Fahri Tuna ile Söyleşi

Fahri Tuna ile Söyleşi

SÜNDÜS ARSLAN AKÇA sordu

Sanal deriz hani. İsmi gibi tuşların ucunda olan yürekleri de sanal düşleriz.  Sanal dünyadan dünyamıza giren güzellikler de var elbette. Ve bu oldukça fazladır. Nice değerli kalemi ve yaptığı çalışmaları bu dünyadan gördük ve tanıdık. Takip imkânını yakaladık. Sonrası mı, sanallar gerçeğe dönüştü, güçlü dostluklar ve kardeşlik bağları kuruldu. Sanal deyip geçemiyorum. Yazılan, çizilenler bize karşımızdaki insanın yüreğinden haber veriyor.  
 
Kalem yüreği aşikar kılıyor, kalem erbabının da işi yürek olunca, reel de görmemiş bile olsan uzun yıllar tanışıyormuşuz gibi bir duygu oluşuyor.
   
Fahri Tuna Hoca’mın da işi insan. Onların portrelerini çiziyor. Dünyalarından bizi haberdar ediyor. Sadece dünyalarından mı, Edebiyat sahasında, toplumda iz bırakanları gün yüzüne çıkarıyor. Bütün yönleri ile okuru aydınlatıyor, eserleri ile buluşturuyor.
 
Fahri Tuna İle Söyleşi
 
“Çabamız yaptıklarımız yazdıklarımız hep ‘dünyayı güzelleştirmek’ içindir. Yazdığım portreler ‘dünyamızı güzelleştirmeye çalışan güzel insanların’ hayatlarıdır.” Fahri Tuna
 
Hocam öncelikle bana bu fırsatı tanıdığınız için teşekkür ediyorum. Ve beni Sakarya’dan hatırlayıp son çıkan kitabınızla buluşturduğunuz için.
 
İlk soru genelde yazarın öz geçmişi ile başlar ama ben ilk olarak “neden portreler?” diyorum. Böyle bir çalışma içine girmek nereden aklınıza geldi?
 
Öncelikle bu güzel söyleşi için asıl ben size teşekkür ediyorum Sündüs Hanım. Yirmi beş yıla yakın bir süredir insan ve şehir portreleri yazmaktayım. Dergilerde önemli sitelerde yayımlansa da, Cemil Meriç merhumun dediği gibi, kültürün yegâne ileticisi elbette ki kitaptır. Kırk portre çalışmam 2010’da ‘Akşamın Aydınlığında Portreler’ adıyla kitaplaşmıştı. Bu kez – sizin deyiminizle- edebiyat sahasında iz bırakan otuz üç portre ‘Yaşa’yan Portreler’ adıyla kitaplaştı. Beş yıllık bir aradan sonra ikinci portre kitabının da zamanı gelmişti sanıyorum.
 
Hocam bize kendinizden kısaca bahseder misiniz ?
 
Adapazarlıyım. 1959 doğumlu bir Endüstri mühendisiyim. Kamuda on yıl kültür müdürlüğü beş yıl da kültür daire başkanlığı yapmış, emekli olmuş biriyim.
 
GAP’ta ve Balkanlar’da vali kültür danışmanlığı görevlerini üstlenmiş bir ademim işte. İlki İzlenim’de, sonra Yedi İklim, Türk Edebiyatı, Ülke, Dergâh, Hece dergilerinde yazıları yayımlanmış bir kalemim. Hâlen de Şehir ve Kültür’de şehir, Hece’de insan portresi yazıları, her Cuma düzenli olarak TYB Genel Merkez sitesinde portre denemeleri yayımlanan, kendi hâlinde yaşayan bir kalemim. 
 
Sizi yazmaya sevk eden neydi? Yazarken belli bir zaman ve mekânınız var mıdır?
 
Beni keşfeden, yazmaya teşvik eden, kalemimi terbiye eden Ş. İmzalı ünlü özdeyiş yazarı Mehmed Selahaddin Şimşek merhumdur. Mizah yazarı olacakken beni portreye yönlendiren de odur. Evet; senelerdir her Salı yazı günümdür; o günün akşamı bizde kimseye gidilmez, kimse de misafir kabul edilmez; yazacağım kişiyi okumakla araştırmakla düşünmekle geçer günüm, gece yarısına doğru da cümleler yavaş yavaş görünmeye, dökülmeye, sökün etmeye başlarlar. Sabah da düzeltip önce gazeteye sonra da TYB sitesine gönderilir.
 
Çok mekan derdim yoktur ama mutlaka sessizlik isterim. Salı günü bizim evde olağanüstü hâl yasası uygulanır. Eşim gündüz evi terk eder, kız bir yerlere kaybolur. En çok geceleri ve televizyon kapalıyken, sessizlik hakimken ve ışık neredeyse yok denecek kadar az, hafif loş bir ortamda yazabiliyorum. Yazarken en çok aradığım, olmazsa olmazım yalnızlığımdır. Sigaram hiç olmadı. Ama eşimin yaptığı üzüm şırası, meyve suları veya çerez aradığım da olur, yalnızlığıma katık ettiğim. 
 
Bildiğim kadarıyla biyografi/portre alanında yedi eseriniz var. Bize eserlerinizden bahseder misiniz?
 
Portre kitabı olarak ‘Akşamın Aydınlığında Portreler’ (Değişim, 2010) ve ‘Yaşa’yan Portreler’ (Meserret, 2015) iki, biyografi kitabı olarak ise ‘Gül Sancılı Adam; Faik Baysal’ (2006), ‘Şarkıların Nabzındaki İsim; Halit Çelikoğlu’ (2008), ‘Ülkesine Adanmış Bir Ömür; Numan Yazıcı’ (2011), ‘Önden Giden Atlılar’ (2012), ‘Yaşayan Nasreddin Hoca; Hâfız Hasan Çolak’ (2014) olmak üzere beş, bu alanda toplam yedi kitabım var. Söyleşi, şehir araştırmaları alanındaki kitaplarımla birlikte sayıları on beşi buldu. Sizin anlayacağınız; Âşık Veysel’in dediğince, yazıyoruz gündüz gece…
 
Şiir yazar mısınız? Yaşayan ve kalemini çok beğendiğiniz şairlerden örnekler verebilir misiniz?
 
Şair olmadığımı merhum Cahit Zarifoğlu’ndan 1979’da Mavera’da iyi bir zılgıt yiyince anladım ve bıraktım. Şiir yaz(a)mıyorum kısacası. Şiirlerini en sevdiğim – yaşa’yan – beş şair – sırasıyla- Sezai Karakoç, Hilmi Yavuz, Nuri Pakdil, İsmet Özel ve Haydar Ergülen…
 
Ama o kadar çok şair var ki şiirlerini sevdiğim. Cahit Koytak var, İbrahim Tenekeci var, Ercan Yılmaz var, Şakir Kurtulmuş var, Müştehir Karakaya var. Adem Turan, A.Ali Ural, Özcan Ünlü var. Şeref Akbaba, Ali Günvar, Adnan Özer var. Hüseyin Atlansoy şiirini çok severim mesela. İhsan Deniz, Mustafa Özçelik, Mustafa Uçurum’un şiirini severim mesela. Mehtap Altan, Hayriye Ünal, Zeynep Arkan şiirini de seviyorum. Sevip de adını şimdi hatırlayamadıklarım vardır. Geleneksel şiirden merhum Abdurrahim Karakoç’u severdim mesela. En iyisi siz bu soruyu sormamış olun. Olmaz mı?     
 
Gelelim ‘Yaşayan Portreler’e… Kitabınız Meserret Yayınları’ndan kasım ayında çıktı.  Öncelikle hayırlı olsun diyorum.
 
