MEHMET ALİ BAL
Mecid İsm-i Şerifi
Mecid ism-i şerifi “Şanı büyük, yüksek, şeref sahibi, Azamet ve kudreti, kadri, şanı büyük, vermesi bol, zati şerefli, işleri güzel olan, her türlü övgüye layık bulunan” manasındadır. Mecid ismi Allah’ın (cc) sübuti sıfatlarındadır. Zati sıfatlar, sadece Allah’ın (cc) zatına ait sıfatlardır. Sübuti sıfatları ise O’nun zatında olan fakat nispi olarak yarattıklarına da nasip ettiği sıfat ve özelliklerdir. Varlığı zorunlu ve kemal ifade eden sıfatlara sübuti sıfatlar denmektedir. Bu sıfatlar Allah’ı (cc) “Diridir, güç yetirendir, hayat, irade ve kudret sıfatları vardır” gibi olumlu ifadelerle tanıttığı için sübuti sıfatlar ismini almıştır. Sübuti sıfatlarının zıtları Allah (cc) için düşünülemez.
Her namazda tahiyyattan sonra okuduğumuz “Salli ve Barik duaları” sonunda “İnneke hamidün mecid” “Allah’ın rahmeti ve bereketleri üzerinizdedir. Ey İbrahim’in ev halkı muhakkak ki O, Hamid’dir, Mecid’dir” demekteyiz. Bu da bu İsm-i Şerifin zikrinin bizatihi Allah (cc) tarafından çoklukla yapılmasını emrettiğini göstermektedir.
“Mecd” kelimesi Celal sıfatlarına, “Hamd” kelimesi ise ikram sıfatlarına delalet etmektedir. “Mecd” kelimesi Arap dilinde kemal vasıflarının ve iyilik yapma fiillerinin bol olması anlamındadır. “Şan, şeref, asalet, cömertlik, itibar, büyüklük, izzet, ululuk, kişizadelik, yüksek yer, atalardan kalma iyi haslet” bu anlamın açılımlarıdır. “Mecd” kelimesiyle ilişkili çok sayıda kelime Osmanlıca sözlüklerde görülmektedir. Manalarını vermeden sadece sayıp geçmek istiyorum: “Nebahet (Nebahat), kerem, şeref- pezir, ma’lat (Çoğulu, maali), arvend, asagir (şeref ve itibar bakımından küçük şeyler), vecahet, ervend, izzetlu, ka’b (Ayak topuğu, mec. Şan, şeref), hays (Hürmet, saygı, itibar), şeref- yab, şeref- resan, subuhat”.
“Mecd” kökünden türeyen kelimelerin anlamları yukarıdaki ana mana ile irtibatlıdır. “Meccede” fiili “Allah’ın (cc) şanına delalet eden şeyi okudu” demektir. Bir işin şanı, bir şeyi övmek, bir adam için şerefli, soylu olmak anlamları dikkati çekmektedir. Çok bağış vermek de “Meccede” fiiliyle ifade edilir. “Mecede fülanen” denildiğinde “Filana şanlı, şerefli ve soylu olmakla üstün ve galip geldi” anlaşılmaktadır. Şereflendirmek anlamı da vardır. “Meccede, temciden” yüceltmek, övmek, tazim etmek, ululamak, göklere çıkartmak, çok ata ve bağış vermek, çayırı çok otlağa uğramak anlamlarındadır. Haysiyet ve izzetin yanında, “Muciddu” aramakta istekli, bir işin ardına düşen manalarındadır. Kemal ifade eden tüm fiillerde olduğu gibi fiilin ortası “Ötre” ise yani “Mecude, yemcudu” fiilinde şanlı, şerefli ve soylu olmak manasındadır. Aynı kökten gelen bazı kelimeler “Çalışkan olmak” gibi anlamlara gelmektedir.
Kuran-ı Kerim’de Mecid ism-i şerifinin zikri Tevhit hakikatinin mana çerçevesindedir. Bu övgü sadece bir olan Allah’ın (cc) zatının, fiillerinin, isimlerinin, icraatının övgüsüdür. Hatta bu müşahhas manası “Övgü” olsa da batıni manaları itibarıyla mutlak kemal, mutlak izzet ve kerem sahibi Allah’ın (cc) zikredilmesi, teşbih ve tazim edilmesidir. Kelimenin ana anlam ekseni “Mecd” kelimesi anlamında belirttiğimiz üzeredir. Öncelikle bütün övgülerin kendisine yapıldığı Allah “Yegâne övgüye layık, izzet, haysiyet, kemal, iyilik gibi bütün üstün sıfatların ve isimlerin sahibidir”. Bu hakikat, son derece şaşalı biçimde “(O) Arşın sahibidir, Mecid’dir (Şanı yücedir)” Buruc, 15) ayetiyle ifade edilmektedir. İfadenin ihtişamı adeta “Arşı keyfiyeti bizce meçhul fakat Tekliği muhakkak muhteşem bir taht“ olarak idrakimize getirmektedir. Zira sahibi olan Allah (cc) Tektir.
Esma-ül Hüsna’nın makamına göre merkez ve çevre manasının olması hakikatini hatırlarsak, Mecid ism-i şerifi adeta diğer tüm isimlerin “Övülmesi ve senasını” gerçekleştirmektedir. Allah’ın (cc) bizatihi “Kendini övmesini” düşünürsek, bu övmenin daha ziyade O’nun övülecek isim ve sıfatlarını zikretmeye ve tespih etmeye matuf görünmektedir. Nitekim “Şüphesiz ki O övülmeye layık olandır, iyiliği boldur, Mecid’dir” (Hud, 73) buyurulmaktadır. Bu ayetle “Mecid” isminin bir anlam filizini vermektedir. Mecid ismi bütün Esmanın bir açıdan kökleri bir diğer açıdan da Esmanın meyveleridir. Allah (cc) kendini bize tanıttırdığı gibi Zatı ve fiillerini de bizatihi kendisi övmektedir. Zira kendisi mutlak iyi ve mutlak güzel isimlerin, sıfatların sahibidir. Bizatihi kendisi mutlak güzel ve mutlak iyidir ve mutlak hayırdır. O yüzden kendi Zatını övmesi, dünyadaki nispi hakikatler çerçevesindeki övmelerden çok farklıdır. İlmi İlahinin hatta Kudreti İlahinin bir cüzüdür.
“Şüphesiz ki O övülmeye layık olandır, iyiliği boldur, Mecid’dir” (Hud, 73) buyurulmakla, övgünün yönelik olduğu İlahi İcraata pencere açılmaktadır. Burada, asıl olan övgü vesilesiyle Allah’ın (cc) iyiliğinin bol olması, bu itibarla da övülmeye layık olmasıdır. Tıpkı bunun gibi büyük kâinatları yaratması, uzayın sonsuzluğunda korkutucu büyüklükte yıldızları muazzam kanunlarına göre nizam üzere döndürmesi, on sekiz bin âlemi iç içe yaratıp her bir âlemde ve tamamında Rahman ve Rahim isimlerini tecelli ettirmesi, insanları dosdoğru yola hidayet etmesi, inananları gazaba hak kazanmış ve dalalete sapmış olan büyük kavimlerden ayrı tutması gibi nice İlahi Tasarruflar vardır ki, hepsini de temcid etmek (Övmek, ululamak), tespih etmek, tazim etmek gerektir. Allah (cc) bize bilmediklerimizi de öğreterek, yine kendi bizzat öğrettiği veya Peygamberleri (as) vasıtasıyla bildirdiği gibi “Temcid ve tahmid’de” bulunmamızı dilemektedir. Övgüler bu anlamda İlmi İlahinin Marifet-i Sani’nin bir cüzüdür. Bu övgülere Allah’ın (cc) ihtiyacı yoktur, fakat bizim ihtiyacımız vardır.
