Joan Baez
İstanbul'da Son Kez
Konser Verdi
Folk müzik sanatçısı Joan Baez, 'Fare Thee Well Tour 2018' kapsamında Türkiye'deki son konserini verdi.
Hayranlarıyla bir araya gelen Folk müziğin usta isimlerinden Joan Baez İstanbul'da son kez konser verdi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda sahne alan ünlü sanatçı, "Fare Thee Well Tour 2018" kapsamında Türkiye'deki son konserini verdi.
Gerçek hayat ile kendi sanatsal görüşünü müziğine katarak tarihe tanıklık etmiş folk müzik efsanesi olarak bilinen Baez, konserde aralarında "Donna Donna", "Diamonds and Rust" ve "House of The Rising Sun"ın bulunduğu parçalarının yanı sıra, "Whistle Down The Wind" adlı yeni albümünden de eserler seslendirdi.
"Türkiye dünyadaki en insani ülkelerden"
Sanatçı, Meksikalı göçmenler için kaleme aldığı "Deportees" şarkısını seslendirmeden önce "Sıradaki şarkı mülteciler için, biliyorum ki Türkiye bu anlamda dünyadaki en insani ülkelerden. Benim ülkemde ise durum berbat. Aileleri birbirinden ayırıyorlar." dedi.
Klarnet sanatçısı Serkan Çağrı'nın kendisine eşlik ettiği konserde Baez, şarkılarındaki duyguların barışın olduğu başka bir dünyayı yansıttığını ifade etti.
Bugüne kadar birçok ülkede konser veren Baez, Türkiye'de 1988, 1989, 1993, 2004 ve 2015 yıllarında da sahne almıştı.
Joan Baez: Artık sesim sahneleri bırak demeye başladı
Veda turnesi için İstanbul'a gelen 77 yaşındaki Joan Baez, "Artık sesim sahneleri bırak demeye başladı" dedi. Sahnede olmayı çok sevdiğini söyleyen Beaz, veda turnesi yaptığını belirterek, "Ama yine de eğer ilginç davetler alırsam belki arada çıkarım sahneye" dedi.
17 yaşından beri, soprano sesiyle 60 yıldır sahnede olan Baez, "Eskiden çıkabildiğim o çok tiz seslere, o yüksekliğe artık çıkamam. Bu yüzden konser repertuvarımdan 2 şarkıyı çıkarmak zorunda kaldım. Örneğin 'Forever Young' ve 'The President Sang in Amazing Grace" diye konuştu.
Cumhuriyet'ten Zeynep Oral'ın sorularını yanıtlayan Joan Baez'in açıklaması şöyle:
"Söylenemeyen o iki şarkı"
-Bu veda nasıl, nereden çıktı? Sahneleri bırakma kararı zor muydu?
Hayır, zor değildi. Ne zamandır içimde bir duygu olarak gelişiyordu. Çok yıllar önce bir hocama sormuştum. O da hiç merak etme, bırakma zamanını nasılsa sesin sana söyler demişti. Artık sesim bırak demeye başladı. Sahnede olmayı çok seviyorum, şimdiye dek sahnede olmak beni ödüllendirdi, mutlu etti, ama bunca efor, güç sarf etmeye değer mi diye sormaya başladım. Çünkü sahneye çıktığım sürece her gün, evet her gün çalışmam gerek, bir gün aksatırsam devam edemem… Her gittiğim ülkede o ülkenin dilinde şarkılar öğrenmek… O heyecan, o stress… Beden de bu sürekli çalışmayı kaldıramıyor… Ama yine de eğer ilginç davetler alırsam belki arada çıkarım sahneye..
-17 yaşından beri, o berrak soprano sesinle 60 yıldır sahnedesin…
Vay vay vay (Gülüyor). Aynen öyle. Ama sesimi istediğim gibi kullanamazsam niye sürdüreyim ki… (Dışa vurmadım ama o an içimden geçen: İstediğim gibi yazamazsam niye yazayım ki.. O sürdürdü.) Eskiden çıkabildiğim o çok tiz seslere, o yüksekliğe artık çıkamam. Bu yüzden konser repertuvarımdan 2 şarkıyı çıkarmak zorunda kaldım. Örneğin “Forever Young” ve “The President Sang in Amazing Grace”…
Sözün burasında, onun artık söylemediği “Forever Young” şarkısını 14 yaşındaki torunu Yasemin’in nasıl güzel söylediğini anlatıyor. “Piyano ve gitar çalıyor ama asıl önemlisi, muhteşem bir sesi var!” Torundan her laf açıldığında gözleri ışıl ışıl.
-Pişmanlıklar var mı?
Meslek yaşamımda hayır… Ama genel olarak, her anne gibi, oğluma daha çok vakit ayırabilmek, daha çok ilgilenmek isterdim… (Oğlu Gabriel Harris perküsyon sanatçısı). Ama daha en baştan müzik kadar, belki müzikten daha da çok, kurduğum şiddet karşıtı insan hakları vakfı “Hümanitas”la ilgilendim ve onu sürdürdüm. Kendi özel yaşamım da pek zaman ayıramadım!
-1968’in 50. yıl dönümündeyiz. ‘68’de çoktan ünlenmiştin… Ve anımsarsan, dünyayı değiştirecektik… Düşlerimize ne oldu?
(“Rüzgâr önüne kattı yok etti” demedi, şöyle dedi:)
Benim düşlerim, beklentilerim o kadar yüksek değildi. Adım adım ilerlemekten yanaydım ve ilerledik. Çok şey başardık. İnsan hakları, vatandaşlık hakları açısından… Vietnam Savaşı’nı kim bitirdi sanıyorsun? Politikacılar mı! Hayır, sivil toplum kuruluşları bitirdi… Bugün de göçmenler için çalışıyorum; ayrı düşmüş aileleri birleştirme çabasındayım… Bu çalışmaları sürdürmezsem, insan hakları açısından elde edebileceklerimi istemezsem başımı dik tutamam. Bu bende doğal bir tutum. İçindeki sönmeyen ateş
Küresel ısınma….
Hayatta en nefret ettiğin duygu?
Kötülük karşısındaki aczimiz! Günümüzün “yeni normları” sayılan, kötülükleri geri püskürtecek etkili yollar, çareler bulamamak beni kahrediyor. Nedir bu kötülükler- Ayırımcılık, ırkçılık, yalancılık, ikiyüzlülük, taciz, zulüm, tehdit, baskı… Düşünce ve ifade özgürlüğünün olmaması… Benim ülkemde Cumhuriyetçiler ve onların akıl hocaları, ilerici düşünceleri etkisiz hale getirdiler. Bunun sonuncunda kendimizi ışık hızıyla kanuna dönüşen kararlarla, yıpratıcı, kahredici emirlerin, uygulamaların peşine takılmış kör topal sürüklenirken buluyoruz.
-İnsanlık için umut?
Çok şey beklememek… Önceki akşam Çiçek Pasajı’ndaydık. İnsanlar gelip gelip boynuna sarılıyor; “Türkiye ikinci vatanım” demişsiniz doğru mu diye soruyordu. O da ‘evet’ diye onaylıyordu. Nitekim bu turne sırasında en uzun kalıp tatil geçirdiği yer İstanbul.
"O koca nehir hep akacak"
-İstanbul’da en sevdiğin ne?
Görkemli güzelliği. Tarihsel birikimi, her köşesi, özgünlüğü… Parklardan mezarlıklara yeşilliği, günbatımları, sokak kedileri , çinileri.. İstanbul dışında ise en sevdiğim Antik Efes… Ama en çok, en çok, arkadaşım dediğim insanları…
-Ya sevmediklerin?
Zevksizlik örneği modern yapılar… Özgün ve güzel olanın yıkılıp yerine konan betonarme gökdelenler… Biliyorsunuz değil mi, gökdelenler oldukları yerde sonsuza dek kalmaz, ama şu akıp giden Boğaz, o koca nehir hep kalacak…