Ey İnandırılanlar, Kibirlenmeyin!

ALPER GENCER
Ey İnandırılanlar, Kibirlenmeyin!
 
İnanmak, okun kalbe saplanmasıyladır. Aklımızın herhangi bir inancı onaması, inanmak için kâfi değildir. Bir başka elin devreye girmesi ve sizi kendine ait kılması gerekir. Gidip görmeyi çok istediğiniz bir yeri düşünün ve cebinizde beş kuruş yok. Tüm gayretinizle bilet parasını bütün etseniz dahi, o yere gitmeniz size bağlı/dair bir şey değildir. Bileti kesen, sizi bir vesaitin içine koyan, gideceğiniz yere sağ salim varmanızı sağlayan bir başka eldir. Evet, Allah dilediğine inandırır!

Hal böyleyken, bileti kesilen ve gideceği yere varan kardeşlerimiz de, karşılaştıkları bahçenin güzelliğiyle mi ilgili bilemem, çok geçmeden bir kibir başlıyor. Bazılarında, bu güzel bahçeyi herkesle bir an evvel paylaşmak isteğinden oluyor bu. Bazılarında ise, bu bahçeden gayrı bir yer olmadığı, olmaması gerektiği duygusu, birdenbire putperest bir düşünceye dönüşüveriyor. Peşi sıra, “bahçenin sözcülüğü”, “bahçenin sahipliği” gibi, durumdan olmadık vazifeler çıkarmaya başlıyorlar. Öyle ki, sürekli olarak bir bahçede olduğunu savlayan bu insanlara baktığınızda, bir bahçede olduklarını düşünmeniz neredeyse imkânsız!

“Elhamdülillah Müslüman’ım!” deniyor! Elbette, Allah’a bu bahçe için şükretmekte hiçbir beis yok. Lakin bahçeyi tamamen gezip tozmadığımdan, ömrümün sonuna kadar bu bahçede kalıp kalmayacağımı henüz bilmediğimden, ben “İnşallah Müslüman’ım!” diyorum. Yunus’un dediği gibi, her şeyin yarın Hak divanında belli olacağını son nefesime kadar unutmak istemiyorum.

Müslümanlık, bir süreçtir. Bu süreç, vardığımız bahçeyi gezdiğimiz zamana ve orada tattıklarımızla imtihan edildiğimiz her ana tekabül ediyor. İnsanın, mütemadiyen Müslüman olması, bu yakıcı kulluğun merkezinde ne kadar da güç! Gayretimiz galip gelirse bu bahçenin içinde, elhamdülillah öleceğiz. Bana kalırsa yaratılan herkes bu bahçenin içinde ya… Körün istediği bir göz misali, dolanıyoruz.

Peki, bu kadar elimizde olmayan bir inancın, kibri nasıl vaki oluyor? Acaba o bahçenin içine girip, sonra çıkarılanlar; gözlerini bürüyen ve hareket etmeyen bir bahçe resmini, sakın bahçe sanıyor olmasınlar! Öyle ya, o bahçenin içinde olsalar, oraya varmalarının sadece kendi gayretleriyle mümkün olmadığını görür, o bahçeyle ilişkisini kuvvetlendirmekten gayrı bir amaç gütmezlerdi. Ama bunlar, bahçenin içine girmeyenleri nasıl da kendi dünyalarının dışarısında bırakıyorlar. Sanki o bahçede doğmuş da, bir zamanlar kendisi de dışarıda değilmiş gibi!

Benim şahit olduğum bir başka şey de şu… Ömründe hiç o bahçeye girmeden, sadece bahçe resimlerine bakanlar var. Aileden ve çevreden duyduklarıyla, aldıkları tariflerle kendi çizdikleri resimleri anlatanlar var. Ve bütün bunları yaşayıp, bunlardan geçerek, o bahçeye hak kazananlar var. İnanmak, bu kalabalığın ortasında putları kırmakladır. Lakin bütün putları ortadan kaldırsak da, yine de biletimizin kesileceğe vakte kadar beklememiz gerekiyor.

Her ne şekilde inanıyor, daha doğrusu inandırılıyor olunursa olunsun, bu inancı kendisi için güzeller güzeli bir bahçe gibi görenler, bunun için asla kibre düşmemesi lazım. Herkesin Allah ile hiç kimseninkine benzemeyen biricik bir ilişkisi vardır. Aldığımız her nefes, yeni yollar devşiriyor. Herkes kendi bahçesini layıkıyla yaşasa, hepimizin aynı bahçenin farklı farklı köşelerinde olduğu ortaya çıkacak. Aynı bahçede birbirini göremeyen insanlar gibi olmayalım. Herkesin kendi yolu, kendi macerası vardır. Kendi inanma biçimlerimizi, kendi yolumuzu başkalarına dayatmayalım, sonra bir bahçede olduğumuza hiç kimseler inanmaz!

4 Temmuz 2011 / Devrim ve Çay

 

 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir