Hece Taşları Dergisinin 60. Sayısı

Hece Şiirleriyle
Dolu Dolu
 
Hece Taşları
Dergisinin
60. Sayısı Çıktı
 
Tayyib Atmaca’nın Genel Yayın Yönetmenliğindeki yine hece şiirleriyle dolu dolu olan Hece Taşları dergisinin 60. sayısı çıktı.
 
Bu sayıda şiirleriyle, yazılarıyla yer alan isimler:
 
Bahaettin Karakoç, Mehmet Fatih Köksal, Tacettin Şimşek, Bestami Yazgan, Hikmet Elitaş, Yaşar Bayar, Erol Koca, Ertan Özdemir, Hayrettin Durmuş, Mehmet Durmaz, Ilgar İmamverdiyev, İbrahim Ethem Gören, Nemət Tahir, Fikret Görgün, Kadir Altun, Elvin Muttalipoğlu, Ferhat Altun, Recep Şen, Mehmet Avşar, Hacer Alioğlu, Mehmet Gözükara, İsmail Kutlu Özalp, Tayyib Atmaca.
Hece Taşları Dergisinin 60. Sayısı
Hece Taşları dergisinin 60. sayısında yer alan Tayyib Atmaca’nın “Hangi Ağıt Söndürür Bu Acıyı” yazısını ve Yaşar Bayar’ın “Leylâ’k Kokulu Şehnaz Dîvan” şiirini tadımlık olarak alıntıladık, aşağıda okuyabilirsiniz.
 
TAYYİB ATMACA
Hangi Ağıt Söndürür Bu Acıyı
 
Dünyaya sürgüne geldik geleli, herkesin cebinde dönüş bileti, ne tarihi belli günü saati, vakti geldiğinde ertelenmeyen, yakınına bile devredilmeyen, aklımızda bir köşede bekleyen, zaman ve mekânı kendisi seçen, hangi saniyenin salisesinde, canını teninden uçuran ölüm, sana uzaklarda bana yakında, bir yerden bir gökten kopup geliyor, nereye kaçalım kimden kaçalım, bütün yollar bariyerle çevrilmiş, kalıyoruz kendimizle baş başa.
 
İki bin yirminin beş şubatında, kara haber geldi beyaz çığlıkla, dağların sırtına hançer saplandı, acımadı çığ önüne çıkana, koştular insanlar can pazarına, toprak kazar gibi karı kazdılar, kimi canlar tenlerinden çekildi, kimi canlar dondurucu ayazda, kendine dokunan bir el bekledi, sesler birbirini yedi bitirdi, bir yarış başladı zamana karşı, herkes dua kuşlarını uçurdu, her dakika bir saate yaklaştı, saatler bir türlü geçmek bilmedi.
 
Her eve bir figan ateşi düştü, sonra ateş başka evleri yaktı, bir ağıt tutuştu bir ağıt söndü, çocukların gözü yollarda kaldı, analar buz bastı sinelerine, kuşları yemledi avuçlarında, her evin içinde ses sesi yedi, dişler kilitlendi ağızlarında, korkuyu ümitle değişmek için, zorlayıp durdular yâr kapısını, gözleriyle konuştular sustular, ölüm meleğine surat astılar, duydukları masal gördükleri düş, olsun istediler ama olmadı, kopuverdi birden küçük kıyamet.
 
Biz bir elin parmakları gibiyiz, ne zaman başımız dara düşerse, canımız cananın sebili olur, ölüm aklımızdan ötede durur, damarlarındaki kanın aşkıyla, can kurtarmaya koşar nice yiğitler, kurt gezmez kuş uçmaz bu zemheride, anaların yüreğinden bir parça, sarılırken kar beyaz bir kefene, babaların düşü fırtına boran, hangi ağıt söndürür bu acıyı, hangi dağ kalburla elenir bilmem, kırk bir can düşeği Bahçesaray’da, dilimde söz bitti sukut başladı.
 
YAŞAR BAYAR
Leylâ’k Kokulu Şehnaz Dîvan
 
I/
Gün: gül incesi, gece: hararetli bir çini
Kapris yapar bozkırın deli mecaz sesine
Şems erişip, şem yanar dağıtır perçemini
Porselen düşlemlerden sırrolur Levnî mine
Som ipek, feraceli; tayf ’dır dalgalı, ince
Bâkî’nin seyyâl kasrı güne iner serince
Dirime nîran saçar mührü mürver şömine
 