Çok teşekkür ederim Sündüs Hocam. Kendisi de biyografi/portre yazarı olan Mehmet Nuri Yardım kitabı ‘Fahri Tuna portreleriyle Türkiye’nin kültür sanat haritasını çıkartmış bulunuyor’ diye tanımlıyor. Umarım bu takdir ve tespitlere lâyık olabiliriz.
 
Yanılmıyorsam bir sitede sürekli köşenizde yaşayan portreleri yazdınız. Sonunda bir kapak altında buluşturdunuz. Ortaya elbette ki harika bir eser çıktı. Portre yazmanın zorlukları var mıdır, varsa nelerdir?
 
Her sanat dalı gibi her edebiyat dalı gibi portre yazmanın da güzellikleri yanında zorlukları da var. Hele de yaşayan birini yazmışsanız. Hiç unutmam; yönetmen Yücel Çakmaklı’yı yazmıştım. Rahmetli hafif pepe, hafif kekemeydi. Portresinde ‘hafif pepeliği dilinin zeka hızına yetişememesindendir’ demiştim rahmetli hakkında. Büyük kızı telefon açıp ‘benim pepe değildi, babama hakaret etmişsiniz, size dava açacağım’ diye tutturmuştu. Bunun gibi sıkıntılar da yaşamıyor değiliz ama, yazmak güzel şey be arkadaş, kim ne derse desin!
 
Kitabınızdan bahseder misiniz, ben biliyorum ama okuyucularımız hangi portreleri çizdiğinizi bilmiyor.
 
-Yaşları itibarıyla söylüyorum- Hilmi Yavuz’dan Necip Tosun’a… Rasim Özdenören’den Hicabi Kırlangıç’a, D.Mehmet Doğan’dan Sadık Yalsızuçanlar’a, Ahmet Güner Sayar’dan İhsan Deniz’e, Cahit Koytak’tan Adem Turan’a, Ali Haydar Haksal’dan Beşir Ayvazoğlu’na, Haydar Ergülen’den Adnan Özer’e, Hüseyin Su’dan Nurullah Genç’e… günümüzün kayda değer şair öykücü romancılarının çoğunun yanı sıra Zihni Göktay gibi Türk tiyatrosunun beş büyük oyuncusundan birisi, İsmet Yedikardeş gibi Türk resminin beş büyük ressamından birisi, İbrahim Zaman gibi Türk fotoğrafının beş büyük sanatçısından birisi, Vali Hasan Duruer gibi günümüz Türk idareciliğinin beş önemli valisinden birisini de dahil ettim Yaşa’yan Portreler’e. Bu çokça bilinen simaların bilinmeyen ruh dünyalarını kaleme almaya çalıştım.
 
Kitabın adı niçin Yaşa’yan Portreler ve içinde kaç portre var acaba?
 
Kitaptaki otuz üç isim de 1936-1960 yaş aralığında doğmuş isimler. Yanmış bitmiş kemâle ermiş isimler. Sanatları edebiyat anlayışları dünya görüşleri bir noktaya erişmiş ulaşmış olgunlaşmış isimler. Hem yaşamışlar, hem yanmışlar, hem de yanıp yaşamaya devam ediyorlar. Çok yaşa’sınlar inşallah!..
 
Yaşayan Portreler’i incelediğimde bayan portre yok denecek kadar az. Neden?
 
Kitapla ilgili olarak Edirne’de Kırcaali’de Şumnu’da Adapazarı’nda Ankara’da Yalova’da İstanbul’da İzmit’te söyleşiler imza günleri gerçekleştirildi. İlki Edirne’deydi söyleşilerim ve Avukat Ceyda Bozdağ Hanım sormuştu ilkin bu soruyu. Bocalamıştım. Şimdi de öyle. Sanıyorum o kuşaktan fazla hanım yok edebiyatımızda. Ya da benim dünyamda. Belki Ümit Meriç ablam olabilirdi.
 
