Bu uyuşuk yüzyılda dünya yüzeyinde dönem dönem meydana gelen hareketliliğin sebebi nedir dersiniz? Büyük açıklar vermeye başlayan küresel sistem, rakip medeniyete rol kaptırmamak için olsa gerek, dünyaya şiddet ve kaos kültürü servis etmeyi sürdürüyor. Uzun bir geçmişe sahip olan İslam mühendisliği -siz oryantalizm deyin- bugün evrilmiş haliyle ve “İslamofobi” adıyla Batılı ülkelerin birçoğunda yeniden yükselişte.
Uygarlık tarihinin ön saflarında yer alan ülkelerin
Uygarlık tarihinin ön saflarında yer alan ülkelerin, aynı zamanda gezegenin en demokrat, en özgürlükçü, en adil toplumları olduğu zannıyla yaşadı yıllar yılı bu dünyanın az gelişip çokça geri kalmış(!) mensupları. Hâlbuki işin aslı hiç de öyle değildi. Küresel sistemin üretip piyasaya sürdüğü eşitlik, çok kültürlülük, insan hakları, serbest piyasa, demokrasi gibi kavramların sömürünün gizlenmesi gayesine matuf olduğu anlaşıldı. Ne Batılı kolonyal güçler ne de onların semirmiş torunları hiçbir zaman nedamet duyup tövbekâr olmadılar. Emperyal uygarlığın mümessili Batılı devletler, Kara Afrikalılardan, oturan adamdan ve barbarlardan(!) özdür de dilemediler. Modern dünyanın ikiyüzlülüğü fark edilmiş olmalı ki, insanlık bir kez daha kendi yazgısının bilincine varmaya ve kadim medeniyetlere meyletmeye başladı. Bu yöneliş, sistem kontrolörlerini yeni çatışma ve kaos ortamları yaratmaya sevk etti. “Tarihin sonu”, “”medeniyetsiz vahşiler”, “medeniyetler çatışması” gibi etiketler sistemin rol kaptırmama telaşının sonuçları olarak okunabilir.
“Tarihe bakarsanız anlarsınız” demek
“Tarihe bakarsanız anlarsınız” demek geçiyor aklımdan ama siz iyisi mi hiç tarihe bakmayın; kendi dairenizin göz alıcı duvarlarıyla meşgul olun, binayı ayakta tutan görkemli sütunlara kayıtsız kalın. Çünkü tarihe bakmak iktidara dikkat kesilmektir, bu da insanı sakatlar, kör topal bırakır maazallah! Guy Debord deyişiyle ‘tarih üzerine düşünmek, aynı zamanda iktidar hakkında düşünmektir.’ İktidar derken de demokratik usullerle atanan(!) hükümetleri kast etmiyorum, o atama erkini de içine alan küresel pergelden söz ediyorum.
Evet. Tarihe bakarsak, küresel pergel, İslam coğrafyasında her dönem Müslümanların iktidara gelmesine ruhsat vermiştir, veriyor da, ama iktidara gelecek şahsiyetin “bir Ömer olmaması” şartıyla. Daha doğrusu gezegenin muktedirleri inananlar arasından “bir Ömer çıkmaması” için birilerini iktidarda tuttu sürekli ve onlar eliyle çeşitli terör yapıları inşa etti. İslamofobiyi besleyen bir kaos ve çatışma kültürü üretmeyi her dönemde başardı.
Bu uyuşuk yüzyılda dünya yüzeyinde zaman zaman gerçekleşen hareketliliğin
Bu uyuşuk yüzyılda dünya yüzeyinde dönem dönem meydana gelen hareketliliğin kendini bazen “dinler çatışması” ya da “uygarlıklar savaşı” şeklinde göstermesine de bakmayın. Gerçekte bu artçı sarsıntıların, krizlerin büyük çoğunluğu küresel sermayenin yüksek tansiyonu sonucu meydana gelmekte. Afganistan'a Sovyet müdahalesi, Körfez Savaşı, Dünya Ticaret Merkezi saldırısı, Londra veya Madrid’de meydana gelen saldırılar, Irak'ın işgali, 2013 Mısır tragedyası, İsrail mobilitesi, Arap Baharıyla ilişkili hadiseler ve Rusya'nın Kırım'ı ilhakı, bunların tümü sermayenin yüksek tansiyonuyla doğrudan bağlantılı artçı depremlerdir. Dinler veya medeniyetler çatışması hikâyesi olup bitenleri örtme, perdeleme manevrasından öte bir şey değil.
Öyle ki ülkelerin varlığı da bağımsızlığı da dünyanın finans dengesini
Öyle ki ülkelerin varlığı da bağımsızlığı da dünyanın finans dengesini koruma mükellefiyetini yerine getirmediği gün bitiyor. Söz gelimi, bir ülke, kapitalizm mabedi AVM'leri pazar ayinlerine kapatacak olsa beş vakte kadar işten çıkartılır. Sistem açısından dövizin, Brent petrolünün işlem görmediği ülkeler yok hükmündedir. Bu ölümcül gidişata en isabetli notu da şair düşmüştür: “Doların dalgalanmasına bırakıldı bu çağda ölüm”
Bu gidişat neden böyle dersiniz? Küresel sistem şeytanla işbirliği içinde yürütüyor işlerini. Bu öyle bir organizasyon ki, çoğu kez farkında olmadan bizi de işleyişin elverişli bir parçacığı haline dönüştürebiliyor. Anadolu’da gâvur kayırıcılığı büyük suçtur ama her ne hikmetse şeytanla iş tutmak ondan ehven bir suç ya da kabahatmiş gibi telakki edilir. Gerçekte sadık bir kul olduğumuzu ispat etmediğimiz sürece şeytan bizimledir, yani yaşadığımız sürece işbirlikçi olup olmadığımızı kanıtlamak gibi bir yükümlülüğümüz var. Gelgelelim bu konuda çok kötü sınavlar verdiğimiz de sonuç itibarıyla ortada. Müslüman toplumları, kapitalist kurumları ıslah çalışmalarıyla görevlendiren sistem, dindarlar eliyle bir burjuva düzeni meydana getirmede pek de güçlük çekmediği yakinen görülüyor.
“Bilim”in dayatılmış bir ideoloji olduğu
“Bilim”in dayatılmış bir ideoloji olduğu anlaşıldı, insanlığın bilime olan imanı tümden sarsıldı. Sizin de dikkatinizi çekmiş olmalı, son zamanlarda beliren bir trend var: Din ve bilim “ahlak” ile yarıştırılıyor. “Benim ahlakiliğim senin dindarlığını da bilimselliğini de döver” biçiminde postmodern bir protesto dermeyan ediyor artık insanlar değişik platformlarda. Bu söylem de ülkemizdeki yeni burjuva düzeninin kazanımlarından biri olsa gerek.
Bu uyuşuk yüzyıldan hepimiz payımıza düşeni aldık
Bu uyuşuk yüzyıldan hepimiz payımıza düşeni aldık elbette. Koca yüreğin dediği gibi “Muhteşem bir dünyanın muhteşem çocukları olamadık/payımıza kötülük düştü”
Uyuştuk işte, uyuşukluk hayatımızın tek hâkimi. Ulularımız ve kahramanlarımız değişti. Politiklerimiz, bürokratlarımız, görevli aydınlarımız gönül erlerimizi tasfiye ettiler, ışığımızı söndürdüler. Aksakallı duacıları, Hacı Bektaşları, Ahi Evranları, Yunusları gönül gözümüzden çıkardık birer birer. Gönlümüzün muradı yok, meleklerin âmin diyebileceği dualar etmiyoruz artık. Unutmuş gibiyiz ezelî ısrarımızı, ebedî düşlerimizden vazgeçmiş gibi.
Her şey buraya kadarmış demek, diyorum bazen kendi kendime. Evet, sevgili okur, hâli hâl olmayan bu dünya, gönülsüzlüğümüzün eseri. Ve gönülsüzlüğün ne kadar gönül kırıcı olduğunu Allah biliyor! Hâkim rüzgâr kimini iradesi dersin?