“Âşık Sümmanî”
Var
Hece Taşları Dergisinin
24. Sayısı Çıktı
Tayyib Atmaca’nın Genel Yayın Yönetmenliğinde çıkan, yine hece şiirleriyle dolu dolu olan “Hece Taşları” dergisinin 24. sayısındaki isimler:
Âşık Sümmanî, Cumali Ünaldı Hasannebioğlu, Prof. Dr. Metin Özarslan, Muaz Ergü, Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, Nuri Peksöz, Osman Aktaş, Mehmet Gözükara, Doğan Kaya(Mahcubî)
“Hece Taşları” dergisinin 24. sayısında yer alan Âşık Sümmanî’nin 3 şiirinden “Yazmışlar” şiirini ve Muaz Ergü’nün Âşık Sümmanî ile ilgili “Sümmanî Baba” yazısını tadımlık olarak alıntıladık, aşağıda okuyabilirsiniz.
ÂŞIK SÜMMANÎ
Yazmışlar
Ervah-ı ezelde levh ü kalemde
Bu benim bahtımı kara yazmışlar
Bilirim güldürmez devr-i âlemde
Bir günümü yüz bin zâra yazmışlar
Bulmadık şadlığın iradesini
Çekerim bu gamın ziyadesini
Herkes dosta vermiş ifadesini
Bizimkini ürüzgâra yazmışlar
Aşk benimle eyler daim kıl ü kal
Daha sabretmeye kalmadı mecal
Derdim taksimdara kıldım arz-ı hal
Dedi neydim bahtın kara yazmışlar
Gönül gülşenimde har oldu deyi
Hasretlik cismimde var oldu deyi
Sevdiğim sevdiğin pir oldu deyi
Erbab-ı garezler yâre yazmışlar
Dünyayı sevenler veli değildir
Canı terkedenler deli değildir
İnsanoğlu gamdan halli değildir
Her birini bir efkâra yazmışlar
Nedir bu sevdanın nihayetinde
Yâdlar gezer yârin vilayetinde
Herkes diyarında muhabbetinde
Bilmem bizi ne civara yazmışlar
Kadrimi bilmeze eyledim minnet
Derdimi artıran görmesin cennet
Sarraflar verdiler yarı bin kıymet
Benim kıymetimi nere yazmışlar
Döner mi kavlinden sıtk-ı sadıklar
Dost ile dost olur bağrı yanıklar
Aşk kaydına geçti bunca âşıklar
Sümmanî’yi derkenara yazmışlar
MUAZ ERGÜ
Sümmanî Baba
Erzurumlu Âşık Sümmanî… Sümmanî Baba… “Ervahı ezelde levh ü kalemde” diyerek söze başladığı şiirinde insanın, insan ömrünün hülasasını dile getirir. Koca bir ömrün hülasası… Dünya hayatı meşgalesiyle, aldatıcılığıyla insanı içine alan, yutan bir kara dumana benzer. Kendini aydınlık gösteren, türlü ziynetlerle süsleyen bir kara duman… Kopup geldiği yeri hatırından çıkaran, ezeli yeminini unutan insan dünyanın bu kara dumanında yitip gider. Dünyaya kapılanlar, hayatın fenalığından murat bekleyenler ancak yanılırlar. Ömür denen muammayı çözemeden çekip giderler. Sıdk-ı sadıklar, âşıklar, ömür sermayesini hiç yoğa harcayanlardır ancak mesut olanlar. Acının içindeki huzur, irfanın sunduğu mesutluk…
Sümmanî Baba, bu hengâmede, bu keşmekeşte yitip gitmeyen ve yitip gitmeye meyyal âdemoğullarının elinden tutan, onlara elest bezminde ettikleri yemini hatırlatan bir büyük gönül eri. Öncülerden, önde olanlardan… Ömür sermayesini hiç yoğa harcayanlardan… Bekleyen ama beklenti için de olmayan…
“Uyandım gafletten oldum perişan
Bir nur doğdu âlemler oldu ürüşan”…
Dünyanın süslerine kanmayan, ömür yatağında gaflet uykusuna yatmayanlardan. Hüzün deryasına da dalmışlardan… Aşk ikliminden seslenir O, derin bir sızının içinden… Yaşamak denen o büyük düş kırıklığı… Avuçlarımızdan kayıp giderken zaman denen iksir geriye şu hakikat kalır, Sümmanî Baba’nın dediğince:
“Gönül perişandır devr-i âlemde
Bir günümü yüz bin zara yazmışlar.”
1861’de Erzurum’un Narman İlçesine bağlı Samikale köyünde doğar Sümmanî. Asıl adı Hüseyin… Hasan Ağa’nın oğlu… Baba ilim/irfan öğrenmiş, mü’min bir Anadolu insanı. Baştan ayağa Anadolu irfanı ve basireti… Hasan Ağa çobanlık yapıyor. Gönlü de beyni de kirlenmeyenlerden. Saf… Sümmanî de babası gibi çobanlık yapar. Ümmidir… Bugün irfana, basirete, aşka yabancılaşmış, Sümmanî’nin çoban olduğunu duyunca aaa çobanmış diye burun kıvıracak, hor görecek onca bilgi yüklü cahil insan dolu dünyada. Ama o çoban, o ümmi adam bilimin, felsefenin anlamakta aciz kaldığı nice hakikati bir cümleye, bir mısraa sığdırmış.
“Dünyayı sevenler veli değildir
Canı terkedenler deli değildir
İnsanoğlu gamdan hâli değildir
Her birini bir efkâra yazmışlar.”
Evet, kendi aklını, gördüğünü, bildiğini meşrulaştırmak için kendi gibi düşünmeyenleri deli diye yaftalayan bir değerler zincirinin esaretindeyiz. Dünyayı mutlaklaştıranlar, dünyadan başka bir yer olduğuna inanmak istemeyenler, evrenselin esaretinden hoşnut olanlar ne canı terk edebilirler ne de malı… Bir yalanı gerçekmiş gibi yaşarlar. Sümmanî Baba işte bu yalanı ifşa ediyor. Alman Filozof Schopenhaur da dünyada gerçek mutluluğun olmadığını, yaşamın acıdan ibaret olduğunu söyler. Hayat bir aldatmaca der. O sonunda insanı hiçliğe, anlamsızlığa sürüklerken Sümmanî inançla, Allah’a teslimiyetle bütün bu manasızlığa karşı direnmeyi de bizlere gösterir.
Ümmilik sadece okuma yazma bilmemek değil. Ümmilik saflığı, bozulmamayı, anadan doğmuş gibi tertemiz kalabilmeyi de belirtir. İşte Sümmanî de tertemiz kalanlardan ve bu sebepten söyledikleri de hiç eskimeyenlerden. Anadolu’yu yurt edinmemizin, dindarlığımızın, otantik varlığımızın şifreleri dilde gizli. Sözlü kültürde… Sümmanî Baba’nın söyledikleri bu açıdan da çok önemli. Âşık, ozan, şair deyip geçmemek gerekir. Söyledikleri şiirden daha öte çaldıkları müzikten daha derin ve üzerinde durulması gereken değerler.
Sümmanî’ye selam olsun! Ruhu Şad, mekânı Cennet olsun!…
“Sümmanî’yem ey dilyâre niderim
Başım alıp diyar diyar giderim
Yarın mahşer günü dava ederim
Siz mahşer yerine gelmez misiniz?”