AYŞE ŞENER
Her Şey Kutlu mu?
Hiçbir şeyi kutlayacak halde olmadığımız gibi, kutlanmasına tahammül edecek halde de değiliz. Gözlerimiz karardı, zulmete erdi. Dünya üçüncü defa el emeği kıyamete hazırlanıyor. İnsan türü tarafından. Zaten her kutlamanın kalbine bir sahtelik gelmiş oturmuştu. Diken açmış bir güldü zaten her sevinç.
O kadar çok örnek var ki… Mesela bayramlar; herkes için ve bütün yıla yaygın bir sevinci besleyen güçlü değişimler yaratmıyor. Bizim sene-i devriyemiz denilebilecek değerde, ömrümüzü geceye yığıp gözden geçirdiğimiz Kader, Kadir geceleri kasıtlı gaflete uyanacağımız bir gecelik uykusuzluk şeklinde gerçekleşiyor. Ne kitabın, kitaplı bir toplum olmanın, ne aydınlanmanın, yenilenmenin asırlara dönüşecek değerde bir an dönümü olarak yaşanmıyor. Kandiller ya da dünya ölçeğinde “candela”lar da. Neden ve nasıl başladığı tartışmalarını bir kenara bırakacak olsak bile, göstermelik ışıtıyor içimizi. Sönüklüğümüze hayıflanmalar şeklinde yaşanıyor ya da…
Diğer kutlama haftaları, hadi içinden birini seçelim; trafik haftalarının, sürücüsüyle, yayasıyla birlikte yolculuk bilincini beklenen ölçüde artırdığı söylenebilir mi? Yerli, milli olmayan ve hadi zorlama olsun evrensel bir değerde buluşmak gibi iyi bir niyetle yapıldığını varsaysak bile anneler günü de tatmin edici değil. Bir ömre sığmayacak değerde bir varlık olduğunu herkes biliyor. Annelerin değerinin anneler günü kutlanmaya başladı başlayalı daha bilinir olmadığını da… Aksine gittikçe değersizleştirildiği için kutlanmaya başladığı çok açık.
Çoğu kutlamada insanın kaybettiği değerin ona yaşatacağı kayıpları bir süreliğine durdurma, belli bir istikrar içinde göstermesi gereken zahmeti bir parça para karşılığında toptan satın alma, aslında kendini özellikle psikolojisini bencilce koruma vb. gibi tilki nedenler vardır. Olmayan inkâr etsin.
Şimdi de epeydir adet edinilmiş olan yılbaşı kutlamaları. Bunca eksiğimize yetişmeye çalışırken kimler nasıl kutlamalar yapabilecek bilemiyorum.
Dünya tarihine bakıldığında, dünya genelinde, ilkeli bir asayişi elinde tutabilen merhametli ve adil bir muktedir yoksa, hakimiyet merhametsiz ve adaletsizlerin elindeyse, barış; hiç bir zaman barışıklığı ve birbirinden güvende olmayı temsil etmiyor, daha çok sıcak savaşın soğumaya bırakılması ve yeni savaş teknolojileri ve yöntemlerini geliştirirken, bir yandan hayatı normalleştirme aralığı gibi de yaşanıyor. Zaten artık uzaktan savaşılıyor. Altta kalan milletlerin canı çıksın. Yanı sıra savaşın kültürel cephede, kültür mimarı olan kimlik farklılıklarının her birinin kendi haslığıyla yaşaması değil, silikleştirilmesi, tek tek yok edilmesi şeklinde tüm hızıyla devam ediyor. Hâkim kültür kendine “soy” toplamaya ve iletişim araçları ve medya üzerinden yürüttüğü nüfus kandırmacasıyla soyluluğu kırmaya, bu yolla da nüfuzunu artırmaya devam ediyor.
Kutlamalar bu savaşın barışta kullanılan teknikleri ve ilgili sektörleriyle beraber azımsanmaması gereken cepheleri. Çok cazibeli, şenlikli olması da cabası. Eğlendirilerek öldürülen kitleler de var. Canları acımıyor güya. Uzun vadeli ve yavaş yavaş öldürüldüklerinden yaşadık sanıyorlar hem.
Dünya hayatını “oyun ve eğlence” olarak tanımlamış kültürün etkisinde kalanlar, asıl yurtlarını çoktan unutmuş dünyacı gurbetçiler de, oyun olmayanı, essah’ı arayacaklarına, kurulmuş bu renkli panayıra, ‘vur patlasın çal oynasın’a, ‘bu gece barda gönlüm hovarda’ya kitleler halinde koşuyorlar. İnsanın kendini satmadan, değerlerini bozdurmadan bir şey alamadığı kapitalizm pazarına hurra… Ruhlar âleminin can havliyle yazık ki dirime değil, ölüme koşması halinde. Onlar topyekûn bir hafıza kaybında, öyle bir eğlencedeyken panayır ağalarının dünyanın nerelerinde hangi kimliklere kan ağlatıyor, hangi canları bedava alıp satıyor olduğunu düşünmeden…
Her Şey Kutlu mu?