Allah (cc) o denli büyük, şanı yüce ve övülmeye layıktır ki, devasa kâinatları her an yaratmaya devam ettiği gibi en zayıf kulunun en muhtaç ve muztar olduğu zamandaki en küçük bir iç sızlamasıyla içinden yalvarmasını duyar ve ihtiyacını giderir. O’nun (cc) büyüklüğü zayıf ve küçük kullarının varlıklarının zayıflık, acizlik ve fakirlerini görmesine ve o küçük ihtiyaçlarını karşılamasına mani değildir. Bilakis O (cc) o kadar büyüktür ki, en zayıf sesleri dahi duyar, en zayıf kullarının ihtiyacına yetişir.
Allah (cc) Hikmeti ve ilmi itibarıyla da övgülere layıktır. Zira bizler dünya hayatımızın daracık boyutlarında bile olan olayların geleceğini ve künhünü bilmezken O (cc) farklı farklı olan dünya, kabir, berzah, ahiret, kıyamet günü hadiselerini her yaratır hem bilir. O Mecid olan Allah ki (cc) bizim göğsümüzde birikenleri de bilir. Kalpten ve akıldan dile gelmeyenleri de bilir. Her bir hadisede binler hikmet ve binler ibret yaratır. Tertib-i eşya usulünü bozmadan zamanı geldiğinde halk ediverir. Bu halk ve inşada Mecid ismini Kuran-ı Kerim’deki ayetlerde önceleyen iyilik, kerem, ata ve bağışlar vardır. Bunu gören tam inanmış kalpler büyük orduların toplandığını gördüklerinde onların imanları artar, korkuları izale olunur. Tam inanmışlıkla “HasbunAllahi ve ni’mel vekil” derler. Zira inandıkları Allah Mecid’dir, "Her türlü övgüye layık bulunandır"; Macid’tir, "Kadri ve şanı büyük, keremi, ihsanı bol olandır"; Hamid’tir "Her türlü hamd ve senaya layık olandır", vs.
Mecid ism-i şerifi Aziz ism-i celiliyle de irtibatlıdır. Allah (cc) Mecid, Aziz, Mütekebbir gibi isimlerinin üzerindeki hakkını korumakta çok Gayyur’dur. Bu hususu Peygamberimizin (s.a.v) hayatı içinde ibret olarak belirtmiştir. Medineli münafıkların bir savaştan dönerken “Yemin olsun eğer Medine’ye bir dönecek olursak aziz olan bizler zelil olanları Medine’den sürüp çıkaracağız” demeleri üzerine aşağıdaki ayet nazil olmuştur. “Derler ki “Ant olsun bir Medine’ye bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp çıkaracaktır”. Oysaki izzet ve güç Allah’a mahsustur ve Peygamberi ile müminlere mahsustur. Fakat münafıklar bilmezler” (Münafikun, 8). Allah (cc) kendisi ve sevdikleri dışındakilerin övünmelerine karşı çok şiddetlidir. Övgüleri çalmaya cesaret edenleri de şiddetle cezalandırıcıdır. Hele ki, böylesi bir unvan gaspına Müslüman olanların cüret etmesi ne büyük kayıptır!
Elbette ki izzet ve kudret Allah’a (cc) mahsustur. Bir de Onun izzet ve kudret verdiklerine mahsustur. Nitekim büyük övgülerden biridir “Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin” Kuran cümlesi. Bütün hamd ve senalar, yakarışlar, dualar, ibadetler, tespihler ne güzel övgülerdir. Allah’ın aziz kılması haricinde aziz olunamaz, zillet ise ancak O’nun takdiridir. Bu yüzden izzet zamanlarında tevazu ve edep, zillet zamanlarında da teslim, tevekkül ve sabır övülmüştür.
