MEHMET ALİ BAL
Karcı Dede
Şarge dağı eteklerine kadar kuruyan Murat nehri sularının ardından Meydanek ve Kömöş dağından karcılar inerdi katar katar. Kavrulmuş toprak kokan yollar ayrılırdı bir bir. Kaç köy varsa serin yamaçların eteğinde kar sevinci duyardı.
Adettir, örftür fakir fukaraya hayrolsun denirdi senede bir kere herkes kar indirtirdi köye. Koyu gölgelerine doyamadığım o yaz günleri, çıplak ayaklı çocuklarla dolardı köy yolları. Tozlu sokaklar duru bir ferahlıkla nefeslenirdi. Fukaracasına gülerdik. Ellerimizde peşkir (el havlusu), bir parça kar beklerdik, başımız önümüzde. Dudaklarımız pembeleşir, kül rengine dönerdi yüzümüz. Başımızı okşardı büyükler. Kar dağıtan analarımızın yüzünden, bilemediğimiz bir huzur taşardı. Küçücük ellerde açılmış peşkirlere bir parça karla huzur yerleşirdi. “çağalar” evlerine dönerlerdi. Sıcak ağırlaşırdı yavaş yavaş sokaklara çökerdi. Tarla yorgunluğu suskunlaştırırdı evleri. Sesler gölgelere çekilirdi. İşte tam o vakitte karlı pekmez kaşıklanırdı. Şarge dağı serinliği dolardı evimize, içimize…
Getirene hayır dualar edilirdi. Nuru güzel Peygamberimize, ölmüşlerine, Allah’ın veli kullarına Fatihalar okunurdu. Küçükler dudaklarını kıpırdatırdı sadece. “Aminler” daha gür olurdu. İhtiyarsa hayır sahibi, “mezarını ışıtsın hayrın.“ denirdi. Çocukların kısmetine yakarışlar düşerdi. Bilmiyorum neden ama, bir başkalaşırdım küçücük ellerimi kaldırdığımda. Sanki sahiden dua ediyormuşum gibi ürrperirdi içim. Huzur namazlarında suskunlaşan, başkalaşan babam gibi büyürdüm. İçimden hazineler bağışlardım bir çırpıda.
Sahi, şu bizim köyün insanları, şu gariban fukaralar, dualar yüzü suyu hürmetine hayır zenginliğiyle dolup taşıyorlar mıydı?
Sade, içten bir dua bekleyişiydi damaklarımızdaki lezzet. Sonradan yıllar geçtiğinde Palu’da para vererek içtiğim kar şerbetinde aynı tadı bulamadım. Yüreğim ferahlamamıştı. Dua edesim gelmemişti içimden.
O güldükçe fukaralaşan toprak elli analarım karıştırmalıydı kar şerbetini. İlle de fukara evlerinden dualarla huzur serinliğiyle dağıtılmalıydı. Ve mutlaka yorgun olmalıydım.
Ferah gönüllü, tatlı dilli insanlar örmüştü kerpiç duvarları. Dere başlarındaki dutlar, erikler onların fidanlarıydı. Bereket yeşili köyümüzün önünden akan sular onların uğuruydu. Toprak yüzlü çocuklar onların tohumuydu. Huzur dualarının hürmetleriydiler. Yanık ezanlar onların sesiydi. O ellerin değmediği toprak yeşermez, o dillerin duasıyla tatlanmayan kar şerbetleri içilmezdi elbette.
Küçücük köyümüz şerbetler kadar tatlı dilli insanların yurduydu. Mahsul vermeyen seneler bile şükürle sıvazlanmış kilerler dolu olurdu hala. Gönül genişliği ferahlatırdı evlerimizi. Tatlı dillerle okşanırdı meyve ağaçları. Kurak tarlaların ağıtı hala yakar içimi. Hayat tatlılaşırdı, huzur akardı evimizin saçaklarından.
…Ve Karcı Dede gelirdi Cuma sabahları. Cuma Dede derdim O’na. Adı yoktu. Huzur dolu kerpiç evlerimizden bir parça, nefeslerimizden bir nefesti.
Fukaracık derdi babam. Her köye gelişinde bizim eve getirir, ağırlardı. Bir nefeste dağılıverecekmiş gibi hafif ve ışıl ışıldı beyaz sakalları. Karla yıkarmış yüzünü, o zaman daha da beyazlaşırmış sakalları. Anamın hürmeti ise bey hürmeti gibiydi. “O evliyadır yavrucum” derdi. Zaten bilirdim Karcı Dede'nin melek olduğunu, susardım.
En çok O’na dua ederdim. Ne söylediklerini anlayamadığım büyüklerim de O’na dua ediyor olmalıydılar. Yersiz, yurtsuz, evlatsızdı Karcı Dede. Şarge dağı yamacında yaşarmış. Derin kuyulara kar doldururmuş, kıştan yaza kadar nefeslenirmiş.
Ne uzaktı Şarge ve Kömöş dağları. Dört mevsim yaşadığım dünyamda gurbetlerin başıydı karlı doruk. Sıra dağların ardında gurbet vardı. Orda yaşayan herkes askerdi. Yağız yüzlü Davut ağabeyim de Kömöş dağının ardına gitmişti çünkü. Karcı Dede sevindirirdi beni. O memlekete çıkıp dolaşıverecekti koca gözlü eşeğiyle. Hemen karların bittiği yamaçtan dolanıverecekti gurbete. Ve Cuma'lardan bir Cuma, ağabeyimi alıp getirecekti köye.
Elbette kimsecikler bilmiyordu bunu. Aramızda bir sırdı. Daha çok severdim Karcı Dede'yi. Rüyalarıma girerdi. Karlı belin ötesinden alıp getiriyormuş gibi ağabeyimi, sevinirdim geceleri. Bazen yemek istemezdim karlı pekmezden. Ağabeyimi düşünürdüm. Sonra Karcı Dede ağabeyine de götürüyorlarmış derdi, öyle rahatlardı içim. Cuma'ların havası daha bir tatlılaşırdı. Karcı Dede'nin ardından daha başka hislerle koşardım.
Sonra uğursuz seneye doğdu günler. Eski topraklar verimsizleşti. Buğdaylar yeşermedi, Üzümlerin, elmaların dökümü olmadı. Babam öldü. Günlerce evden çıkmadım ağladım.
Bana sonradan anlattılar… O acı günlerde Karcı Dede de düşmüş ölüm döşeğine. Günlerce sayıklamış durmuş. Baş ucunda eski karcıları aramış boşuna. Ağıtlar yakmış Şarge dağı karcılarına. Sekerata binince kar istemiş yanındakilerden. “Mezarıma bir avuç kar koyun “ demiş.
Bir daha karcılar gelmeyecekti köyümüze anlamıştım… Asker abilerime kar götürmeyecekti kimse… Ve bir zamanlar Murat'ın sularının çekildiği günlerde katar katar karcılar inerdi dağlardan. Köy yolları çıplak ayaklı köy çocuklarıyla dolardı.
O sene ilk defa kar yağdı köyümüze…