MEHMET ALİ BAL
Kral Midas ve Şövalyesi Maranello
İnsanın hikayesi Âdem ve Havva ile başladı. Cennetten kovulup da ayak bastıkları Anadolu; yemyeşil çayırları, ormanları, kuşları, rengârenk çiçekleri ve cennetten çıktığına inanılan ulu nehirleri ile Âdem ve Havva’ya kucak açtı. Toprağa ilk aşk, ilk tohum, ilk söz buradan savruldu; ilk tekerlekler bu topraklarda döndü, ilk kentler ve tapınaklar burada kuruldu. Anadolu önce yüzyıllar sürecek hikâyesini yaşadı, sonra adını aldı; “Uygarlıklar Beşiği Anadolu”
Bu beşikte doğup büyüyen uygarlıklardan biri de Frigya uygarlığıydı. Milattan önce 750’li yıllarda tarih sahnesine çıkan Frigler, en güçlü dönemlerine Kral Midas döneminde ulaşmışlardı. Zaten Frigya dendiğinde ilk aklımıza gelen de Kral Midas’tır. Çok az ölümlüye nasip olan bir üne kavuşan Kral Midas’ın adı kendi ülkesinin sınırlarını aşmakla kalmamış, tüm zamanları da aşarak günümüze kadar adından söz ettirmeyi başarmıştır.
Onu günümüze taşıyan iki efsaneden biri ünlü kulakları hakkında, diğeri ise bizim de hikâyemizin başlangıcı olan ihtiraslarıdır.
Tanrıların Öfkesi
Tanrılardan ateşi çaldığı için zincire vurulan Prometheus, bir kayayı durmamacasına bir dağın tepesine kadar çıkarmaya mahkûm Sisyphus gibi, Kral Midas da dokunduğu her şeyin altına dönmesini istediği için Tanrıların öfkesini üzerinde toplamıştır.
Efsaneye göre bir gün Midas ve çok sevdiği şövalyesi Maranello zaman, hayat, ölüm ve sonsuzluk üzerine derin bir sohbete daldıkları sırada, Midas’ın muhafızları gül bahçesinde buldukları yaşlı bir adamı kralın huzuruna çıkardılar.
Muhafızların zil zurna sarhoş bir şekilde buldukları yaşlı adamın adı Silenos’tu ve Dionysos’u ararken yolunu kaybetmişti. Kral ve şövalyesi onu sarayda günlerce ağırladıktan sonra, yaşlı adamı kaybettiği için son derece kederli olan Şarap Tanrısı Dionysos’a götürdüler.
Dionysos, himayesinde büyüdüğü için çok büyük değer verdiği Silenos’u yeniden gördüğüne o kadar sevindi ki, Midas’tan bir dilekte bulunmasını istedi. Midas, hiç düşünmeden “Her dokunduğum altın olsun, başka bir şey dilemem” dedi. Bu dileği garipseyen şövalye ise "Eğer benden bir dilek tutmamı isteseydi, herhalde sonsuz bir yaşam isterdim" diye içinden geçirdi.
Tanrı Midas’ın isteğini yerine getirdi ve değdiği her şeyi altına dönüştürdü. Yemek üzere elini uzattığı ekmek de buna dahildi, sevmek için uzandığı güzel kızı da. Midas tutmuş olduğu dilekten öylesine pişmanlık duydu ki, Dionysos’a dileğini geri alması için yalvarıp yakardı. Tanrı gidip Paktolos ırmağında yıkanmasını söyledi. Kral Midas hemen ırmağa koştu ve kendini sulara bıraktı. Efsaneye göre onun yıkandığı ırmağa bakanlar, sularında altın kum taneciklerini görebilirlermiş.
Sonsuz Yaşam
Şövalye Maranello’ya gelince… Kendisine sonsuz bir hayat bahşedildiğini fark ettiğinde, Kral Midas da, tanrı ve tanrıçalar da çoktan mitolojik kahramanlara dönüşmüşlerdi.
Şövalye Maranello, içinden geçirdiği dileğin gerçekleşmiş olmasının şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra, nasıl kullanacağını bilemediği sonsuz bir zamanla baş başa kaldı. Sonra da bizim hikâyemizin kahramanı olarak devam etti yaşamına.
