CANER KUT
Her Sabahın Güneşi |ÖYKÜ|
“Cenab-ı Hak şemsin hararetini hayat, ziyasını şuur, ziyadaki renkleri duygu gibi yapmış olsa idi, senin elindeki âyinede temessül eden şemsin timsali seninle konuşacaktı. Çünki o, timsalinde oldukça harareti, ziyası, renkleri olurdu. Hararetiyle hayat bulurdu. Ziyasıyla şuurlu olurdu. Renkleri ile de duygulu olurdu. Böyle olduktan sonra, seninle konuşabilirdi. Bu sırra binaendir ki, Resul-i Ekrem (A.S.M.) kendisine okunan bütün salavat-ı şerifeye bir anda vâkıf olur.” – Mesnevi-i Nuriye –
Her Sabahın Güneşi
Sabaha karışmaktaydık…
Güneş denizle aramızdaki tepeden ama nereden olduğunu bilmediğim bir yerden tekrar yükseldiğinde kızıl bir kıyamet gibi heybetli ama şefkatle yükseliyordu.
Tepeler kalksa aradan güneşin doğduğu yeri de görürüm diye düşünürdüm.
O zaman bana ilk kavuşan deniz olurdu ama diye de endişelenirdim.
Denizi nasıl engelleyebilirdim o durumda.
Dalgalar beni benden alırlar, mağaraları doldururlardı.
Yalnızdım.
Günyüzü o kadar netti ki karşımda…
Deniz belli ki bir müddet daha gerideydi.
Güneşin her sabahki ışıkları ise, tepelerin ardındaki engellenemez sudan, mekânsız ve her yeri kaplayan bir güneşten bahsediyordu.
Tepelerin yeşillendiği bu sabah da uykunun derin yerinden sıyrılmışken taptaze güneşin ilk ışığını gördüm. Yetimdi, başı irice, saçları hafif dağınık ve alnı genişçeydi. Evimin, güneşi en iyi gören köşesine oturmuştum. Ellerimle iki bacağımı kavramış hafifçe sallanıyordum. Kimsem yoktu.
İnce bir paltosu vardı üzerinde, beni dışarı çağırdı. Bir kaldırımın köşesine oturduk, başımı okşadı.
Güneşte saçlarım sararırdı. Ayağa kalktım, Başparmağım sol cebimde poz veriyordum. Gözlerim kısılmıştı,
Yüzüm buruşmuştu, ama içten gülümsüyordum.
Üzerinde deniz kokusu ile gül karışımı vardı; duruşunda ilki, yürüdüğünde ikincisi baskındı. Sakalları üzüm salkımı gibiydi, çok güzeldi. İncecik bir duruşu vardı.
İkimiz de mahzunduk. Ancak O ümitliydi. Her sabah O güneşle giyinir, varlığımızın farkına varırdık.
İki cihan güneşi…