NECATİ SARICA
İmkânsız İsa
Ölümün,
Sebepsiz ürpermelerin,
Ve her şeyin daha doğusunda.
Yüreğimde haç kırıkları, imkânsız bir İsa.
Kediler üstüne benzin döküp aydınlanan sokaklarda.
Yalnızlığa yürüyen kül toplayan adımlarla.
Yıkılası yüksek mahkeme koridorlarında.
Üst geçit Vakko ve vitrin olursa dünya.
Düşerim yükü ağır bir Yahudi’nin geçtiği yola.
Ya bir de Yahudi körse, yol olur yüreğimde erirse.
Annem saçlarıma yağlar sürerse,
Kaşlarımı keserse yüzümün aydınlığına.
Sonra ben hıçkırıklı bir keman sesi olursam.
Sonra asılıp öldüğüm olursa.
Yenilmişlerin yıkık omuzlarına,
Parlayan bir gül gibi umut ve gözyaşına.
Konuk olursam yoksul oluşuma.
Ekmek ile kan arasına konan taşları gibi gurbetçiliğin.
Yüzümü silmeye başlayan bu uzun maviliğin.
Ey bozgunumun hasadı gurbettir adın senin.
Sen hangi dağı yükselen incelen sırtıma.
Ben hep uzakların yakınında.
Yenilmişlerin yıkık omuzlarına süzülürken akıttığım kanım.
Tanrım sana yaklaştıkça kararım, güvercinlerin kederi gibi.
İnce bir dal gibi kırılıyor canım.
Yarabbi şükür sıcağı yağan yağmur altında,
Gönlümde narlarım parça parça.
Kaldığım esrik biçimler içinde,
“mumdan gemilerle ateşten denizlerde”.
Geriye kalan nedir diye sorulsa; siz değil yağan yağmur sorsa.
Burada bir ağaç yanıyor derim.
Cebimde mendil diye taşıdığım kefenim solarken gözyaşlarımla.
Kolongo’da;
Karlarla kaplı cami avlusunda, köpeklerin kemirdiği ayak izlerim.
Ankara’da; Atatürk Bulvarında benim sokaklarda yürüyüşüm.
Akşam gezmelerim sokaklarda.
Gözlerden düşmüş kırık bir kukla gibi.
Uçurumdan zirvelere düşerim, düşerim zirvelerden uçurumlara.
“Dayayıp yüzümü ateşlerin aynasına, bir şiirden çıkardığım mermileri”.
Gözlerimde kanarken masalımın rengi,
Yüzümde çöl tozlarının yağmurla geleni.
Geçip giderim bu firavun günlerini,
Kirli ve sarı bir vitrin önünden,
Geçip de gider gibi.
_______________________________
necatisarca@gmail.com