Yüzyıllar boyunca Anadolu’da doğan yeni uygarlıklara, bilimlerin gelişmesine, sonsuz bir merak ve gayretle zamanı ölçmeye çalışan bilgelere tanıklık etti. Zamanı ölçmek çabası insanın en eski uğraşlarından biriydi. Bu uğraş sonucunda su, güneş ve kum saatleri, zaman çubukları icat edilmiş olsa da, henüz zaman hayatı yönetmiyor, akrep ve yelkovan bilinmiyordu. Henüz zaman gökyüzünde asılı duran ay, güneş ve yıldızlarla ifade ediliyordu.
Şövalye Maranello, tıpkı kendisi gibi sonsuzluk ve zaman üzerine kafa yoran âlimlere duyduğu ilginin peşinde, insanlığın ortak mirası olan uygarlık birikimini kucaklayan ve ona kendi katkısını yapan Bağdat’ta uzun yıllar oyalandı. İlk rasathanelerin kurulduğu Bağdat, bütün dikkatini astronomi ve matematik üzerine yoğunlaştırmıştı. Küçükleri basit bir cep saatinin işlevini gören usturlablar yanında su, civa, yanan mum veya ağırlıkların yardımıyla çalışan güneş saatleri de İslam bilginlerinin ilgilendikleri bir diğer alandı. Öğle zamanını hatırlatan çalar güneş saatleri, her saat başı küreler düşüren su saatleri zamanının harikaları arasındaydı.
Şövalye Selâmı
Maranello bu topraklarda zamana merak saldı. Varlık zamanın akışında anlamlı, yaşam zamanla sınırlıydı çünkü. Çıraklık ve ustalık dönemlerini de büyük zekâların yanında tamamladı. Bunlardan biri de 12. Yüzyılda yaşamış olan ve adını Dicle ile Fırat Nehirleri arasındaki bölgenin adından alan El Cezeri idi. Bugün sibernetiğin babası olarak bilinen bu büyük âlimin tavus kuşu saati, fil saati gibi doğunun harikaları arasında yer alan saatleri büyük hayranlık uyandırsa da, şövalyemizin ilk kullanışlı ve taşınabilen saatleri görebilmesi için daha yüzyıllarca beklemesi gerekecekti.
Tüm Avrupa şehirlerine saat kulelerinin yapıldığı, tüccar ve sanayicilerin zamanın hesabını tutmanın en ateşli savunucuları haline geldikleri 15. Yüzyılda, zamanı artık saatler düzenlemeye başlamıştı. Sonra saatin boyutları gün geçtikçe küçüldü. Saatlerin seri üretimi ise ancak 19. Yüzyılda mümkün oldu. 20. Yüzyılda ise elektrikli ve eloktronik saatler gerçekleştirildi.
Şövalye Maranello; sonsuz bir yaşam düşüyle başlayan zaman ve mekândaki uzun yolculuğunun sonucunda İtalya’da doğan ve İsviçre’nin önde gelen markalarından biri olan Maranello’ya dönüştüğünü gördü. Nihayet, Doğunun güçlü bilgeliği, Akdeniz dünyasının yaşama açık rüyası ve İsviçre Alplerinin verdiği ihtişam hissi ve yaşam disiplini bir zaman simetrisinde buluşmuşlardı.
Çok uzun yıllar sonra bir kez daha dilekte bulundu ve Rotap Maranello olarak doğmuş olduğu topraklara dönmeyi diledi. Artık bu topraklarda ne Frigyalılar ne Lidyalılar ne de Kral Midas vardı. Ama bütün onların hatırasını yaşatacak, bir gökyüzü kesiti veya Alplerin dorukları gibi güçlü yüzüyle büyüleyen Rotap Maranello vardı.
O şimdi yuvasına dönmüş olmaktan duyduğu şükranla, saat tutkunlarına benzersiz ve göz alıcı seçenekler sunuyor.
İşin aslı şu ki, Alman şair Goethe’nin dediği gibi, zaman sonsuz uzundur aslında ve her bir gün, içine çok şey alan bir kaptır, eğer gerçekten doldurulmak istenirse…
Rotap Maranello, Anadolunun kadim uygarlıklarından Akdeniz dünyasına, dönemin Bağdat bilgeliğinden İsviçre Alplerinin karlı doruklarına gönderilen bir şövalye selâmıdır. Sonsuzluğa derin bir bakıştır.