SITKI CANEY
Görüntü ve Boyutları
Ve yeryüzünde, gerçekten inananlar için ibretler vardır.
Ve kendinizde de.
Hâlâ görmez misiniz?
Kur'an {51/20-21}
Çağın kendini tekniğe bırakmasıyla birlikte görüntüler dünyasının boyutları da değişmeye başlamıştır. Nesnelerde başlayan yapay çoğalmacılık diğer alanları da etkilemiştir. Hiçbir tadı artık kendinde barındıramayan şeyler, görsel planda yeni bir biçimle tatlıymış gibi sunulabilmektedir. Bu sunuşun toplumun bütün katmanlarına yayılabilmesinde iletişim araçları önemli bir kolaylık sağlamaktadırlar. Görüntülerin iletişim araçlarını etkin kılması toplumun yapısıyla yakından ilgilidir. Nesnelerin zihnimizde oluşturduğu kavramlar ve dildeki karşılıkları önemsenmemektedir artık. Görüntüler konuşmaktadır. Cağımız insanının zihinsel çalışma sürecinden belirgin bir biçimde uzaklaştığını anımsatmaya gerek var mı? Düşünme özgürlüğünden öte, şimdilerde düşünebilme yetisinin kalıp kalmadığı söz konusudur.
Büyük metropollerin kalabalıklarından, gelenek kırıntılarını sürdüren küçük birimlere kadar uzanmaya çalışan egemen güç, İnsanları salt biyolojik bir algılayış düzeyine inmeye zorlamaktadır. Yeryüzündeki varlıkların doğal görüntüleri dışında yeni bir görüntüler dünyası oluşmaktadır. Tekniğin olanaklarını alabildiğine kullanarak elde edilen sayısız kombinezon, toplumu egemenliği altına alıp sözcükler düzlemini allak bullak etmektedir. Yazı işlevini yitirecek midir? Mc. Luchan'la genişleyen tartışma canlılığını korumaktadır. Birçok dünya dilinin insanları birleştirmeye yarayacak bir yönü kalmamıştır. Dilin bir 'göstergeler bütünü' olarak tanımlanması da bir şeyi çözümlemediği gibi aynı zamanda soyut kalmıştır. Söz konusu soyutluk havada kalan bir soyutluk elbette. Diyetim ki dil bir göstergeler bütünüdür, şu anda insanlar arasında canlı olarak yaşayabilen böyle bir dil var mıdır? Bunu konuşalım. Günümüzde toplumun gereksindiği sözcükler çok sınırlıdır. Bunun dışındaki sözcüklerin unutulması bir yana, böyle bir sözcükle karşılaşan insan şaşırmakta, alık alık bakmakta ve bu sözcük hangi dilde diye sormaya başlamaktadır. Onun için önemli olan. boy boy çıplak kadın afişleri, kutlandığı malın görkemli reklamları ve okuduğu gazetede merakını doyurabilecek kadar cinayet fotoğrafları görmesidir. Somut olarak gözlemlenen bu dar alan, uluslararası tecimsel düzenlemelerin işlerini kolaylaştırmaktadır.
Sanatın söz, ses ve görüntü toplamıyla yoğunlaşması, sorunu çok daha karışık bir biçime sokmaktadır. Görüntünün boyutlarındaki hızlı değişme, sanatın nereye varacağı açısından önemlidir kuşkusuz. Bütün dünyaya seslenebilen bir sinema olayı çoğumuzu düşündürmektedir. 20. yüzyılın başlarında ölen Fransız eleştirmen ve sanat tarihçisi Elie Faure'nin konu ile ilgili yaklaşımı halâ ilginç ve geçerli.
Faure, sinemanın zekânın kalıplarını aşıp tinlerimizin eşiğine varabildiğinden söz etmektedir. Ve sinemayı görünen evrenin en karanlık gizlerini bize açıklayabilecek bir güç olarak tanımlamaktadır. Böyle bir görüş birçok sinemacı tarafından fanatik olarak nitelendirilebilir. Ama görüntülerin işlevi üzerine Müslümanca bir düşünüş biçimi için dışımızda bulduğumuz önemli bir ipucudur bu kanımca. Tinsel evrenimizin iç devinimini ışığa çıkarmak önemli bir olay olacaktır. Sinema sayısız imgeler düzeni kurup sezgilerimizi açımlarken, yeryüzündeki gerçek görüntüleri kullanır. Faure'nin de katıldığı gibi tin özdeğin karşıtıymış gibi özdeğin karşısına çıkarılamaz. Eğer gerçek anlamında almak istiyorsak, sinema sönmek üzere olan ateşi, körüklenmek isteyen dinsel bir duyguyu, içimizde yeniden tutuşturup doruk noktasına vardırmak zorunluluğundadır. Bu da görüntü simgeciliğinin yerli yerine oturtulmasıyla olacaktır. Yarının sineması için söz konusu olan üçboyutluluk, kuşkusuz etkinliği daha da artıracaktır. Bu yeni görüntüler dünyasını ellerinde bulunduranlar yapay gereksinmeler üretmekten ve bozulmayı artırmaktan başka bir şey yapmamaktadırlar. Tehlike bütün yeryüzünün doğal yapısını değiştirmeye yönelik bulunmaktadır.
