A.VAHAP DAĞKILIÇ
Kar Yağıyor Düşlerime Üşüyeceksin Diye Korkuyorum
Çorak bir düş gibi
geceye asılan umutlarınızın olmasını
ve onların mahzun kalmasını
istemiyorsanız;
buruşuk sevinçlerin yerine
el değmemiş sevgilere
kilitlere hapsolan sevdaların yerine
gerçek aşka kapı aralamalısınız.
Yoksa
nehirlerin nefesine dokunan
gönül serinliğini yaşayamazsınız.
Hasret bekleyen yürek bilmek seni, yokluğunu yıkım
ve bir avuç sabır
gözleri korkmuş güzellikte
ilkyaz akşamlarına asmak seni
süslemek duvakla…
Sular boyu ölçmek seni, derinliklere salmak
nevruz yaprağında öpmek seni
elin ayasına değen mahremiyetle
kalıp garipliğini soluyarak…
Gitmek seni
sırtından vurulmadan Allah kitap aşkına…
Çıkmak sana
sıcak yaraların ağladığı üzgün yollarda karşına…
Yağmak seni
yavan bir yaşamda gece ağlayan zamanlara
ve bir deste telaşta bulmak beyaz taylar üstünde…
Gelmek sana
karanlıklardan kaybolup süzülerek sende bulmak beni…
Sarmak seni
bir sigara tütün misali, damıtarak efkârlarını adamakıllı
ve menekşe kokarak, güneş yüzlü ayın ilk dolunayında
bohçasız, kaçmak sana…
Okumak seni
rahlelerde kalan aminler öncesi, yaralı tarihlerde
ve fıtrat emanetini koruyarak
demir parmaklarda, kalmak sana…
Tutmak seni
mahkum ahları taşıyan rüyaların üzerinde çırpınarak
bir teselli bakışı
ve başımda aşksız duran bir acıyla
toprak damların iniltisini sormak sana…
Sevmek seni
sütü çekilmiş bir memede atlara su verildiği vakit
rüsva olarak
ve ağaran nefeslerde
acı gölgeli kadın tenine değen çaresizlikle, gülmek sana…
Ağrımak seni
son veda busesiyle uzakların aldığı sevgilinin
ilk göz ağrısında
ve bahar dalı basma etek uçlarına tutunarak
uysal bir bebeğin gözlerinde, ağlamak sana…
Özlemek seni
bir çay keyfi nezaketiyle
gün ışığı kokan kirpiklerinde
ve her Eylül sonrası
üşüyen kimsesizliğimle
arsız adımlarla
yürümek sana…
Solumak seni
tasasız
söz güllerin olduğu
ismi yok
kırık bir zamanda
ve söylenen son cümlede diz vurup
ten kapısını çalan nağmelerde
uyanmak sana…
Beklemek seni
üç beş nöbeti
derman bekleyen dertle kurşuna dizilen gecelerde
ve fırtınayı tutan kalplere serseri mayın gibi
Tahir ile Zühre olup, dökülmek sana…
Unutmak seni
her yüzüne baktığında gençliğimi kaybederek
hiçbir yönü olmayan destanlarda
ve bir sahipsizliğin yol ayrımında esir düşüp
köle pazarlarında
bedelsiz, satılmak sana…
Savurmak seni
dumanı yoksul düşlere, mağlup bir yüz gerginliğiyle
ve uzak aşkların yorgunluğunda
ıslak kokuna, taşınmak sana…
Kuşanmak seni
ölü bir feryadın isyanı gibi
bir masalın teselli eden taraflarına
ve yüreğe sinen tanıdık hüzünlere aralanan kapılarda
gömleği yırtılmadan dokunmak sana…
Dağıtmak seni
yeni dolmuş kadehlerin tokluğunda yanlışa ödül gibi
kör kalplere
ve bir tebessüm gölgesinde pas tutmuş ağularımla
ince dumanlı telgraflarda, sevinmek sana…
Dinlemek seni
başına alıp gitmeden umutlarım
havalanan üç martı kanadında
ve uzak önlerinde
bir şairin çığlığında tam on ikide, vurulmak sana…
Söylemek seni
içli bir şarkıya sinen, yıkık ölüm gibi ismini
gerilen cümlelerin merdiven tenhalarında
ve senden olma sevgimin saçlarına kar düştüğünü
bir güvercin edasıyla, anlatmak sana…
Savunmak seni
orta yerde kalan vefasız bir türkü
ve sahipsiz ağıtlar olsa da
ve bir avuç zambakla
sana beni sunan kaçışlarımı, toplamak sana…
Kaybetmek seni
güneş ve ay buluşması vakti, karışan adreslerde
keyfin kâhyasından habersiz
ve tuzak kokan yüzlerin
izinsiz mekan baskınlarda, tutuklanmak sana…
Azad etmek seni
antika çatlağı renksiz anılarda
üstüme örttüğüm nefesin üşüdüğünde
ve zamansız bir göç ile
toprağın soluğunda yargılanan aşkla
renk vermek sana…
Matem tutmak seni
bir yıldız olarak kayıp
karanlığın son ışıklarında yiterek
ölen sevdalarda…
SANA VE ŞİİR ANLAYIŞINA ŞAPKA ÇIKARIYORUM EY ŞAİR