SELAHATTİN YILDIZ
Kırız Ali
“Dedemin anısına”
Bahar gelmiş çiçekler kelebeklerle birlikte renk cümbüşü yarışındaydı. Köye yeni gelen çoban hayvanları otlatmaya çıkarmıştı. Köy kızları evlerinin önünde çamaşır seriyordu. Ekinler yeşermiş ve boy vermişti. Hava ise yaz ile sonbahar sonu sıcaklığında…
Kırız Ali mavi renkli pantolon ve gömleğini giymiş, elinde çekiç ve murcuyla evden çıkmıştı. Dereye giden yolda taşların arasındaki suyu çıkarıp dereye getirmek için usulca yürüyordu. Dereye geldiğinde keşif yaptı inceleyen gözlerle. Suyu çıkarırsa buraya kuracaktı çeşmeyi. Başını kaldırıp uçuşan kuşlara baktı. Bir gram su yoktu o civarda. Az sabredin der gibi dua niyetiyle kuşların susuzluğuna baktı. Sonra yerinden kalkıp dereden hafif meyille yükselen kayalığın yanına çıktı.
Kayanın kenarında gördüğü küçük su sızıntısının peşine düşmüştü. Aylarca çekiçle murcun çınlayan sesleriyle taşları oymaya devam etti. Oradan su çıkmaz diyenlere rağmen gayretini hiç bırakmadı. Büyük torunu dedesine takılarak Ferhat derdi o da bıyık altından gülerdi. Kırız Ali bıyık altından çok güzel gülerdi…
Saçını hep kısa tuttuğu için ona Kırız lakabı takılmıştı. Kırız Ali’ye torunları aga derdi. Çocuklar şeker ve çikolataya gaga der ya, onun ceketinin cebinden şeker hiç eksik olmazdı. Önüne çıkan çocuklara hep şeker verirdi. Köy çocukları ve torunları onu gördüklerinde “aga cebi dolu gaga” derdi.
Kırız Ali çok rahat bir adamdı.
Onu tanıyanlar çalıştığını dereye su getirirken görmüştü sadece. Bir de sonbahara doğru odun kırardı. Allah var dedem iyi kütük söker iyi de odun kırardı. Rahatlığı ise oğullarının vefasındandı. İki oğlu da yurt dışındaydı. Sağolsunlar ikisi de iyi evlattı ve babalarına paşa gibi bakarlardı. Cebinden ne türk parası ne de döviz eksilirdi. Az konuşur ama nükteli konuşurdu. Lafı cebinde ve şakacı yanı da vardı. Okuma yazmayı at sırtında karşı köye gide gele öğrenmiş. Akranları içinde okuma yazma bilen bir o vardı. Taşlama türü şiir yazar, bir şey anlatmadan önce bıyık altından gülerdi. İbn Haldun’un “coğrafya kaderdir” sözü ne kadar da doğru. Şayet imkanlar yerinde olsa belki de şimdi adı bilindik bir şairdi…
Kırız Ali’nin eskiden bir şeker atı varmış. Atına binip sürekli kasabaya gidermiş. Uzun süre muhtarlık yaptıktan sonra muhtarlığı Hozer’e yani ahretlik arkadaşı Mehmet’e bırakmıştı. Bayramlarda Demirel’den bayram tebriği gelirdi bir dönem. O Adalet Partili, hısımı ise Halk Partiliydi. Demirel televizyona çıktığında evde herkesi sustururdu. Konuşma bitikten sonra da “yine güzel konuştu gavat” derdi. Kırız Ali’nin en keyif aldığı şey ikindi vakti radyoyu açıp Hozer’le ajansları dinleyip Lezzo içmekti. Sigarayı arka odaya geçip torunlarından gizli içerdi. Evdeki kitapların ve ansiklopedilerin arasında hep sigara bulunurdu. Torunları çok sigarasını içmişti ama hiç sesini çıkarmazdı. Çünkü o güya sigara içmezdi.
Bir ara köye kömür getirtip satmışlığı da varmış eskiden. On liraya kömür alır, sattığında topladığı para sekiz lirayı geçmezmiş. Kriz Ali işte umurunda bile olmazmış.
Karşı alevi köyler kasabaya uzak olduğu için bir gün önceden yürüyerek onun köyüne gelirlermiş. Her defasında onları gelirken ve giderken misafir eder ikramda bulunup sabahta yolcu edermiş. Gönül insanı olmak böyle yapmayı gerektirirmiş…
Hayatının son dönemlerinde taşların arasından suyu çıkarıp dereye çeşme yapma sevdası gerçekleşmek üzereydi. Köyü çok susuzluk çekmişti. Oğulları izine geldiğinde çifte mutluluk yaşadı. Hem oğulları geldi hem de su. Sonunda muradına erdi ve suyu getirdi dereye. Mütevazi de bir çeşme yaptı.
Şimdi o çeşme ince ince akmaya devam ediyor. Kurdun kuşun ve oradaki tüm canlıların su ihtiyacını karşılıyor. Kıraç derede ise meyve ağaçlarıyla dolu küçük bir bahçesi var. Bir zamanlar su arayan kuşlar Kırız Ali’nin dalına konup çeşmesinden su içmeye devam ediyor…