Naat-ı Itrî gelir, rücû’ eder mahmur küs
Hâşim’de Piyâle’dir yanık uçlu papirüs
 
II/
Bir düşsel sarmaşıktır, müjdecisidir nâs’ın
Pöstekidir, lirik ece; sümbüldendir güldendir
İsmiyle müsemmadır Hızır ile İlyas’ın
Dağ başlarını saran yaşmaktandır tüldendir
Zeytûnî bir gölgede yıkanırken her taraf
Uçar haiku kuşu; vakûr, cilveli, şeffaf
Bu semavî sükûnet serâser gönüldendir
 
Tutuşur can kandili, doğar soylu güzellik
Gazelhan Hâfız ile yüze çıkar derinlik
 
III/
İrem: bukleli kumaş; kızıl lila, sımsıcak
Belkıs’ın aksi ile ehven kalır tıfl-ı nâz
Belâgatle cenk eyler Sadâbâd’da salıncak
Necatî’nin virdinde, nergis ağzıdır niyaz
Tanyeri: mercan yazıt; baharat yüklü kervan
Süzülür hülya çayı, çemenzâr elvan elvan
Câm-ı Cihannümâ’da neşve bulur imtiyaz
 
Fuzûlî’de sadâdır, ‘nâr-ı gam’dır uçuklar
‘Su’ yürür damarlara açılır tomurcuklar
 
IV/
Sunağında nevrûzun leyli, serin ve safir
Gâibe kefil olur camda gölge oyunu
Kaktüsün çengi çöldür ay’da onda misafir
Cemreye yenik düşer kapris yapar kuşburnu
Çıkar sandukasından sürgün tin, sarı çalı
Şeddat’ın İrem’idir bu lunapark masalı
Pan flüd. Mutlu fosil. Sâzende su yosunu
 
Şeyh’in Hüsn ü Aşk’ıyla uyanır ebedî sır
‘Zuhûr eyler’ Gâlib’den, ‘kûy-i dilârâ’ yansır
 
V/
Aherli bahçelerde Şehr-i Stanbul tası
En soylu zamanlara şahittir mavilikler
Mür ve aselbent kokar mülk-i acem atlası
Gündoğu çiçeklenir yedi renk suya düşer
Hüma’yla şehber açar dolup boşalır sular
Mengü süte dönüşür Taç Mahal’de bulutlar
Mihrî, ezgi sektirir uyanır kalb-i beşer
 
O gün gelir… Ve sonra, ‘sabâ’ âteş kesilir
Yıkanır Gülşen’inde Selim’i ele verir
 
VI/
Meryem’ce bir kıyamdır beyaz çiçekli dallar
Dokunur ayn harfine şerh düşer şiire Kays
Serpilir pırlantalar, o sırmalar, o şallar
‘Yedi Askı’şalıdır, niyaz dallı döpiyes
Suda yansır nymphea; salkımlanır hevengi
Gözler sülüs sürmeli, gökyüzü çivit rengi
Füsûnu yurt edinmiş, neftî masklı prenses
 
Şîraz bahçelerinde bir Hilkât Sırrı’dır tan
Sâdi’yle teyellenir Bostan ile Gülistan
 
VII/
Gülberk; şahbaz, havai, esans kokulu ilâç
Düş değil bu şehrayîn; lahurî bir top keten
Yağmurun ipliğiyle zikreder yer, gök, ağaç
Ufuklar renk demeti, kışkırtıcı fondöten
Teleğinde lâ’l taşı, Kaf Dağı’ndan uçar da
Attar’ın otuz kuşu yıldız toplar art arda
Rûmî’nin kanadıyla hazar olur semâzen
 
Harmanisi yerlerde Nevâî mi Ali Şîr
Dil kasrında söz dokur, cinaslı leffüneşir
 
VIII/
Çıkınında ferâmuş, yücesinde bir mecla
Yaman Dede gayb-olur her rehnüma gecede
Dönüş, ilâhî dönüş; bu ne türlü tecellâ
Giz midir, e-dil’midir, lâl ü ebkem arbede
Mufassaldır, şebçerağ; hüsnü: dallı-budaklı
Hem filinta endâmlı, hem de allı-duvaklı
Nesimî’yle, Mansûr’a ten dağıtır ay dede
 
Yer, gök Sihâm-ı Kazâ; o tahripkâr sözüne
Nef ’î, tehcir kışların ayna tutar yüzüne
 
IX/
Bulutlar ayraç açmış, yokluk gölge, varlık nur
Ân’ın kalyonlarından çağlıyor şelâleler
Kaab’la gelen Bürde düş örgülü buğudur
Serâpâ tülbent olmuş hâleli seyyâleler
İştiyakla evrilir defne dalı bergüzar
Nedim’le ayaklanır En’derûn’da gül-i zâr
Guruba gülbank döker kızıl, pastel lâleler
 
Firdevs’in kolyesidir ıtır, zambak, yasemin
Mim’le meşveret eder zaman, mekân ve zemin
 

 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir