İSMAİL GİRAY
Karakoç’un Granitten Dizeleri
Sezai Karakoç’un Gün Doğmadan kitabına başımı gömüp, sağlam surlu şehirlere benzeyen dizelerine hayran hayran baktığım vakitler az değildir… Kimi şiirlerinin gerçek manası defalarca okunmadan kavranamaz. Kimi şiirleri ise üstünde bir ömür tüketilse yine de çözülemeyecek gibidir. Granittendir Üstadın dizeleri. En ileri yöntemlerle tahlil edilmesi ve sırları ifşa edilmesi gereken bir hazinedir…
Elbet bu hazinenin her bir mücevherinin tek tek incelenmesi, tahlil edilmesi gerekir. Fakat Sezai Karakoç şiirinin inceliğini, derinliğini bir nebze de olsa gözler önüne sermek için, birkaç dizesi üzerinde “ilancılık” yapmakta da beis görülmeyecektir sanıyorum…
Süt İçmeye Davet Edilen Yılan:
Kara Yılan şiirinde Karakoç, “Seni süt içmeğe çağırıyorum parmaklarımdan / Kara yılan kara yılan kara yılan kara yılan” diyor… Yılanı, parmaklarından süt içmeye çağıracak cesaretin altında ise muhteşem bir mana yatıyor:
Peygamber efendimiz (S.A.S); “Ben uyurken süt içtim. O kadar içtim ki, şimdi bile onun kanıklığının, tırnaklarımdan sızdığını duyuyorum. İçtikten sonra artığımı Ömer’e verdim” demiş. Sahabelerin; “bunu neye yordun ey Allah’ın Resulü?” sorusuna ise: “İlme yordum.” cevabını vererek; Hz. Ömer’in ilmine dikkat çekmiş kâinatın efendisi.
Görüyoruz ki Sezai Karakoç, Hazreti Peygamberin bu rüyasını ve yorumunu imgelemiş şiirine. Dolayısıyla, “Kara Yılan’a, parmaklarından içirmek istediği süt”, işte bu Hadis-i Şerif’teki süttür! “Kara Yılan” ise Mevlana Celaleddin Rumi’nin bir hikâyesinde geçen, Nefs-i emmareyi temsil eden kara yılandır!*
Şairin, şiire; “Güneşin yeni doğduğunu sana haber veriyorum” dizesiyle başlamasındaki maksat ise; Hazreti Peygamber’in nuruyla aydınlanıp, Hazreti Ömer’in ilmiyle kuşanıp, nefisine galip geleceğini, onu terbiye edeceğini, uysallaştıracağını ilan etmek ve yine ona (Kara Yılan’a) meydan okumaktır:
“Güneşin yeni doğduğunu sana haber veriyorum
Yağmurun hafifliğini toprağın ağırlığını
Ve bütün varlığımla kara yılan seni çağırıyorum
Seni çağırıyorum parmaklarımdan süt içmeğe
Pamuğun ağırlığını yapan dağın hafifliğini
Sana haber veriyorum yeni doğduğunu güneşin
…”
Ayrıca Karakoç, bu dizelerde “Pamuğun ağırlığını yapan dağın hafifliğini …” derken Me’âric Suresi’nin 9. Ayetine de atıfta bulunuyor: “Ve dağlar, atılmış renk renk pamuğa benzer…”
44 ayetten oluşan Me’âric Suresi, ölüm ötesi hayatı ve azap gününü anlatır. Karakoç’un şiirine imgelediği ayette (9. Ayet) de; azap günü geldiğinde, “Göğün, erimiş maden gibi (8. Ayet) ve dağların atılmış renk renk pamuk gibi olacağı gün (9. Ayet)” hatırlatılmaktadır. Dolayısıyla şair, Hazreti Peygamber’den aldığı işaretle, nefisini yeneceğini söylemekle kalmıyor, nefsine (Kara Yılan’a) azap gününün çetinliğini hatırlatarak uyarıda da bulunuyor!
Kandan Elbiseler:
Ben Kandan Elbiseler Giydim Hiç Değiştirsinler İstemezdim şiirinde, ruhumuzu edebi hazlara bezeyerek bambaşka bir ilim denizine daldırıyor bizi büyük şair…
Üstadın, “kandan elbiseler giydiği” bu muhteşem şiirin sırrı ise; “Artık ölebilirdim / Bütün İstanbul şahidim / Ben kandan elbiseler giydim / Bundan senin haberin var mı” dizelerinde çözülüyor. Çünkü kişinin, rüyada kanlı bir elbise giyiniyor olması; bu kişinin psikolojik olarak; sevgi, aşk, bağlılık duyduğu şeyler sebebiyle gönlünün kırılmışlığına veya irade ettiği şeye yetişememenin, sahip olamamanın oluşturduğu içsel acının, buhranlarında seyir ettiğine işaret edermiş!
Anlıyoruz ki; şiirlerinde rüya ilminden de haberdar olan Karakoç, böylesi bir yaşanmışlığı, inci taneleri gibi imgelemiştir dizelerine. “Ben kandan elbiseler giydim / Bundan senin haberin var mı” diye sorarken de adeta bu yaşanmışlığın acısıyla seslenmektedir muhatabına; benim rüyalarımdan haberin var mı senin? Kırılmışlığımdan, karşılıksızlığımdan… ?
Giydiği kandan elbiseleri, “hiç değiştirsinler istemezdim” diye benimseyip, şiirine başlık yaparken de “seni hep sevmek isterdim” demek istemiş olabilir mi şair acaba?
Ben Kandan Elbiseler Giydim Hiç Değiştirsinler İstemezdim şiiri, 1959 yılında yazılmış. Yani Monna Rosa’dan 5 yıl sonra. Dolayısıyla bu şiir, Karakoç’un mezuniyetinin ilk yıllarına rastlar. Monna Rosa’nın sızısı, hala taze olsa gerek…
Bir Pingpong İzleyicisi
Monna Rosa demişken… Üstadın, Pingpong Masası şiirine değinmekte yarar var! Hem böylelikle, Monna Rosa faslını bir kez daha aydınlatmış oluruz diye düşünüyorum…
Karakoç, bu şiirine “Beyaz iplik sert iplik ve tak tak / Yuvarlak top küçük top ve tak tak / Pingpong masası varla yok arası / …” dizeleriyle başlar ve ilerleyen dizelerde “Ha Sezai ha ping-pong masası” diye bir serzenişte bulunur.
Eğer ki Muazzez Akkaya’nın (Monna Rosa’nın), üniversite yıllarında (Sezai Bey’in kendisine muhabbet beslediği yıllarda), uluslararası yarışmalara katılan bir pingpong oyuncusu olduğunu bilmezseniz, bu şiiri çözemezsiniz!**
Evet, Muazzez Hanım, okulun pingpong takımındadır; masanın başına geçip, oyununu oynamaktadır ve büyük şair Sezai Karakoç, çaresiz gözlerle onu izlemektedir!
Top, bir gidip bir gelmektedir: tak, tak, tak… Şair uzaktan uzağa sevmektedir: “Gözlerin ne kadar güzel ne kadar iyi / Ne kadar güzel ne kadar sıcak / Tak tak tak tak tak tak tak”
_____________________
* Topbaş, O. N. (1995, Ekim). Nefsin Varlık Hikmeti. Altınoluk(116), 0-36.
** Coşkun, A. H. «Mona Roza ile Sezai Karakoç aynı karede.» Hurriyet.com.tr. 10 01 2007. http://www.hurriyet.com.tr/mona-roza-ile-sezai-karakoc-ayni-karede-5749412