Yazı karşısında esneyen insan görüntü karşısında da esneyecektir. Kavrayış gücünden yoksun insanlar içi yazının işlevini yitirip yitirmemesi söz konusu değildir. Yalnız rahatlığı arzulayan tembel bir durumalış, insanları görüntülere tutsak kılmaktadır.
Müslüman, rabbine karşı yükümlü olduğu eylemleri yerine getirirken duru ve özgür bir kavrayışa ulaşır. Görüntülere de yazılara da bu kavrayış biçimiyle yaklaşır. Ki ancak bu yolda sinemanın inhibition (uyuklatıcı tutma) etkisi giderilebilir.
Sinemanın teknikle birlikte ortaya çıkışı yoğun bir tüketimi gerektiren yapısı, karanlık salonlarda izlenebilmesi telkin aracı olarak benimsenmesini tartışmaya götürebilir.
Müslümanların acunda, başkalarını seyre çağıracakları kendilerine özgü bir evren birimi hiçbir yerde gerçekleşmiş değildir henüz. Aynı hayatı, çağıracaklarımızla birlikte yaşıyorsak ve bunun dışında da değilsek birçok şeyi salt reddetmek hiçbir işe yaramayacaktır.
Kuşkusuz biz Müslümanlar için yazı'nın işlevini yitirmesi söz konusu değildir. Kur'an-ı Kerim kıyamete dek var olacak ve etkinliğini sürdürecektir, önemli olan bu etkinliğin insanlara gerektiğince ulaştırılabilmesidir. Kur'an etkinliğini hayatımızda görüntüleyebiliyorsak o zaman doğal olmayan yapay görüntüleri reddetmemiz bir anlam taşıyabilecektir.
Bu arada Amerikalı yönetmen ve oyuncu Orson Welles’i anımsatmadan geçemeyeceğiz. Welles bütün yeni (teknik) yolların sinemanın kendi kendine güvenini yitirmesi biçiminde bir korku ortaya koyduğunu belirtirken teknik aldatılardan özellikle söz etmektedir. Bunlar seyirciyi kendinden geçirip büyülemek için girişilen yeğin uğraşının bir parçasıdır. Sinemayı teknikçi bir sürüklenişin dışına çıkarmak ancak yazarların yardımıyla olabilecektir. Sinema çerçeve değildir. Olmamalıdır. Perdeye yansıyanlar hareket halindeki yaşam dilimleridir. “Beni ilgilendiren sinema insan biçimci bir sinemadır” diyen Luchino Visconti aynı şeyden söz etmektedir. Fakat sorumluluk diye bir şey eklemektedir ardından. Günümüz dünya sinemasının var olan olumsuz görünümü “sinema özgürlüktür” anlayışından kaynaklanmaktadır. Oysa bir insanın yaşamına tanık olmak özgür seçmelerle gerçekleştirilemez.
Tanık olmanın tutarlılığı için sorumluluk bilinci söz konusudur. Görülüp tanık olunması gereken o kadar şey var ki yeryüzünde, görebilmeyi istemekle başlar. Sanatçılık biraz da görebilmekle ve duyabilmekle başlar. Gösterilenle gösterenden ayrı olarak ikisi arasındaki ilişkiyi tanımlayabilmek için görenin durumu önem kazanmaktadır.
Yeryüzünde birçok göstergenin kavranılamamasına bu açıdan bakmak gerekecektir. Gerçekten inananlar irdeleyebilecektir yeryüzünün konumunu. Son yüzyılların resminde önem kazanan anlamsızlık, değişik akımlar olarak gelişmesini sürdürmektedir. Salvador Dali, Picasso gibi ünlülerin yapıtlarına çoğu “vardır bir hikmet” deyip bön bön bakmaktadır. Kimin ne anladığı belli değildir. Bizce bilinen, bunların kendi içlerindeki hiçliklerini görüntüledikleridir. Evrenin soyut yanlarını görüntülemeye çalışan çabalara rastlanmışsa da bunlar popülist bir anlayışın sonucu olmaktan öteye geçememiştir. Resmi sinemadan ayıran er önemli yan canlılığın kaybedilmesi ve duygunun genellikle donuklaşmasıdır. Salt bir anlık durumu görüntüleyen fotoğraf ise kuşkusuz gerçekliğinden çok şey kaybetmektedir. Kısaca görüntüleme olayında sinema geniş bir imkân vermektedir bize. Bunun nasıl kullanılacağı ya da olmuş olumsuz etkilerinin nasıl giderileceği titizlikle ele alınmalıdır.
Müslüman için asıl önemli olan “eşyanın hakikati”ni kavrama çabasıdır. Doğal olarak bu teknik bir olayla değil bir iç yolculukla gerçekleşecektir. Bildiklerimizi eksiksiz uyguladıkça bilmediklerimizin kapısı açılacaktır. Bu kapılar görüntülerin ötesine açılan kapılardır. Sinemayı başka yerlere ulaşabilmek için kullanabilmeliyiz. Yoksa, kendi kavrayış yolculuğumuzu açımlayabilmek için değil.
Yineleyelim ki asıl gerçek (hakikat) görüntülerin ötesindedir.
________________
İstanbul-1982