Övgülerin bir diğer timsali ise bizzat Allah’ın (cc) övdüğü seçilmiş kullarıdır. Başta Peygamberimiz (s.a.v) olmak üzere ashabı güzininin Kuran’da övüldüğü görürüz. Bunu Nat-ı Nebevi şiirinde Şeyh Galip ne güzel anlatır:
“Sultan-ı Rusul şah-ı mümeccedsin efendim
Biçarelere devle-i sermedsin efendim
Divan-ı İlahide ser amedsin efendim
Menşur-u “Le amrukle” müeyyedsin efendim
Sen Ahmed ü Mahmud ü Muhammedsin Efendim
Haktan bize sultan-ı müeyyedsin efendim.” (Şeyh Galip)
Şeyh Galip’in bu şiiri kendi başına baştan sona bir Hazreti Peygambere (s.a.v) övgü şiiridir. Övgünün böylesine övünülecek bir dil ve şiirle ifadesi ne muhteşemdir. Zaten şiir “Sultan-ı Rusul Şah-ı mümeccedsin efendim” diyerek başlamaktadır. “Mümecced” kelimesi “Mecd” kelimesinden türemiş “Şereflendirilmiş, methedilerek ululanmış” demektir. “Menşur-u “le amruk” ile müeyyed olmak ise Hazreti Peygamberin övülme nedenini, kaynağını “Onu (s.a.v) bizzat Allah’ın (cc) övmesi, Onun adına kasemde, “Le amruke” diyerek yeminde bulunmasına bağlıyor. Bu da son derece Tevhit gerçeğinin derununa vakıf olmanın göstergesidir kuşkusuz. O Allah ki (cc) Hazret-i Peygamberi Kuran’da ve diğer mukaddes kitaplarda benzeri isimlerle zikretmiştir.
Şeyh Galip’in zikrettiği üç isim “Övülmüş” anlamına da gelmektedir. Cevher kadrini elbette en iyi Yaratan (cc) bilir. Elbette en iyi övgüde O (cc) bulunur. O överse diğer insanlar da melekler de överler. Habibullah unvanının sahibi olarak Hazreti Peygamber (s.a.v) Mecid ism-i şerifinin de en küçük detayına kadar tecelli ve tezahürüne mazhardır. Manevi âlemde “Mecidiye” nişanı O’nun (s.a.v) olsa gerektir. Nitekim kutsi hadiste ifade edilen “Levlake, levlake” hitab-ı iltifatı ne güzel ve mukaddes bir övgüdür. Keza Fetih Suresinde “Allah da Resul’ünün ve müminlerin üzerine (Kalplere huzur veren) sükûnetini indirdi ve onları takva sözüne (Kelime-i şehadete) bağlı kıldı. Zaten onlar buna çok layık, buna ehil idiler. Allah ise her şeyi hakkıyla bilendir” (Fetih, 26). Bu da daha hayatta iken ve hadiseyi sıcağı sıcağına yaşarken Allah’ın (cc) gök kelimeleriyle iltifat ettiği bahtiyar topluluğun övülmesidir.
Meccede fiilinin bir anlamı da çok bağış ve hediye vermek, ata ve ihsanda bulunmak demiştik. Allah’tan (cc) isterken de Mecid ism-i şerifiyle istemek lazımdır. “Ey Allah’ım, Mecid isminin hürmetine milletimizi asil, şerefli ve izzetli kıl. Bizleri senin yolunda canhıraşane çalışmakla donat. Bize Takva kelimesi ile erdem ihsan et. Bizi ve sevdiklerimiz için Mecid isminin hatırına şerefli ve haysiyetli kılıcı eyle. Bizleri ancak ve ancak Senin iyiliğin ve sırat-ı müstakimin üzere yürüt. Bizlere bağış ve atada bulun. Merhamet, adalet, necabet, nebahet, izzet, kerem, bağışlama, asalet ver ve hidayet et. Ülkemize bereket ver, bolluk ver. Seni hakkıyla övebilmeyi nasip et. Âmin.”
Mecid ism-i şerifi vesilesiyle bir hayalimi de siz dostlarla paylaşmak istiyorum: Marka adı “Mecidiye” olan hem teknik değeri hem de nişan değeri çok yüksek bir saat üretimini gerçekleştirebilmek.