SELAHATTİN YILDIZ
Kasatura |ÖYKÜ|
“Dedemin anısına”
Tren istasyonunun yanındaki parkta ihtiyarların oturması bir gelenek olmuştu. Aynı zamanda postanenin karşısında bulunan park günün farklı saatlerinde farklı yaş gruplarını misafir ediyordu.
İkindi zamanı kıdemli gençlerin toplanmasıyla anılar deşilerek bazen keyifli bazen de hüzünlü anlar yaşanırdı. Trenin düdüğü çalıp istasyona geldiğinde insanların toplu şekilde önlerinden aceleci geçişleri onlar için artık hiçbir anlam ifade etmiyordu. Acele etmek mi. Ne gerek var.
Bir zamanlar acele edenlerin bir arada bulunduğu yerdi o park. Herkesin parmak izi gibi hikayesi de farklıydı. Evlatları tarafından reddedilen de kabul görüp baş tacı edilen de… Gerekli saygı ve özeni bulamayan o kıdemli gençlerin omuzları düşüktü hep. Onlar kıdemli gençlerdi, çünkü ruhları hala kahkaha atıyordu hoşlarına giden sohbetlerde.
Bekar olanların evlenme hikayeleri heyecanla anlatılırdı. Bıyık altından gülenler mi ararsın, kıkır kıkır gülen mi… Bazen askerlik anıları, bazen de çocukluk… Parkın içindeki çocuk oyun gruplarına bakarak bazen sallanmak bazen de kaydıraktan kaymak isterlerdi. Nede olsa birçoğu erken başlamıştı hayata…
Yine bir ikindi vakti postanede çalışan posta görevlisi yalnız oturan ihtiyarın yanına gelip oturmuştu. Dayı nerelisin diye tanıştığında, yaşlı adamın posta görevlisinin askerlik yaptığı yerden olduğunu öğrendi. Hemen askerlik yaptığında başına gelen ve unutamadığı anısını anlatmaya başladı.
Bundan yaklaşık otuz yıl öncesiydi. Sizin orada bir köy karakolunda askerdim. Arazide dolaşırken kasatura mı kaybettim. Akşama kadar aradık ama bulamadık. Askeri malzeme kaybetmenin çok büyük cezası var biliyorsun dayı dedi.
Yaşlı adam başını sallayarak onayladı postacıyı. Karşı köye gidip soralım bekli köyden bulan olmuştur diye muhtarın yanına gittik. Muhtar gelin hele oturun soluklanın yemek yiyip çay içelim sonra sorarız köylüye dedi. Biz de gerek yok hemen soralım dememize rağmen ısrar etti ve misafir odasına davet etti bizi. Ben yerimde duramıyorum tabi. Ne yemek ne çay var gözümde. Yemekler yendi çaylar içildi ve biz ayağa kalkıp çıkalım dediğimizde muhtar kasaturayı çıkarıp bize verdi. Ben sevinçten ne yapacağımı bilemedim. Muhtar biraz mukallit bir adamdı. Yaşıyor mu acaba diye yanındaki ihtiyara sordu.
İhtiyar elini postacının dizine koyup bıyık altından gülerek o muhtar bendim dedi. Hani derler ya “dağ dağa kavuşmaz insan insana kavuşur” diye. İşte tamda burada hayatın denk noktası bir hatıranın iki tanışını bir araya getirmişti…