YAREN KAYIP
Mutluluk Yarım Ekmek Arası
“Rabbi yessir velâ tuassir Rabbi temmim bi’l-hayr” (Rabbim! Kolaylaştır zorlaştırma, Rabbim hayırla sonuçlandır) duasıyla başlıyorum güne, kalbim yorgun, ruhum yorgun yürüyorum işe giden yolu, yanıbaşımda başka başka hikâyeler duruyor belki de, kaldırımlar akıp giderken ayaklarımdan… Yüzlerde kocaman bir boşluk, telaşlı bir kaybolmuşluk, yaşlanıyor çoğu insan… Yaşanmaz diyorum bu dünyada…
'' Uzatma dünya sürgünümü benim …''
Selam verip iş yerine giriyorum, hayırlı günler dileyip her zamanki gibi çantamı, şalımı asıp masama oturuyor, bilgisayarımı açıyorum. Havanın yumuşaklığı içimdeki soğukluğa etki edecek gibi değil ne yazık ki…
Ustamız yanıma gelip takılıyor “hani börekler Yaren” diyor, “ne böreği abi” diyorum şaşkın şaşkın, o devam ediyor, “su böreği de olurdu sigara böreği de”, ben diyorum “bir koşu sarıp geleyim abi”… Sonra Usta poğaça almaya gidiyor bize de soruyor ister miyiz diye, teşekkür ediyoruz.
O yine de bir poşet poğaça almış olarak dönüyor, çayını uzatıyorum, “alsaydın bir tane poğaça ya” diyor. Zaten günün anlam kazanışı o sıra başlıyor. “Abi”, diyorum” ben poğaça yiyemiyorum, bir tek dereotlu poğaça o da mecbur kalırsam. Yoksa kullanılan yağlar rahatsız ediyor.
“Sen öyle deyince aklıma geldi dün n’oldu biliyor musun” diyor söze başlıyor. “Dün malzemeleri götürürken, bir çöp konteynırının yanında 18-19 yaşlarında bir delikanlı gördüm bir eliyle konteynırın kapağını tutuyor diğer eliyle içinden bir şeyler alıp yiyordu. Sana anlatamam nasıl içim sızladı” diyor.
Haliyle dereotlu poğaça muhabbetinden sonra mahcubiyetle üstüme alınıyorum attığı taşı, “yok, sana değil hepimize en çok da kendime” diyor. “Biz nasıl şükürsüz kullarız. Ben hayatımda ilk defa böyle bir şey gördüm insanlığımdan utandım” diyor. “Ne çok” diyorum “abi ne çok evsiz barksız, yalınayak, aç insan var”… “Yalın ayak olmak başka bir şey” diyor. “Bir insan düşün bir delikanlı, çöpten bir şeyler yiyordu”… Sonra susuyor, kapıdan çıkacakken dönüp “abi” diyorum, “trafik mi çoktu, duramadın mı, keşke biraz para verseydin bir şey alıp yiyebilmesi için”… “Yok” diyor “duramadım”… Yutkunuyorum…
Usta devam ediyor anlatmaya, “devam ettim yakınlarda bir lokanta aradım yoktu. Bir yer buldum, bir ekmek arası yaptırdım, içeceğini de aldım. Geri dönüp genci aradım. Başka bir çöp konteynırına gitmişti. Yanında durdum selam verdim. Poşeti uzattım. “Alırken” diyor gözleri dolu dolu oluyor… “Ben arabadan inememiştim yoğun trafik yüzünden. Ben devam ederken o açmış ilk lokmasını ısırmıştı bile”… Sonra gözlerinin içi gülüyor ustanın… “Yaren” diyor. “Ben hiç böyle mutlu olmadım. Biri tutup bana tomarla para verse al tüm borçlarını kapat dese, bu kadar mutlu olmazdım” diyor. “Görseydin” diyor “o gencin yüzünü görseydin”…
Görmüş gibi oluyorum aslında… Benim yüzüm gibidir diyorum, mahcup bir sevinçtir yüzü ama en çok da inançtır, bir yerinden başlarsak dünyanın hala yaşanılır bir yer olabileceğine…
Ve ben bununla birlikte bir kez daha şahit oldum, ustanın yüzünde açan o umut ve o sevinci görerek, bu yalan dünyada iyilikten daha çok bizi mutlu edecek bir şey olmadığına…
Bugünü kurtardık diyelim. Peki, ya sonrası…
Ne diyordu Hattab’ın oğlu Ömer (r.a );
“Dağlara buğdaylar serpin. 'Müslüman ülkede kuşlar aç' demesinler.”