İhtilal Şehrinde… Kutsanmış Acılara…

MEHMET SAİT YAKUT
İhtilal Şehrinde… Kutsanmış Acılara…
 
“Bu ihtilal şehrini sevmiyorum” diyordu intiharına kaza süsü veren bir arkadaşım. Gıcırdayan paletler altında ezilmişti ruhu son ihtilalde. Türküleri yasaklanmış, kitapları yağmalanmış ve sevdası hiç meşru görülmemişti bu şehirde. Hiç dağ görmemişti ama her günbatımı yüreği dağlara kalkar, dağları ayağa kaldırırdı. Ve gerilla türküleri diye şiirler yazardı.

Son yaz akşamları, kirli ve kederli park ağaçlarının kurulukları arasından tedirgin bir balık gibi kıvrılarak karışırdı kalabalığa. Koynunda, kimden aşırdığı belli olmayan yıpranmış, sancıları kadar eski ama okunaklı bir kitap bulunurdu hep. Korkutulmuş bir çocuk yüzüydü. Sarılıklı bir havası vardı yüzünün, kendi vedasına katlanamayan. Bir daha hiç görmeyecekmiş gibi terk ederdi uğradığı yerleri. Ve artık hiç görülmeyecekmiş gibi uğurlanırdı.

Bu ihtilal şehrinde bir gün bu adam, kararmış sesiyle bana bir türkü söyledi Abdi İpekçi Parkı’nda. Türkünün sözlerini hatırlamıyorum. Çünkü mırıltısından türkünün sözü değil, içime düşürdüğü közü kaldı. Fazla zaman geçmedi. Puslu ve kirli bir aralık akşamı, intiharına kaza süsü vererek paramparça gitti. Raylarda kanı kaldı ve bu ihtilal şehrinde bastırılmış isyanı.

Sonra ben bu ihtilal şehrine türkülerimi karıştırdım. Gencecik ama kopkoyu bir kederle tanıştım ondan sonra. Yürürken başımı kaldırıp adımlarımın ucundan, camekânlara ya da yanımdan geçerken hoş kokular bırakan kadınları merak edip bakmadım. Yürüdüğüm yolları değil, yürümeyi sevdim. Yürürken aklıma ihtilallar düşüren kalabalıkları, onların camekânlara bakarken iç çekişlerini seyrettim üstgeçitlerden. Kirli bir nehir gibi akan insanlığın sürüklediği ne varsa içimde birikti. İslerle karışıp üstüme düşen yağmurlardan sonra kendimi soluk güneşlere serdim. Çekildi sularım baktığım kuyulardan. Bir bir yolundu şımarık çiçeklerim. Ellerimle uzandığım yerlerde asılı kaldım. Dert etmedim, vaktim vardı kutsanmış acılara.

İçimdeki ölü denizleri uyandıran düşlerim vardı benim; sütlaç buruşuğu dalgalarıyla halka halka açılan. Nazlı dere koylarında, o soğuk ve berrak, o hırçın ve köpüklü sularda arınmış çocukluğum, nasıl da aktıkça balçıklara belendi kendi yatağında.

——————————————————————
Mehmet Sait Yakut’u Rahmetle ve Özlemle Anıyoruz / Asanatlar
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir