İrfan Saati

MEHMET ALİ BAL
İrfan Saati
 
Yaşadığımız zamanın ölçütlerini hepimiz biliyoruz. Sayısal değerler, hacimler ve nispetler mutlak hâkimleri günümüzün.  Fen bilimleri ve sayısal bilimler somut gerçekliklerin vazgeçilmez araçları. Ve madde çağındayız kuşkusuz. Madde varlığın özü ve kendisi olarak algılanıyor. Felsefi anlamda böylesi bir kabule uzak kesimlerde bile şuur altında bu inanç yatıyor. Bazı kültürlerde ve geçmiş bazı dönemlerde de bunun tam tersi bir anlayış hâkimdi. Madde neredeyse yok kabul ediliyor, ruh ve metafizik ön kabuller hüküm sürüyordu, madde ihmal ediliyordu. İçinde yaşadığımız madde çağında, ezici maddi dalgalar arasında “İrfan saatinden” söz etmenin zorluğunu biliyorum. Ama ulaşacağımız düşünce ve idrak zirveleri için bu zorluğa katlanmaya değecektir.

İrfana hangi yoldan gidilir? Hangi araçlar, binekler ve kalıplarla erişilir? İrfana gitme yolları çeşit çeşit ve çok sayıdadır. Binekleri, araçları ve kalıpları ise elbette kelimelerdir, isimlerdir, sözlerdir.

Gelin, bir an farklı bir dünyaya gidelim. Rakamlar yerine sözel işaretler olsun saatin dairevi ufkunda, acaba saatler neyi gösterirler? Acaba bu metafor anlamsız mıdır? Bu metafor yani akrep ve yelkovanın farklı simetriler ve koordinatlar, çeşitli düzlemler ve boyutlar yarattığı kelime işaretli saat metaforu kabul ediyorum zor bir mecazdır, ancak kesinlikle anlamsız değildir. Hatta anlam dünyasına derinlik kazandırıcıdır. Anlam haritalarının okuma anahtarıdır.

Sayılar ve ölçüler ne kadar bilinenin ölçümü ve matematiksel işlenmesi ise, kelimeler ve sözleri kendine binek yapmış irfan da neyin bilineceğinin, bildiğimizin ne olduğunun ve görünenin derununa doğru inkişaf etmenin ifadesidir. İrfan kelimesi sözlükte “Bilme, anlama, sezme, gerçeğe ulaştırıcı güçlü seziş, mecazi olarak da kültür” gibi anlamlara geliyor. Bazı özel alanlarda mesela Tasavvufta “Evrenin sırlarını bilme gücü” demek. Kelime bizatihi bilmek manasında olan “A-re-fe” kelimesinden geldiğine göre, fiilin de ötesinde anlam yüklenmiş yeni bir kelime ile ifade ediliyor oluşu çok özel çerçevede bilmenin derinliğine ve farklı boyutlarına işaret ediyor olsa gerektir. Nitekim bizim kültürümüzdeki irfan anlayışımız bilgiye ve hayata derinlik kazandırıcı idrakler, sezişler, yorumlar ve pratikler gibi son derece zengin anlamlar ve çağrışımlar içermektedir.

Sorumuzu tekrarlayalım, rakamlar yerine sözel işaretli saatler neyi gösterirler? Rakamlı saatler en basitinden zamanın niceliğini ölçerler, zamanın kantitatif (Niceleyici) mahiyetini belirlerler. Sözel işaretli saatler ise zamanın niteliğini ifade ederler, yani zamanın ruhunu, esrarını, çağrışımlarını, özünü… Eşref saati gibi irfan saati gibi bir tanıma sığdırılamayacak derecede deruni ve zengin anlamlar taşıyan terkipler böylesi bir vüsat kabiliyetine sahiptirler…

Nihai tahlilde görürüz ki, zamanın niceliğini ölçen saatler zengin ve devasa bir kozmolojik varlık alanının anlam ve ruh haritası demek olan zamanın niteliğini ifade eden saatlerin ancak bir parçasını oluşturabilirler. Ancak bu parça bütünlüğünden kopmuş bir mahiyette değildir. A. Hamdi Tanpınar’ın nefis yaklaşımıyla “Yekpare bir anın akışının” su üzeri kabarcıklarıdır. Kabarcıkların ölçümüyle varlık denizinin de derinliklerinde nelerin olup bittiğini anlarız. Akrep ve yelkovan işte bu yekpare anın ve yekpare oluşun, zamanın hikmetinin peşinde koşar dururlar.

Baştaki madde ve ruh çağı ayrımlarına tekrar dönecek olursak, saatler günümüzde her ne kadar maddi zaman ölçüm araçları olarak görülüyorsa da muhtevasında zamanın ruhunu da barındıran kozmolojik bütünlükten ayrı düşünülemezler. Ne biri diğerini yok edebilir ne de diğeri her şeyi tek başına biçimleyebilir. Bizim inancımızda madde de vardır, ötesi de hakikattir. Bu yüzdendir ki, bireyin yaşamını, toplumsal ilişkileri maddi zaman ölçümleriyle belirleriz, akrep ve yelkovanın en küçük hareketi bile bizim yaşamımızda bir gerçeğin ifadesidir, bizim sorumluluklarımızı belirler. Ama bunun da ötesinde zamanın esrarına ve saatlerin yüklendikleri özel anlamlara değer veririz. Çünkü bu geniş çerçeve, kozmolojik bütünlük yaşadığımız anın en küçük bir parçasına bile olduğundan daha fazla anlam ve değer katmaktadır. Diğer yandan, devasa hakikate ulaşmanın basamakları da şu mümkün olduğu ölçüde maddileştirebildiğimiz, sayısallaştırabildiğimiz zaman dilimleridir. Bizler madde dünyasının da çocukları olarak, saatlerin, dakikaların, saniyelerin türbülansından etkilenerek yaşarız.

Mesela zamanımızın temel kavramlarından biri olan “Dakik olmak” ile dakika ve saniyeyi fark etmek arasında kesinlikle bir bağ vardır. Bu bağ dilsel bağın da ötesinde bir ilişkidir. Geçirdiğimiz her an artık bir daha geri dönmeyecek olan bir andır. Bunun ne demek olduğunu bir an daha hayatta kalabilmeyi isteyen insan varlığının isteklerini çözümlediğimizde daha iyi anlarız. Saatler böylesi irfan denizine davet ederler bizi. Her yönüyle zamanın parçacıkları üzerine yoğunlaşırız. Medeniyet tekevvün ve tekâmül ettikçe (Oluştukça ve geliştikçe) her şey gibi zamanın da makro ve mikro sonsuzlukta kavranması çabası da artmaktadır. En küçük zaman dalgalarında sörf yaptığımızda Necip Fazıl’ın ifadesiyle “Burnumuz Yok’un burnuna değecek” kadar varlık ile yokluk arasındaki teğet noktasına erişiriz. Diğer yandan, astrofiziğin konusu olan evrenler galaksiler içinde ışık hızı ile seyahat ettiğimizde adeta “İlahi varlığın, mülkün ve ıstılah ifadesiyle melekûtun” teğet geçtiği sonsuzluk denizinin dalgalarının kabarcıklarını seyrederiz. O kabarcıklar ki, sonsuzdan gelip sonsuza akarlar…   

“İrfan Kelimelerini” gökbiliminin isimlendirmeleriyle ifade edersek, her biri hâkim bir anlam ve hal burcunun sahipleridirler. Akrep ve yelkovan ile hem büyük zamanın hem de mikro zamanın araçları bu burçlarda gezinirken farklı farklı hallerin ve hissiyatların terkibini yaparlar. Bazen akrebin ümit burcunda yelkovanın ise yeis burcunda gezindiği olur; bazen de azim burçlarında dolaşmaktan yorulur yelkovan artık akrepten bekler irade burcuna yükselmeyi. Bazen hem akrep hem de yelkovan yenilgilerden yenilgi tercihlerine mahkûm edilmiş burçların kıskacına mahkûm olurlar. “Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader” diyen Şairlerin Sultanı geçtiğimiz yüzyıllarda yaşadığımız acı olayları, çile zamanlarını ne güzel bir satırda cem etmiştir!

Bazen milletler acıyla yoğrulmuş yüzyıllık dalgaların şiddetine dayanıp, yükselen burçlara doğru sefer ederler. Bu seferde hem gidiş hem zamanın ruhunu idrak hem de kendini yeni sorumluluklar, ümitler, hedefler, idealler ile donatmak vardır. Bu o kadar önemlidir ki, özellikle de bazen milletler parlak ve bereketli burçların tarlalarında zaman eker ve biçerler, ancak ne bereketin ne de yükselişin farkına varırlar. Hâlbuki insanlar ve toplumlar bu ana zaman dalgalarının, içinde bulunduğumuz zaman burçlarının ruhunun tesirleri altında hayatlarını sürdürürler. Zamanın ruhunu ve getirdiklerini anlamaları beklenir. Hissetmeleri umulur. Daha da ötesi “Zamanın ruhunu kavrayıp, yaşamlarına ve sosyal ilişkilerine, gelecek tasavvurlarına yön vermeleri” ve “İçine girilen yükseliş burcunun özelliklerini bireysel davranışlardan toplumsal alışkanlıklara ve kültüre kadar her alanda temsil etmeleri, nişan ve izlerini taşımaları” önerilir.

Bizler, milletimizin yükseliş burcuna girdiği dönemin çocukları olarak, içinde yaşadığımız zamanın ruhunu anlamaya ve hissetmeye mecburuz.
“Karın yağdığını görünce
Kar tutan toprağı anlayacaksın”  ve
“Öyle kar yağdı ki elim üşüdü” diyen şairin his ve sezişlerini hissimiz kılabilmek, şiir fenerlerinden konum belirleyebilmek, bu dönemde üzerimize yağan Allah vergisi armağanları idrak edebilmek gerektir. Eğer elimiz üşümüyorsa yağan kara rağmen bizim bilinç ve duyularımızda felç olmuşluk söz konusudur kuşkusuz. En küçük zaman dilimlerinden en büyük zaman dalgalarına kadar bütün zaman hareketleri ve oluşlarını ölçebilen günümüz teknolojisinden yararlanarak, milletimizin, toplumumuzun içinde bulunduğu zaman dilimini dakik ölçümlerle tespit edebiliyoruz.
Ancak, bu maddi ölçümün yanında ve onu da şekillendirecek şekilde “Milletimizin seherini”, “Toplumumuzun şafak vaktine uyanışını”, yükselen burçlara seferindeki ümit ve kararlılık kuşanmış irfan kelimelerinin adeta milletimizin kalp, zihin ve ruh dölyatağında mayalanmasını idrak edebilmek bütün anlamların üzerinde bir anlam kazanmadır. “Kaderin üstünde kader”, anlamın üstünde anlam vardır. Bu öyle bir idraktir ki, bütün her şeyimizi yeniden şekillendirecek, yeniden bir ruh verecektir. En soyut çerçevedeki amaçlardan en somutlaşmış haliyle kullandığımız araçlara kadar her şey yeni bir anlama kavuşacaktır.

İşte bu yüzdendir ki, ticari meşguliyet alanımızdaki hiçbir kişisel kullanım nesnesini salt lüks aksesuar olarak görmüyorum. Daha iyiye, daha güzele ve daha mükemmele erişme çabasını benimseyebilmiş, o düzeye çıkabilmiş bireylerin ortaya çıkan yeni ihtiyaçlarının öncelikle idraki, tasavvuru ve nihayetinde bir konsept dahilinde temini olarak anlamaktayım. “İrfan saatlerinin” şafak vaktinde ve yükselen burçlarda sefer halinde olan bir toplumun bireylerinin diğer üstün özellikleri gibi kuşandıkları da üstün nitelikli olmalıdır diye düşünüyorum. Biri diğerini hatırlatsın, diğerini çağrıştırsın ve temsil etsin istiyorum. 

________________________________________

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir