MEHMET BAŞ
Eski Fotoğraflar Eski Zamanlar
Geçmiş günlerin dudakta saklı kalan şarkılarıdır eski fotoğraflar. O fotoğraflar ki şimdi aramızda olmayan sevdiklerimizin yüzlerini saklarlar. Bir düş ülkesinin içinde artık geri dönülmeyecek olan zamanların kabuk bağlamış yaralarıdır onlar. Çılgınca koşan atların dizginlerine yapışan ecel mevsimsiz bir ülkenin kalbinde hasret rüzgârlarını savurur durmadan. Alıp gider bütün düşleri, hayalleri, ümitleri sevdaları, saatini bile kurmadan.
Dertlerin kıblesinde yalnızlığın kadehini hüznün şerefine kaldıran bir akşamüstü ne yangınlar büyür adı konmamış. Ve adı konmamış ne hüzünler birikir gözyaşı kadehine. Bir düştür artık insan. Yaşanmış ve bir daha yaşanmayacak olan günleri artık bir fotoğraf karesine sığdırır geçen zaman.
Ne zaman siyah beyaz bir fotoğraf görsem, o fotoğrafın içine dalar giderim. Hüzün bir sarmaşık gibi dolanır kalbimin duvarlarına. Ne zaman eski bir fotoğraf görsem bekli belirsiz birkaç damla gözyaşı sessizce süzülür yanaklarımdan.
Eski fotoğrafları çoğu zaman mezar taşlarına benzetirim. Artık ziyaretçisi kalmamış, kırılmış mezar taşlarına. Büyük şehirlerin bitpazarlarında açılan tezgâhlarda karşılaşırım bazen. Artık ölmüş ve geriye kimsesi kalmamış evlerin neşeli zamanlarından bir kare düşer betondan yolların kalpsiz gölgesine. Bu kirli sergide satılan siyah beyaz fotoğraflarda gülen yüzler nerdedir şimdi.
Sahaftan eski bir kitap alırsın ve içinden eski bir fotoğraf çıkar. Hiç tanımadığın bir insanın kucağında küçük çocuğu ile siyah beyaz bir gülümseyişi taşar fotoğraftan. Fotoğrafın üstünde 1948 yılının yaz ayına düşülen bir not vardır ve sahibinden daha çok yaşayan fotoğrafa bakar durursun.
Artık zaman bir dönülmez yolda hızla ilerlemektedir. Kimsenin kimseyi bilmediği bir düşün içinde kanatları yanmış kuşlar misali yere düşer anılar. Sahilsiz bir kasabanın izbe bir köşesinde plakta bir hicaz şarkı çalar. Dağlar yazdan kalmış karın serinliğinde güneşi kalbine gömer. Bir çocuk çember çevirerek geçer mahallenin içinden. Bir eskicinin tablasında sararmış bir albüm vardır. Albümün içinde senin gençlik günlerinden kalmış bir fotoğraf. Artık evin yıkılmıştır ve çok katlı bine yapılması için müteahhide verilmiştir. Birdenbire bu hikâyenin içinden çıkarsın ve durmadan çekilen fotoğraflarına bakarsın kırılan aynalarda.
Evet, gök kubbenin altında bir misafiriz hepimiz. Bugün varız yarın yoğuz. Bizden geriye kalırsa eğer sararmış birkaç fotoğraftan başka bir şey kalmayacak. Fakat bunu kalbimize anlatmak bu gerçeğe inanmak ne kadar zor geliyor insana. İnsansa zamanın çöllerinde seraplar görmekten başka bir şey yapmıyor.
Kim ne derse desin üzerimize öyle bir unutuluş geliyor ki kimse bunun önüne geçemeyecektir. Bizi hatırlasın diye geride bıraktıklarımız bile bu unutuluştan nasiplerini alacaklardır. Ebediliği yine başka fanilerin civarında aramak çölde su aramak gibidir. Ve insan eski bir fotoğraf karesinde gülümseyen bir çocuktur artık.