MEHMET ALİ BAL
Ey Hüznü Mukaddes Kudüs
Ey Kudüs!
Ey Mukaddes Kudüs!
Ey Hüznü Mukaddes Kudüs!
Ey Hüzün Kudüs!
Ey Hüzün! Ey Kudüs!
Gölgesi yere düşemeyen, âlemlere rahmet olarak gönderilen Şanlı Peygamberin (s.a.v.) Gök Sakinlerine teşrif etmeden, hiçbir yaratılmışın erişemediği “Kabe kavseyni ev edna” çizgisine kadar yükseltilmeden önceki ilk durağı Mescid-i Aksa’nın şehri Kudüs’te ne değerler yere düşüyor! Kudüs ismini hep “İsm-i Kuddüs” ile yakın hissederim. Kuddüs İsm-i Şerifinin tecellilerinden bir tecelli ve esintilerinden bir esinti olarak idrak ederim. Vakıa İsm-i Kuddüs, “Her tür yanlıştan, kötülükten, gafletten, vb. eksikliklerden münezzeh olma ve mutlak iyilik, temizlik, tenzih” manalarına gelmektedir. “Kudüs” kelimesi ise “İyilik ve yardım” manasındadır. İbranice “Yerüşalayim” karşılığıdır. İslami ıstılahta “Ruh-ul Kudüs “ ise “Hazreti Cebrail (a.s.) ve Hazreti İsa’ya (a.s.) üflenen ruh” anlamındadır.. Bu farklı kelimeler ve manalar arasındaki çağrışımları böylesi bir samimiyetle ifade edişim, Kudüs şehrinin etrafında tavafa benzemektedir.
Binlerce esef ki, şimdi Kudüs’ün sinesine namahrem gölgesi düşüyor, zalimin zuhurunun kapkaranlık kasveti düşüyor, koskoca İslam Âlemine hicap düşüyor, zillet düşüyor…
Ey Kudüs!
Ey Mazlum Kudüs!
Ey Mazlumu Zaman Kudüs!
Ey Mazlum! Ey Kudüs!
Sana bakıp da bu kadar mukaddes bir şehrin ve böylesine mukaddes makamların mazlum oluşuna, bunca zulüm ve gadre maruz kalışına niye hayret edelim ki? Mekânlar arasında en mukaddes makamlardır en fazla zulme maruz kalanlar, cevr ü cefaya tutulanlar. Adeta, Kudüs son asrın zulüm dalgalarına maruz kalarak, mazlumiyetin bir odağı olarak İslam dünyasının yasını tutmaktadır. Bu öyle bir yastır ki, şahitleri başta İki Cihan Serveri peygamberimiz olmak üzere bütün peygamberlerdir. Zira hepsinin Peygamberimiz (s.a.v.) ardında Miraç öncesi namaz kıldıkları yer oradadır. Titus ve Hadrianus zulmün ve maddenin timsalleri olarak Kudüs’ün üzerinde kara bir bulut iseler de, Kudüs’ün manevi pınarlarından hayat fışkırmaya devam etmektedir.
Bazen düşünüyorum da ümmet mi Kudüs’e ağlıyor yoksa Kudüs mü ümmete ağlıyor? Müslüman dünyasına baktığımızda kanayan yaralarını görürüz. Ağlayan çocuklarını, mazlum ve mağdur kadınlarını, başları öne düşmüş erkeklerini görürüz. Müslüman dünyasına ağlamaktadır Kudüs. Kudüs gibi şehirler ağladıklarında böyle ağlarlar…
Ey Kudüs!
Ey temiz Kudüs!
Senin kurucuların ki, özenle seçildiler. Putperestliği gören gözler alınmadılar içeri. Yuşa’nın (a.s.) manevi ve maddi kanatları altında, putperestliği ve madde medeniyeti Mısır’ı yaşamayan genç insanlar girdiler mukaddes haremine… Mabetlerin inşa olurken, sadece inanmış insanlar değil, inanmış cin âleminin toplulukları da çalıştılar. Asasına dayanmış Hazreti Süleyman (a.s.) ne muti ve abid bir gözetici idi. Davud (a.s.) hem hükümdar hem de gözü yaşlı bir inanmış idi. Kudüs’le ilgili peygamberlerin ya kral peygamber ya da mazlum peygamber oluşu ne kadar ilginçtir. Mazlum olanları ne büyük gadir ve zulme maruz kalmışlardır. Testereler ile biçilenler, sürgün edilenler, ihanete uğrayanlar, işkencelere maruz bırakılanlar, hepsi zamanın ta derinlerinden bugünlere Kudüs penceresinden gelmişlerdir. Kudüs böylesi mukaddes acıların hamilidir. Yazık sana ey Temiz Kudüs! Yazıklar olsun sana bu zulümleri yaşatan kavme ve kavimlere!
Ey Kudüs!
Ey yeryüzündeki göklerin izdüşümü Kudüs!
Ey zamanın aynıyla yaşandığı kadim canlı Kudüs!
Hani İsrailoğulları’ndan kudretli peygamberlerin, insanlardan ve cinlerden her taifeden insanı bir arada yaşattığı bir mekân idin sen. Onlar ki kudretleri ölçüsünde Allah’a (cc) karşı abid ve sacid idiler. Azgın ve baği kavimlerine karşı kudretle donatılmışlardı. Onlardan sonra kavimleri Nabukednezar, Titus, Hadrianus gibi kudretli kral ve yöneticiler tarafından sürgünlere gönderilmişler, esir edilmişlerdi. Her zulüm ve sürgün adeta bir ikizini de doğurmuştu. Ne yazık! Sonra Hazreti İsa (a.s.) sendeki bir mekân üzerinde çarmıha gerilmişti (Kabir Kilisesi). İslam’ın Peygamberi (s.a.v.) buradan Miraç’a yükseltilmişti. Hadrianus’un Roma Sütunlarını anlatmıştı şanlı ashabına.
Sen ki ilk kıblesiydin Müslümanların. Hazreti Peygamber senin için yeryüzündeki “İkinci Mescit” buyurmuştu, “Birinci mescit olan Mescid-i Haram’dan” sonra. O kadar saygı telkin ediyordun ve öylesine mukaddestin ki, Hazreti Ömer’in (r.a.) ordusu iki yıl kapında beklemişti. Kılıç zoruna müracaat etmemişti. Ah o Ömer ki, Kudüs ruhani meclisinin şartı üzerine kalkıp sana gelmişti. Çölü kölesiyle birlikte bir deveye sırayla binerek aşmıştı. Kudüs’e geldiklerinde kölesi deve üzerinde kendisi ise devenin yularını tutmaktaydı. Ruhani meclisin reisi anahtarları Ömer’e (r.a.) vermişti. Nasıl tanıdığını soranlara “Biz onu kitaplarımızdaki Kudüs’ü teslim alacak kişinin alametlerinden tanıyoruz” demişti. Kudüs’ün fatihi maddi olduğu kadar manevi Fatih’ti kuşkusuz. O bir deve yularını çekerek gelecekti Kudüs’e…
Ey nazlı Kudüs!
Ey Sevgili Kudüs!
Kuşkusuz senin için gülmeyi unutan sultanların önlerinde şanlı Selahaddin de vardır. Kuzeyin şövalyeleri, Güneyin savaş çığırtkanı papazları ve tapınak şövalyelerinin oluşturdukları birbirini seller gibi takip eden orduları karşısında ömrünü sana adamıştı. Bir tarafta Akdeniz bir tarafta kan denizi bitişmişti adeta. İçinde tarihin gördüğü muhteşem insanlar vardı. Kan denizinin bir damarı Anadolu’daydı, ismiyle müsemma Kılıçarslan ve kılıçtan geçen yiğitler vardı. Nice sultanlar esirin oldu, nice yiğitler kurbanın!
Sen ki bir köktün İslam’ın dünyasında… Mekke ve Medine kök ve tevhit kardeşlerindi. Konya, Kayseri, Denizli ve nice Anadolu şehriyle sonrasında İstanbul kök nispetinde dallarındı; kılıçlar sana uzandığında durdular önünde yiğitçe, şehadete koştular susamışçasına… Belgrad, Budin serhatte meyve veren dallarındı. Tebriz, Semerkand, Buhara, Fergana, Delhi ve daha nice şehirler hep senin kadim köklerinden besleniyorlardı. Öylesine bir perspektif vermiştin ki sultanlara, Kanuni senin içinde Yahudiler için bir ibadet mekânı (Ağlama Duvarı) tahsis etmişti. Hazreti Ömer (r.a.) “Eğer burada namaz kılarsam, Benden sonraki takipçilerim burayı camiye çevirirler” deyip “Ruhani reisin kutsal mekânında namazını kılmamıştı”. Vakıa Kudüs büsbütün bir mescit idi. Belki de sonraki sultanlar gibi Osmanlı Sultanları da kadim dinlerin bağlılarının mukaddes makamlarına saygı göstermişlerdi. Tarih ve bugünün kalıntılar şahit olarak yeter kuşkusuz.
Ey Kudüs!
Ey içinden ve dışından yaralı Kudüs!
Köklerinden ve dallarından yaralı Kudüs!
General Allenby’nin adeta Hazreti Ömer’i takliden şehre girişinden beri İslam Dünyası karmakarışık oldu. Budin, Belgrad, Kazan çoktan düşmüştü. İstanbul’un kolları kısacık kalmıştı, adeta yaşayacak kadar nefesi kalmıştı. Semerkant, Buhara, Taşkent, Basra ile Bağdat düşmüştü. Buralardaki Müslüman topluluklar “Millet-i İslamiyenin hali yamandur” ağıdını okuyorlardı. Delhi artık esirdi. Daha da kötüsü artık Kudüs’ü yönetecek akıl bilgelik ve kahramanlıktan mahrumiyet çekmekteydi Müslüman Dünyası…
Bugün Konya’ya, Ankara’ya Anadolu’nun bir şehri kadar yakın Kudüs bazen başka bir kıta kadar zihnen uzağımızda olabiliyor. Tıpkı Halep gibi, Bağdat, Basra, Üsküp ve Kosova gibi…
Müslüman Dünyasında Selahattinler, Kılıçarslanlar yerine başka mekteplerde okumuş veliaht prensler, politika adamları, vesaireler var şimdi. Kudüs’e koşacak son enerjisini iç kavgalarla harcayan koskoca ve yaralı bir dünya var. Müslüman Dünyası çok meşgul…
Ve Kudüs ağlıyor! Dediğim gibi böyle ağlıyor. İki Cihan Serveri Hazreti Peygamberimizin (s.a.v.) ayak izleri, kalbi pakinin izdüşümleri çiğneniyor, kirletiliyor. Kudüs ağlıyor. Kurşunların, bombaların altında inliyor. Paramparça ve köklerini kaybetmiş, birbirine vahşice saldıran Müslüman Dünyasının haline ağlıyor…
Hatırladığım bir röportaj var. Kuranın okunuşunu bizlere bir başka sevdiren meşhur ve mağfur Hafız Abdülbasıt Abdüssamed ile yapılan bir röportaj. Sanırım vefatında önceki son röportajlarından biriydi: “Kudüs’ün işgal edilmiş olması beni hüzünlendiriyor” demişti. O genç yıllarımda yakmıştı içimi bu hüzün.
Ey Kudüs!
Ey Mukaddes Kudüs!
Ey Hüznü Mukaddes Kudüs!
Ey Hüzün Kudüs!
Ey Hüzün! Ey Kudüs!
Dilerim dualarımın ve hüzünlerimin ve iç yangınlarımın başköşesinde duran Sen yeniden İslam’ın şehirlerinden bir şehir olursun. Yeniden köklerinden kadim zamanlara ve mukaddes pınarlara uzanırsın. Dilerim yeniden İstanbul, Buhara, Semerkant, Tebriz, Taşkent, Üsküp, Kosova, Belgrad, Kahire, Halep, Şam hatta Cakarta, İslamabad, Kabil bir araya gelirler. Fiziksel uzaklığı aşan zihinsel uzaklıklar izale olur. Dilerim sen bizi mukaddes hüzne, mukaddes hüzün de bizi tevhide götürür. Önce akide esasında tevhide, sonra da birey, cemiyet, millet ve İslam milletleri planında tevhide… Zira ki Kudüs kadimden bu yana tevhit yurdudur. Kapılarını ancak muvahhitlere açar