ABDULKADİR BOSTAN
Nakkaşın Elleri
yokluğun böyle ağır gelmezdi
ah şu kuşların uçup uçup yanına konma fikri olmasa
bir kaç uzun gün geçtik
bir kaç ihtiyar ağaç
ve bir kaç dağın eğiminden
dünya dedik; yediveren bir çiçek, yedi veren bir aydınlık
taşralı bir kısrağın içindeki rüzgâra
ve çeliğin keskinliğine yemin ederek
yedi gök, yedi zaman ve tam yedi insan
yedi kursak, yedi olasılık ve tam tamına yedi söz geçtik
buğday tarlalarından
ekmeğin terinden
suyun dumanından
ve içimizin aykırı patikalarından
dilimizin avlusunda devrik cümleler
ırmaklar, salıncaklar
aklımızın söğüdüne tünemiş hu kuşları
yaprağın içinde ölü bir sonbahar
ve nakkaşın elleri…
ışığın ve acının yontulduğu bir yer olmalı
her köşesinde bir babanın ağdalı sesi oturmalı
yaşamın bir ustası
kutsallığın saf bir yanı
kalbin elleri olmalı, kalbin yüzü
giden şeylerin vuslat adlı
dönen şeylerin ise hasret adlı kanatları olmalı
çırpınışında göğün tüm hengamesi dökülmeli
bağışlanmanın asma katı
nar ağacına bakan balkonu olmalı,
nakkaşın penceresinden uçmalı hu kuşları
-senin adına konmalı…
siyah sözler
beyaz sözler
karanlık kâğıtlar
ve yazgılar, irili ufaklı, uçsuz bucaksız
alaturka cümleler içinde, soyum gülden gelir diyen o ses
yüzüme benzeyen o ses
eğilerek suyun kulağına
tevazuya hiç gerek yok
nakkaşın senaryosunda, yorgun bir deliyim ben…
önce kelimeler bana yaşamın anlam anahtarını verdi
sonra içimdeki duvarların, pencereleri olabileceğine inandım
sonrası malum, heykelden yapılma insanlar
inanç manifestoları
tanrıya küsmeler dergâhında, yapayalnız aynalar
ressamlar, terziler ve şairler
tam yedi bahane, yedi fesleğen ve yedi ayet
yedi tükeniş, yedi zulüm ve tam tamına yedi sırat geçtik
öldürülmüş zamandır insan, demişti bir kandil yakıcısı
mezarlıkların icadından önceydi
seni sevmenin icadından önce