Elektronik klavyelere alıştığımız Bilgisayar çağındayız, kaleme ihtiyacımız kalmadı artık diyebilirsiniz. Ama ben yanılıyorsunuz derim. Kalem, kimliği ve kişiliği işaretler, yazdığı harfler canlı gibidir adeta. Dikkat ettiyseniz, kalemin hayatımızdan gitmesiyle ‘Grafoloji’ gibi yazıların karakterinden suçluyu bulmaya yarayan bir yöntem neredeyse işe yaramaz hale geldi. Yazının yazılış biçimi, harflerin konumları ve hacimleri, eğimleri, ilişkileri ve benzeri özelliklerinden kişilik belirlemesinin yapılması da mümkün değil artık. Kısacası hayatımızdan çeşitli yönleriyle birey kayboldu. Bireyin kaybolması, en etkili ifade aracı kalemin de varlığını azalttı. Bunun tersi de doğru sayılabilir; kalemin kaybolması bireyin de varlığını etkiledi.
Artık bugünlerde karşımızda kimliği belirlenemez, suçluluğu ispat edilemez anonim metinler var. Kim yazmış, kimden alınmış, metninin işaretleri ve sahibinin özellikleri nedir gibi sorulara cevap vermek neredeyse mümkün değil. Çağdaş yazıların kronolojisini saniyesine kadar biliyoruz bilişim teknolojileri sayesinde. Ama artık yazı, tarihi bir belge, tarihi bir anıt ve şahsiyet değil maalesef. Zira temel metinler artık yazı bile değiller, genellikle dijital semboller ve sayılar olarak kabul ediliyorlar.
Hani bir zamanlar kalemler vardı, yazarken cızırtıları bir melodi olur, çirkin sesleri bastırırdı. Hani kalemler vardı, içlerindeki mürekkepler sahiciydi. Mavi, siyah, kırmızı, hangi renk olursa olsun hepsi de gerçek renklerdi. O kadar ki; bazen yazanın gözyaşlarından, alın terinden, daha da ötesi kanından doldurulurlardı. Belki bu, “Bilginlerin kaleminin mürekkepleri ile şehitlerinin kanının aynı mizanda sayılması”nın nedenlerinden biriydi, kim bilir?
Hani yazmak bir araç olduğu kadar, terbiye edici bir maneviyat da verirdi. Osmanlı şehzadeleri hüsnü hat (güzel yazma) dersleri de alırlardı dünyaya hükmetmeden önce. Yazı bizim medeniyetimizde bir sanat dalıydı. Batılı dev sanat tarihçileri tarafından soyut resmin örnekleri olarak hayranlık duyulur. Yazı İslam Medeniyetinde resimdi.
Soylu musikiyle kalem akıp giderken kâğıt üzerinde, psikolojimiz düğüm düğüm çözülmez mi? Zihnimizin ritmi düzelmez mi? Duyularımızın çoğu ve bedenimiz kaleme yoğunlaşmaz mı? Kalemle bir olmaz mı? Montegrappa Brain serisinin yansıttığı kalem ve nöro-aktivitelerin sembolleştirilmesinin de ötesinde kalem insan ruhunun adeta ney gibi insanileşmiş bir aracıdır. Öyle bir araç ki, ney sahibinin duygularını nasıl terbiye ederse, çığlıklarını sese dönüştürürse, kalem de aklın pırıltılarını ve konuşmalarını somutlaştırır, sembollere döker.
Yazı sanatkârının elinde kalem, zarif tüylü ve göz okşayıcı bir tavus kuşu olur. Şairin elinde ise kalbinden fışkırıvermiş taze fidan, kıpkırmızı tomurcuk ve rengârenk çiçek… Minicik çocuklarımızın önce parmaklarını eğitir kalem, sonra beyinlerini; gözlerine geometrik ölçüler ve estetik değerler kazandırır. Bu yüzden, asaleti en yüksek düzeyde temsil eden kalemlerle yazmak önerilir. Montegrappa asalet sarayının tartışmasız aristokrat hâkimidir kuşkusuz. O asalet ve zarafet sarayı için Sezar’dır, Seneca’dır, Dante’dir, Mikelanj’dır.
Biçim itibarıyla kimliksiz yazıların hükümran olduğu bir dünyada, birbirine benzeyen insanların nasıl farklılaşabileceklerini, nasıl özgürleşebileceklerini kaleme sormak gerekir. Çünkü özgünlük, birey olmak ve şaheser estetik kalemin ucundan dökülecektir yine. Montegrappa kalem özgünlüğün, estetiğin, asaletin ve hükümranlığın sembolüdür kendi emsalleri arasında.
Cenova, Venedik ve Floransa tacirlerinin zekâsını, diplomasi kabiliyeti, Sezarların hükmetme kudretini, Seneca’nın hitabetini, Dante’nin belagatini daha geniş olarak da Akdeniz uygarlıklarının hayatiyetini yansıtır Montegrappa. Küçülüp Akdeniz olan dönemin dünyasını Birinci Roma’dan İkinci Roma’ya taşır. Ve İkinci Roma zarif ve meraklı tavırlarla kabl eder Birinci Roma’yı. Aslında Montegrappa yeniye hayranlık ile eskiye saygının sentezi olan bir medeniyet köprüsüdür. Bu köprü kudret ve medeniyet akışının dairevi sembolü olarak tek yönlü değil çift yönlüdür. Montegrappa nazzam kitabetin vazgeçilmez vasıtasıdır.
Elin tabii uzantısı gibi insanla fiziksel olarak bile bütünleşen kalem adeta varlığın esrarından bir sır, kozmosun pırıltılarından bir pırıltıdır. Kalem Sezar’ın elinde Sezar, Fatih’in elinde Fatih’tir. Birinci Roma’da hukuku yazar, İkinci Roma İstanbul’da Kanunnameleri… Her ikisinde de Akdeniz Medeniyeti ana dünyayı oluşturur, her iki İmparatorluk Başkentinden birbirine mektuplar akar gider. Her iki Başkentin aydınlıklı, zarif, velut sanat adamlarını birbiriyle dost eder. Hayatın ve ticaretin, estetiğin ve mimarinin hatlarını resmeder. Bazen İtalyan Rönesanssının ihtişamlı yapılarının Barok planlarını kaydeder; bazen de Ayasofya ve Süleymaniye’nin matematiksel sırlarını yazar. Monte Grappa kalem bazen Sinan’ın bazen de Mikelanj’ın elindedir; sadece taşa ve mimariye şekil vermekle yetinmez şehirlere, insana ve büyük medeniyet hamlelerine de kılavuz olur.
Montegrappa her iki Başkentin kudretli Sezarlarının tarihini ve geleceğini yazar tarihin perdeleri ardından fısıldarcasına.
Kalem Montegrappa’dır en yalın haliyle. Her nasıl yazıyorsanız yazın, ama ille de Montegrappa ile yazın sevgili dostlar.