HAYRETTİN TAYLAN
Kanlı Pabuç
Filistinli Mina‘ya
Mahcubiyetin mumyası gibi eridi. Eritti bakışıyla, acısıyla, yüzyıllık soykırım izleriyle, can kırıklarıyla, eridi, eritti bizi. Yokluğu yüzünden okunan bir melek vardı karşımda.
-Yoksuldu. Yokluk umurunda değildi, yüreğindeki enkazlar onu acıtıyordu. Biriktirecek zamanı yoktu. “Zaman biriktirilmez, direnmeden de kendin olamazsın demişti şehit babası.”
Babasının şehadetinden sonra dedesinin evine gitmişlerdi Mina. Daha on üç yaşındaydı. Hayattaki tek can bağı annesi ve dedesiydi. Kaybedişlerin başkentindeydi. Sapı kırık sapanı dışında başka oyuncağı kalmamıştı. Fistanın cebinde taşlar, elinde kırık sapanı, yüreğinde yüzyıllık birikmiş öfke ile yolculuğa başladı.
O gece, kendini güvende hissetmişti. Sabaha doğru cam kırıkları arasında sokağa fırlatılmıştı. Kan revan hatıralar arasında kendinden geçmişti. Her gün yaşadıkları bir olay. Her gün bombalanan evleri, yaralı insanları, toz dumanı, acıyı, çaresizliği, domuzlaşan bir kitlenin zulmüne alışmıştı.
Annesi, her yeri yaralı yavrusunu sahra derme çatma bir hastaneye götürmüştü. Fakat kadar o kadar yaralı vardı ki ona sıra gelene dek acı içinde kaldı. İnsanlık can çekişiyor. Her yer kan, yaralı insanların ünlemleri arasında kendine gelmeye çalıştı. Kırık parmaklarıyla zafer işareti yapmak istedi mahallesinden yaralı olarak gelen arkadaşına. Yapamadı, parmakları, gönlü, umutları, her şeyi kırıktı.
Kaldıkları sahra hastane de bombalandı lainler tarafından. Hastane bombalayan lanetli bir millete karşı öfkesi dağlaşıyordu. Camiler, okullar, hastaneler bombalanır mı? İnsanlığın bitişiydi. Zalimliğin yeni tanımıydı. Lanetlenmiş bir kitlenin domuzca tavırları arasında çaresizce ağlıyordu.
Annesi, doktorla birlikte tünele götürüp orada tedavisine devam ettiler. İnsan, başladığı yeri unuttuğunda, yeniden başlar yaşamaya. Nerede başlayacağını bilmiyordu. Gözlerini açtığında Türkiye’ye getirmişlerdi.
Biraz kendine gelmiş gibiydi. Yanına gittim.
“Adın neydi?
“Tüm masumluğu, yoksulluğu, çaresizliği, ürkekliği üzerindeydi. Bu kadar ilgiyle ilk kez karşılaşmıştı. Elimdeki pabuçları gördü. Kanlı pabuçları aklına gelmiş olmalı ki başladı yeni doğmuş çocuklar gibi ağlamaya.
Annesi gözyaşlarını sildi. Nihayet her yeri yaralı dudaklarından zar zor da olsa adını zikretti.
“Adım Mina. On üç yaşındayım. Başladığım yeri bilmiyorum, bu yüzden dönmek diye bir şey yok bende. On üç yaşındayım, ama sanki seksen yaşında yaşlı biriyim. Sokağım, mahallem, akrabalarım, ailem, her şeyim gitti. En önemlisi bin yıllık medeniyetim, kültürüm, kültürel değerlerim yok ediliyor. Dünyanın en ağır zulmünü yaşadık. Lainler, bunu zafer olarak gördüler.”
Susup bayılacaktı ki içindeki koca kız başladı konuşmaya:
Yaşından çok büyük laf ettin. Haklısın, burada yaşamak her şeyi öğretiyor, olgunlaştırıyor. Dert, acı insanı yoğurur.
“Ezbere yaşıyoruz. Acıları ezberledik. Ama acılarımız bayrağımız oldu. Dünyanın en azılı düşmana karşı canımızla, kanımızla, direnişimizle cepheler açtık. Direnişimiz gönülden gönüle tünel açtı. Gazze’nin asıl tünelleri gönüllerdeydi. Buna inanmış gönüllerle zaferler yaşadık. Bir can kalana dek orada direnişimiz devam edecek. Dünyanın her tarafı işgal altında, işgal edilmeyen tek yer Gazze’dir. Çünkü Gazze, direniyor” dedi içindeki koca kız.
Yeni elbiseler, yeni ayakkabılar giymemişti hiç. Mahcubiyetin meleğiydi. Kendisine verilen yeni hediyeleri gördü. Mahcup gözlerle, mazlumluğu, fakirliği, yokluğu, içtenliği, çaresizliği özetleyen duruşla geldi aldı yeni pabuçları. Vicdanımızı sızlattı, ar damarımızı çatlattı. Kendimize gelmemiz için öylece baktı. Mahcup, meleksi, utangaç tavırlarla, yoksulluğun okuluyum dedi. Çevrenize bakın dedi. Kendinize gelin dedi. Siz bu kadar müsrifçe yaşarken, bir yeni ayakkabıya muhtaçlar var. İnsanlık ölürken siz ölmeyin gibi yüzlerce şey dedi. Ve ben bu resmi her gördüğümde gözlerim nemli bahar olur. Rabbim, mazlumlara, çaresizlere, gönlü kırıklara, muhtaçlara yardım eyle ve bizleri de onlara yardımcı olmamızı sağla.
Pabucunu aldıktan sonra bana baktı.
Mina:
-Hiçbir şey yarım kalmaz. Ben, hayallerimi büyüteceğim. Ben, mazlum bir çiçek olacağım. Ben, sabrın çiçeği olacağım. Ben, iyileşeceğim. Büyüyeceğim, bir hayal için. Benim hayallerim var. Dünyanın en büyük soykırımı yaşarken buna engel olamayanlar karşı direnen çocuklar yetiştirmek. İç sesimi duymayanlar, sağırdır. İçimdeki volkanik ses beni duymuyor. Yarın, elbette büyüyeceğim. Egemenlerin ezdiği insanlığa adil bir çiçek olacağım. Egemen sülüklerim emdiği kanın hesabını sormak için solmayacağım.
“Annesi, kızım artık güvendesin. Sokağın yok, mahallen yok, anıların yok, deden yok, baban yok, tek ikimiz kaldık. Bir insan da bitki gibidir. Bitkiler kendi iklimini ve toprağını arar. Sen yaralı bir penguensin. Kutuplaşmalar, kutuptan seni alıp çöle getirdi. Bir penguen çölde yaşar mı? İşte, nefes alıyoruz, buna yaşamak diyorsak. Çöle bırakılmış yaralı bir penguen gibiyiz. Kutuplar, buzullar, kendi özümüz, mahallemiz, medeniyetimiz yok. Yaralı penguen gibi sadece burada ölmemek için yaşayacağız. Sen iyileş, çölde de yaşarız yavrum.
Ah yavrum!
Biz sizin yanınızdayız. Ülkece, yüreğimizle yanınızdayız. Yanınızda yer almak yetmiyor, yanınız olmalıyız. Yanınızın yan anlamları yakıldı. Mecazlar ile mezarlar arasında kalmamak lazım gerçek anlam gibi gerçekten yanınız olmalıyız.
Sevginin arkasına saklanmadan yüreğimizle yanınızdayız. Gazze, tüm insanlığın meselesidir. Dünyanın gözü önünde soykırım işlendi. Kadınlar, çocuklar, insanlar öldürüldü. Bir şehir yok edildi. Kadınların ayağı altındaki cennet yakıldı. Kadınların cenneti çocuklardır, kadınların çocukları öldürüldü. Bir çocuğun gözünden akan bir damla için insan ölürken bu çocuklar bombalarla öldürüldü. Bir çocuk ölürse dünya ölür. Çocuklar, anneler, mazlumlar ölürken sessiz kalamazdık. Çocukların gülümseme emziği elinden alındı. Çocuklar gülene dek hep yanınıza olacağız.
Mina:
-Varlığımı, acımı, direnişimi ispatlamak için yanmam ve yakarmam gerek. Belki gönül sazıma uyumlu bir türkü çıkar.
Dur ben senin türkünü yazayım:
Güneşi; bombalar, tozlar, gaddarlık kapatmış
Ay tutulduğunda, acılar unutulduğunda geleceğim sana
Ayın üşüdüğü çağda, gece de yok yurdum da yok
Biraz daha ağlayayım, biraz daha ıslansın dünya
Kana bulanmış pabucumla yürüyeceğim İstanbul’da
O zaman belki ilk kez hüznümdeki mutluluk aydınlanır
Ay tutulduğunda, acılar unutulduğunda geleceğim sana
Ayın üşüdüğü çağda, gece de yok yurdum da yok
Biraz daha ağlayayım, biraz daha ıslansın dünya
Kana bulanmış pabucumla yürüyeceğim İstanbul’da
O zaman belki ilk kez hüznümdeki mutluluk aydınlanır
Elinde bağlamasıyla bir ozan geldi, bu türküyü söyledi, Mina, ölen tüm Gazelli çocukları temsilen gözlerinden yağmurlar aktı. Ozan çaldı, hepimiz yakaran türküyle yüzyıllık acıya gözyaşlarımızla eşlik ettik.