Ben âşina olduğum, ruh dünyalarına az çok tanıklık ettiğim dostlarımı tercih ettim biraz da. Ama şimdi karar aldım; bir sonraki kitabımda, içindekilerin en az üçte birini bayanlardan yazacağım; Zira beş aşağı beş yukarı kırk yaş kuşağından Selvigül K. Şahin, Melek Paşalı, Hayriye Ünal, Rukiye Aydın, Mukadder Gemici, Nilüfer A. Zontul, Sündüs Arslan Akça, Ayşe Akpınar, Şeyda Koç, Arzu Ceren K., Mehtap Altan, Tuba Yavuz, Şefika Refik, Güllü Karanfil, Alla Büük … ilk aklıma gelen isimler. Bir sonraki ‘Genç Portreler’de bu isimlerin portrelerinin olacağını söyleyebilirim, kısmet olur da o günlere erişebilirsek.
 
Yaşayan portrelerin devamı gelecek mi?
 
Şu anda Balkanlar’dan Anadolu’ya… dünyamızı güzelleştirdiklerine şahit olduğum ‘Kırk Güzel İnsan’ı yazıyorum. Bir yandan da Şehir ve Kültür’de ‘Benim Şehirlerim’i. Sanıyorum bir yıl kadar sonra da muhtemelen ‘Genç Portreler’ adıyla kırk yaş kuşağının portrelerine başlayabileceğim: Güray Süngü’den Ercan Yılmaz’a, Selvigül K. Şahin’den Sündüs Arslan Akça’ya… Muhtemelen otuz üç genç isim olacak. Yine yaşa’yanlardan…
 
Portreler sadece insan ile sınırlandırılmamış sizde. Şehir ve Kültür Dergisi ile şehirlerimizin de portrelerini çıkarıyorsunuz. Bu dergiden de bahsetmenizi isteyeceğim.
 
Hece’den Yedi İklim’e, Dergâh’tan Ay Vakti’ne, İtibar’dan Hece Öykü’ye… adını burada sayamadıklarımla, edebiyat alanında birçok dergimiz var. Şehircilik konusunda ciddi problemler hatta manevi depremler yaşadığımız bu günlerde bu alandaki eksikliği boşluğu gören ve ciddi bir kadro ile ufuk açmaya çalışan Mehmet Kamil Berse’yi candan kutluyorum. Onsekiz  sayıdır güzel işler yapıyor Şehir ve Kültür Dergimiz. Mehmet Kamil Bey’in isteğiyle ben de Mardin’den Urfa’ya, Edirne’den Filibe’ye, İstanbul’dan Ankara’ya, Üsküp’ten Prizren’e, Bilecik’ten Gagauz Yeri’ne… her ay bir şehrin portresini, ruhunu yazmaya çalışıyorum.
 
Hizmetleriniz hiç tükenmiyor. Akademiler, Fahri Tuna Yazar Okulları, edebiyat atölyeleri… Kalem ve kelam severleri hep bir araya topluyorsunuz. Üstelik çay bedava J Bize bu atölyeden bahseder misiniz?
 
Bana göre bugün Türkiye’nin en büyük sorunu yeteneklerini eğitememesidir. Formel eğitimden, üniversite eğitiminden söz etmiyorum elbette. Edebiyata ve sanata yeteneği olan gençlerimizi usta-çırak usulü, deneyimlerine aktara aktara, onların gelişimlerine katkıda bulunmak gayreti bizimkisi. Geçmişte Vali Hasan Duruer’in desteğiyle bunu GaP’ta, Mardin’de, Edirne’de ve bazı Balkan şehirlerinde bir nevi edebiyat atölyeleri gerçekleştirmiştik. Bir yıldır ise İstanbul Üsküdar’da (Yaz’istan’bul Fahri Tuna Yazar Okulu) ve Adapazarı’nda (Değişim Selahaddin Şimşek Yazar Okulu) okulum var. Genç kalemlerle dertleşiyoruz söyleşiyoruz yazışıyoruz kısacası.
 
Sanalda her geçen gün çığ gibi büyüyen kalemler hakkında ne düşünüyorsunuz?
 
Müzik dünyasında, popüler şarkılar için severek kullanılan bir söz vardır: ‘Şarkı patladı gitti’ derler. Sanal âlem biraz böyle. Ama zararı yok. Sel gider kum kalır. Orta ve uzun vadede her zaman iyiler, kalite kazanır. Telaşa mahal yok yani. Sanal âlemde de iyiler var üstelik ve zamanla yazıya dergiye kitaba dönüşüyor onlar. Örnek mi? Mehtap Altan’ı, Nilüfer A. Zontul’u, Ayşe Akpınar’ı hep sanaldaki harika paylaşımları ile tanımadık mı… Sonra birer ikişer kitapları çıktı, çıkıyor, çıkacak. Edebî kalitelisi iyi ürünler eserler isimler gelsin de, nereden gelirse gelsin diye düşünüyorum ben. 
 
Bir kalemde olmazsa olmaz diye düşündükleriniz nelerdir?
 
Önce yetenekli olmalı kalem sahibi. Bana göre yazarlığın üçte ikisi yetenektir. Kalan üçte biri ise okumak yaşamak gözlemdir kabaca. Yazılanlar özgün olmalı. İmgesel olmalı. Lirik olmalı. Kendisine has bir üslubu olmalı. Hem gönle hem akla hitap etmeli. Bilineni tekrarlamamalı. Lezzetli, nefis bir yemeği yercesine, kendisini bir nefeste bir solukta bir oturuşta okutabilmeli. Yaşayan, tertemiz, pırıl pırıl bir Türkçesi olmalı. Kendine has, özgün bir üsluba sahip olmalı. Kelimelere yeri geldiğinde zıp zıp takla attırmalı. Kurallar, tümlecin zarfın edatın yüklemin yeri beni ilgilendirmiyor. İdeolojik saplantı, propaganda derdi olmamalı. Yazar bir medeniyete ait olabilir ama ideolojik olmamalı. Doğu ve Batı edebiyatlarını iyi tanımış olmalı. Çok mu akıl verdim, çok mu uzun cevap verdim; çok özür dilerim.   
 
Sakarya’ya kültürel hizmetleriniz çok gördüğüm kadarıyla. Birçok yazınız ve çalışmalarınız var. Kısaca söz eder misiniz?
 
Adapazarı Belediyesi’nde, sonra büyükşehire dönüşünce Sakarya Büyükşehir Belediyesi’nde on yıl süreyle Kültür Müdürlüğü, beş yıl süreyle de Kültür İşleri Daire Başkanlığı yapmıştım geçmişte. Hem görevim gereği, hem de sıla-yı rahim anlayışım ve algım gereği, Adapazarı üzerine iyi çalışanlardan birisi de benim. Bu çerçevede beş kitabım yayımlandı. Bunlardan ‘Aynalıkavak Yazıları’ kitabım TYB tarafından 2011-Yılın Şehir Kitabı ödülüne değer bulundu.
 
Bunun dışında Balkanlarla, Balkanlı yazar ve şairlerle ilgili de çalışmalarınız var.  Bu arada oraları da gezdiniz. Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun. Biz devamını alalım hocam. Neden balkanlar? Balkanlarla ilgili izlenimleriniz?
 
Biz bir medeniyetin, gönül medeniyetinin çocuklarıyız. Medeniyetimizin ayak izlerinin bulunduğu her coğrafya, her şehir her köy her iz bizimdir. Bu bağlamda Balkanlar, yüz üç sene önce çekilmemize rağmen, yani yüz üç senedir Türkçe okullarda okutulmamasına, artık Türkçe bir ilim ve irfan dili olmamasına rağmen, hâlâ buram buram Türk, hâlâ buram buram Müslüman Balkanlar. Altı yüz elli yıl nasıl Balkanlarda Türkçe üzerine bir medeniyet kurmuşsak, bir altı yüz elli yıl daha ancak Türkçe ile kalabiliriz.
 
Edirne Valisi Hasan Duruer’in isteği ile geldiğim ve yirmi iki ay süreyle büyük bir zevk ve gayretle yürüttüğüm Balkan Kültür Danışmanlığım süresince, Balkan Türküsü adlı üç aylık edebiyat dergisinin yayını yanı sıra Kırcaali, Gagauz Yeri ve Prizren’de, her birine on altı farklı şair katılmak üzere üç kez Balkan Türk Şairleri Buluşması’nı gerçekleştirdik. Sekiz Balkan ülkesinden Türkçe şiir deneme öykü roman yazan üniversite kuşağından eli kalem turan yüz elli gencimizi, yedi gün süreyle Edirne’de misafir ederek onları hem yazarlarla hem birbiriyle hem de Türkçe ile buluşturduk.
 
Her ay dört şair yazar sanatçıyı şehir şehir Balkanlarda dolaştırarak edebiyat yeteneği olan gençlerle buluşturduk kaynaştırdık. Yahya Kemal’leri çıkartmış bu coğrafyada inanılmaz genç yetenekler var.  Özetle; Balkanlar’da Türk edebiyatının geleceğini kurmaya kurgulamaya canlandırmaya yeşertmeye çalıştık. Çalışıyoruz. Çalışacağız. Hepimize, sizin gibi yazarlar ve okurlarımıza da bazı görevler düşüyor bu konuda, yeri gelmişken hatırlatayım. Balkanlarsız bir Türk edebiyatı, hem eksik hem öksüz hem aksak kalacaktır; iyi bilinsin isterim.
 
Emekli olduktan sonra zamanınızın büyük çoğunluğunu edebiyata ayırıyorsunuz.  Yazmak dışında Fahri Tuna neler yapar?
 
Ben çalışarak dinlenen bir meczubum. Bunun yanında okumak, yeni insanlar yeni şehirler tanımak, yeni lezzetler tatmak (‘sonradan gurmeyim’ ya) en büyük mutluluğum. Galatasaray’ı takip etmek de bunlardan birisi. Son yıllarımda sadece aileme dostlarıma ve sevdiklerime açık, zira benim asıl dünyam onlardan ibaret, dünyaya kapalı bir hayat geliştirdim. Dünyayı, dünya malını, hayatı azaltıp huzur ve mutluluğu arttırmaya, almayı azaltıp vermeyi çoğaltmaya, sade yalın tumturaksız yaşayıp hayatımı anlamlı verimli ve faydalı kılmaya çalışıyorum. Hayat felsefem Nef’î’nin şu harikulade beytinden ibârettir benim: Âşinâya âşinâ bîgâneye bigâneyiz.
 
Güzel ve verimli bir söyleşi oldu Fahri Hocam. Bu fırsatı tanıdığınız için tekrar çok teşekkür ediyorum. Son sözü sizden alalım:
 
Ben insanların bir damla sevgiden yaratıldıklarına ve dünyayı güzelleştirmek için gönderildiklerine inananlardanım. Ve adım gibi biliyorum ki, dünyayı ancak güzellik kurtaracak. Çabamız yaptıklarımız yazdıklarımız hep ‘dünyayı güzelleştirmek’ içindir. Yazdığım portreler ‘dünyamızı güzelleştirmeye çalışan güzel insanların’ hayatlarıdır. Bizim Yunus yedi asır öncesinden söylemiş zaten diyeceğini, gerisi teferruat hükmündedir benim için:
“Gelin tanış olalım
 İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz”
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir