk karşısında olan eşitlikten bahsetmiyorum. Mesela köyde yaşayıp çiftçilik yapan bir kadınla kentte yaşayan savcı bir kadın sosyal anlamda eşit değildir. Okulda çalışan hademe ile okul müdürü hâkim karşısında eşittir ancak statü olarak eşit değildir. Dersine çok çalışan bir öğrencinin iyi bir okulda okuyup iyi bir işe başlamasıyla, çalışmayıp yardımcı eleman olarak fabrikada çalışan bir işçi eşit değildir. Yani dünyada her birey kendi statüsünü gayretiyle kendisi belirliyor. Bu nedenle kadın erkek eşitliği konusunda her anne, anne olmayan her kadına eşit olmadığı gibi erkekle de eşit değildir, bilakis üstündür. Bunu efendim illa ki anne mi olmak gerekir gibi gereksiz tartışmayla sürdürmeye gerek yok. Anne olan kadın her toplumda daha kutsaldır. Binlerce yıl tartışılsın eşitleyemezsiniz. Ancak bu üstünlük edicilik anlamında değil statü anlamındadır. Pek tabi ki şartları oluşup evlenmeyi tercih etmeyen her kadın kıymetini kaybetmez, sadece altın madalya yerine gümüş madalya almış olur.
Kadın bildikçe toplum bilir. Kadın geliştikçe toplum gelişir. Erkek egemen toplum kadını arka plana atıp itibarsızlaştırdıkça bilgisiz kalan kadınlardan gelen nesil de itibarsız ve cahil olur. Kadın mümbittir. Her zaman üreten olmuştur. Karakteri sağlam erkekler kadının olması gereken değere ulaşmasından rahatsız olmazlar. Nerede kadını itibarsızlaştıran bir toplum görseniz o toplumun erkekleri gelişmemiş ve katı bir nobranlık içindedir. Gereksiz güç gösterisi yaparak kadını ezmiştir. Erkeğin fiziksel olarak gücü vardır ama kadının ruhu ve duygusu daha güçlüdür. Çaresizlik içinde kalmış olsa dahi evini korumuş ve her şeye rağmen çatısını yıkmamıştır.
İran kadınları dünya insanı için çok önemli bir örnektir. İran edebiyatını sinemasını ve aydınlarını takip edenler iyi bilir, her türlü baskıya rağmen İran kadınları güçlü durur ve çocuklarını güçlü yetiştirir. Kurulduğundan bu yana yıkılmayışının kodlarında bu da vardır. Bakın Çin ve Hindistan da öyle. Toplumlarındaki geleneğin aktarıcısı kadınlardır. Amerika bugün var yarın yok. Ama İran, Çin, Hindistan yine ayakta kalacaktır. Osmanlı padişahları eşlerini Anadolu beylerinin kızlarından seçseydi belki o da yıkılmayacaktı. Çünkü geleneği ve örfü erkekler değil kadınlar taşır gelecek nesile.
Günümüz evliliklerinde kadının özgürlüğünü elde etmesiyle birlikte özgürlük alanının daraltılmasına karşı, ekonomik özgürlüğünü kazanıp çocuklarını korumak şartıyla ayrılık kararını verme noktasına gelmiştir. Bu sosyolojik bir vakadır artık. Elbette günümüz çağdaş toplum anlayışında aile kavramını içselleştirememiş kadınlarımızın aileyi küçük nedenlerle parçalama noktasına gelmiş olmasını doğru bulmamakla birlikte, haklılık yanları olanların haklarını teslim etmek gerekir.
Suyu yukarı doğru akıtamazsınız. Geçmişten günümüze kadar kadının toplum içinde üretime ve eğitime katılmasıyla birlikte kadın erkek ilişkisi farklılaşmaya başladı. Erkeklerin artık o bilindik fiziksel gücüyle ruhu güçlü olan ve toplumsal dinamik haline gelmiş kadını ezme dönemi bitmiştir. Bugün işlenen kadın cinayetleri çoğunlukla itibarının sarsıldığını düşünen erkek egemen bilincin sarsılmasından kaynaklanıyor. Yine bir şerh düşeyim tabi ki kadıların da hataları yüzünden oluşan olaylar vardır. Söylemeye gerek yok ama yine de belirtmekte fayda var, hiçbir hata ölümü hak edecek kadar büyük değildir. Ne ölüm ne de kaba kuvvet kullanmak. Bunları ancak ilkelliğinden kurtulamamış insanın beşer tarafı gerçekleştirebilir.
Günümüz erkeklerinin artık o bilindik maço tavırlardan vaz geçip kadının kendisiyle olan eşitliğini kabul etmesi gerekir. Gerçi kadın erkeğe eşit değildir. Kadın erkekten daha üstündür. Evet şimdi sorun kendinize şu dünya da annenizden daha üstün kim var. Annenizden daha üstün birini bulursanız bu eşitlik ancak o zaman bozulur. Çünkü yaratan öyle yaratmış. Çok eski toplumlarda semavi olmayan inanışlarda Tanrı’lar dişi olarak nitelendirilmiştir. Çünkü kadının doğurganlık ve aileyi kapsayıcı tutkal gibi yapıştırması o dönem insanları için kutsal görülmüştür.
Kadın varsa ev vardır. Evde sıcaklık vardır. Düzen ve intizam ancak kadının olduğu evde sağlanır. Kadının olmadığı evler dört duvar arası ruhu boşaltılmış bir mağaraya döner. Bunu hayatının son zamanlarında kadınsız kalan tüm erkekler derinden hisseder.
Bir erkek eşini kaybettiğinde kaybettiği sadece eşi değil annesidir de. Gözlemlediğim kadarıyla, kadınlar erkeklerini eş gibi sevip, evlat gibi koruyor. Bunu farkedip kıymet bilmeyenin ahirette hesabı kolay olmaz. Onun için vakit geçip pişmanlıklar başlamadan kıymetlerini bilelim.