Lambaya Püf De

SELAHATTİN YILDIZ
Lambaya Püf De |ÖYKÜ|
 
“Dedemin anısına”
 
Kalbur saman içindeyken zaman evveli gösteriyordu. Kağnı arabasının üzerinde uzunca bir yolculuk sonunda köylerine kavuşmuşlardı sonunda. Mahbup hanım kızları Hanım, Arife ve oğlu Ali’yle…
 
Seferberlik günleri sona ermişti artık. Rus ordularının işgalinden dolayı birçok köy batıya doğru göç etmek zorunda kalmıştı. Memleketinden ayrılanlardan geri dönen kadar dönemeyenler de vardı. Dönenler için geçen yıllardan tarlalarda kalan sarıdan açık kahveye dönen buğday başakları yaşamak için bir umuttu. Mahbup hanım erini doğu orduya gönderdiğinden hayli zaman geçmişti. Mezarı nerede hala da bilinmez. Onunla ilgili bilinen birkaç silik anı ve adı kaldı. Bekir’miş adı…
 
Giderken Mahbup hanıma “Sana üç evlat bırakıyorum hanım, onları büyütür yetiştirirsen, Allah seni Fadime anamıza komşu etsin” diye duasını edip ardına baka baka gitmiş…
 
Ali elinde çöp parçası evler çiziyordu. Gün doğarken babası gelir diye köye dönen yola kısık gözlerle bakarmış hep. Kim bilir kaç defa uzaktan gelen kişiyi babası sandı… Babası gelecekti Ali’nin… Kaç defa babasının kucağında sevilmeyi hayal etti…
 
Yıllar sonra torun Bekir geldi. Torunla tanıştı öksüz Ali. Babası gelmedi ama adını verdiği torunu geldi. Torunu büyüdüğünde dedesini kucağına alıp çocuk gibi severdi. Öyle hoşuna giderdi ki hiçte gocunmazdı. Kim bilir belki de Bekir derken babasını hayal ederdi.
 
Kalbur samanda döndü durdu yıllarca. Bir avuç buğday yıllar içinde toprak evin ambarına doldu. Sahi o toprak ev nerede şimdi. Birkaç odun için yıkılan üç yüz yıllık ev nerede şimdi…
 
Gece karanlıkla kardeş olduğunda yatma vakti gelirdi. Baykuş sesleri köyün üzerindeki çalılıklardan nida sesleri gibi yükselirdi. Öksüz Ali kız kardeşleriyle sabah uyandığında belki babaları gelir diye umut uykusuna yatardı hep. Mahbup hanım lambaya püf der sığınırdı soğuk yatağın içine. Lambaya her püf dediğinde neyin sönüp neyin yandığını sadece o bilirdi.
 
Arife ve Hanım kızlar yeni yuvaları için kınalanıp gelin gitmişti. Dallanıp budaklandı her biri. Hanım erkenciydi, Arife onun ardından gitti ebediyete. Yıllar Sonra başkente gelen Ali ise bir ekip otosunun altında…
 
Babasız büyüyen nice öksüz gibi bu toprağın harmanını savurdular. Bir devrin ortak hikayesini birlikte yaşadı dönemin insanları. Şimdi torunları çam ağacının kozalağı fırlattığı gibi dört bir yana fırladı. Kozalakların kimi yurt içine, kimi de yurt dışına düştü.
 
Devir fazlasıyla değişti. Kara saban ardında bir avuç tohum en büyük zenginlikti. Şimdi ise markalı ekmeklere uzanıyor torunların elleri.
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir