Nesrin Çaylı ile Söyleşi

Sündüs Arslan Akça sordu


Yorulmayacağım, yorulup bir yerde tık nefes kalıncaya kadar yol alacağım şu "ha dedin mi ölünemeyen" dünyanın yollarında… Tutunup sanatın ellerine, inancımla, davamla, dünyayı kurtaramasam da tek bir kalp, tek bir zihin için emek vereceğim.(Herşeye rağmen!) Savaşları durduramamanın, kötülüklere engel olamamanın sancısıyla bıkmadan usanmadan, güneşin ışığından, inancımdan güç devşireceğim. Sanatın renkleri, kelimelerin tesiri ve tebessümlerle kalplerimizde açılan sökükleri dikmek için renkleri, kelimeleri merdiven yapıp hakikatin yüzündeki perdeyi aralayabilmek için gayret edeceğim. İnanıyorum, gözlerimin değdiği, elimin ve sesimin ulaştığı güzel insanlar geleceği güzelliklerle inşa edecekler! Umudum inancımdır, bir gün ülkem güzellikler diyarı olacak! Dünya, benim ülkemin insanının kalbindeki iman, adalet, zarafet ve estetikle aydınlanacak! Güneş doğudan doğar, bu ülke medeniyet güneşinin kucağı olacak! (İnşaallah!) /  Nesrin Çaylı

Nesrin Çaylı ile Söyleşi

Merhabalar efendim…Güne sizi ve ideallerinizi ve de umudunuzun her daim var olduğunu özetleyen bu yazınızla başladım. Sayfanızdaki son yazınız. Sanat alanındaki koşturmacanın uzaktan da olsa bir tanığıyım. Ve sayfanızın takipçisi. Siz gibi değerli bir gazeteci-şair-yazar ve de ressam bir hanımefendiyi Asanatlar okuruyla buluşturmak boynumuzun borcudur diyorum.

Bize Nesrin Çaylı’yı anlatır mısınız? Dahası, sizi sizden tanıyabilir miyiz?

Estağfurullah! Teveccühünüz için teşekkür ediyorum…Harfleri tanımadan önce ışığın dilini çözerek renklere sevdalanmışım. Çok küçükken, fener alaylarını seyretmek, ışıklı caddelerden geçmek beni mutlu edermiş. Parklardaki renkli yer lambalarını tozuna aldırmadan öpermişim. Rengarenk uçurtmaları, balonları ve kelebekleri severmişim.  “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusuna “Kelebek” dermişim. Kendimi bildim bileli önce kuru, sulu ve pastel boyalarla sonra karakalem, daha sonra akrilik ve yağlı boya ile resimler yapar olmuşum…Sonra alfabenin dilini çözünce kelimelerin kutlu tesirine kapılmışım. İlk şiirim 11 yaşında Can Kardeş Dergisinde neşrolunca, başlamış yazgıma yazılı yazmak menkıbesi…Özetle, renkçe ve Türkçe konuşmayı murat edinmişim. Modern ve klasik sanatlar ve gazetecilik eğitimi aldım. 23 yıllık sanat hayatım beni, “Nesrin Çaylı Sanat ve Okuma Evi”ne, ve çocukluğumdan bu yana gelen 30 küsür yıllık (küçük aralar versem de) yazma serüvenim; “Kültür Ajanda Genel Yayın Yönetmenliğine” taşıdı.

Neden şiir? Sizi şiire iten güç neydi?

Bir nedene mebni değil ben de şiir… İçimde doğuvermiş tatlı bir esintiydi önceleri… Sonra, davayı, sevdayı okuyunca şairlerin dilinden, şiiri sevdi kelimelerim ve kalbim. Şiir çok yakışıyor insan ruhuna ve zekasına… Belki bu sebeple tutundum hayatın içindeki savruluşlarımda yalpalamamak için şiire…

Her şairin bir şiir tanımı vardır. Sizdeki şiirin tanımını alabilir miyiz?

Şiir; kelimelerin saklı ritmiyle huşunun, huzurun, şiarın, şuurun izah bulmasıdır! Şiir, elest meclisinde ruhlarımıza nakşolmuş akustiği işitmektir! Sonra işitilen o sonsuzluk muştulayan sesi işittirme gayretidir!

Beslenme kaynaklarınız nelerdir ve varsa kimlerdir?

Okuyarak beslendiğim en etkili kaynağım, “Vahyi Kerim!” İkinci sırayı illa görerek, işiterek, dokunarak, koklayarak, hissederek beslendiğim en büyük ve en etkili kaynak, kainat alıyor! Erguvanın moru, mimozanın sarısı, papatyanın beyazı, kırlangıç kanatları, martı çığlıkları, kedilerin işveli oyunları, insanların tebessümleri, bir çocuğun gözündeki yaş, bir annenin feryadı, zulme yetemeyişim, uzak diyarlarda hayata gözlerini yuman çocuklar, yoksulun vakur kabulü, varlıklının ahvali beni etkiler… Her yazanı değil, Hakk’ı ve hakkaniyetle yazan yazarların eserleri, şiiri kalbimden ve aklımdan bir nehir gibi akıtan şairlerin şiirleri de besler beni…

Nesrin Çaylı, gerek yazılı, gerek sözlü olarak sıkça annem-babam der… Evet, anne ve babanız…

İlk okulum, ilk inanç ve terbiye hocalarım… Şefkatten ve sevgiden daha güçlü bir terbiye edici bilmiyorum ki bu iki etken yalnızca anne ve babalarda saklı. Onlar, Rabbimin bana armağan ettiği kodları, yetileri doğru keşfetmemi sağlayan ve o kodlar üzerine bina oluşturmam için yapı taşlarımı koyan mübarek armağanlarım. Her hangi bir şey inşa edeceksem bu dünyada, bilinsin ki temelinde anneciğimin ve babacığımın emeği ve terbiyesi vardır! Ve dilerim zamana meydan okuyacak, hasane hanemizi açık tutacak inşalar nasip olur!

“Bir yarış içinde değil, bir varış sevdasıyla ve bu sevdanın heyecanıyla yapıyoruz çalışmalarımızı”…

Kültür Ajanda gibi önemli bir derginin Genel Yayın Yönetmenliğini üstlenmiş durumdasınız. Aynı zamanda sorumlukları olan -kadın sanatçısınız- Doğal olarak karşılaştığınız zorluklar illaki vardır. Siz ne tür zorluklar yaşadınız/yaşıyorsunuz?

Zorluk mu? Eğer bu olumsuzluk barındıran kelimeyi zihnimde sıcak tutarsam etkisinden kurtulamam. Hem inşirah suresinin “zorluk kadar kolaylık ikram edildi” müjdesini veren ayetlerinden bihaber kılarım kalbimi… Olmaz! Bu ifade kolayımızı da zor eder. Fakat zamanı üçe, beşe katlamak dilerdim. Dualar alıyorum, çocukların masumiyetinden, ailemin sevgisinden ve anlayışından, dostlarımın gözlerindeki ışıktan besleniyorum ve belki de bunca işi onlardan devşirdiğim rüzgar ile yapıyorum.

Sanat hizmetkârlığı

Sizi tanımlarken; “Sanata hizmetkâr olan kadın” diyorum ben…  Zor olacak ama siz bu tanımı doğru buluyor musunuz? Zannımca sanata ve güzel işlere hizmet etmek; insana ve Hakk’a hizmet etmek demektir….

Bu ifadenizi bir teveccüh olarak kabul ederim. Söyleşilerimde ve röportajlarımda ısrarla şu ifadeyi güncel tutmaya çalışıyorum: “Herkes sanatçı olmak zorunda değildir. Fakat her iyi kul sanatsever olmak zorundadır! Çünkü tefekküre vesile olacak anahtar sanat ve estetiği okumakla mümkündür ve mü’min için tefekkür kıymetli bir ibadettir. İşte bu sebeple, ademoğlu illa yaratılmış estetik, ışık, renk ve sanat ile hemhal olmalıdır. İşte bu farkındalığın hizmetkarı olmak hem ibadetim hem onurum olur. Yolunun üzerindeki ağaca uğrayan mevsimleri göremeyen, kuşların kanatlarından özgürlük devşiremeyen, her gün gurubu bambaşka bir tuvale dönüştüren gün batımını fark edemeyen gönüller var… Kainatın renklerinden ve ahenginden mahrum bir kalbe dokunursa hizmetim ne alâ… İşte o vakit bu hizmetkarlık ibadet hükmüne geçebilir…

Büyük şehrin caddelerinde aşkın izini süren bir genç kız ve kalbi çöl olmuş Reis… 
Modern zamanlarda aşkı bulmakla, zannetmek arasında Soluk soluğa bir med cezir… 

Aşkın peçesi yağmurlu bir akşamüstü düştü. 
Serap, o peçeyi büründü. 
Aşkı bildi ve şöyle dedi; 

Güle çevrileceğini bilmeden ateşe düşebilmekmiş. 
Önce kendini yakabilmekmiş. 
Yanmaya ve yakmaya amade bir kıvılcımsan bulurmuş aşk seni… 

Aşk, dünya çölünden bir serap gibi geçivermekmiş. 
Çölde minik bir kum tanesi olmaya razı isen bulurmuş aşk seni…

Yazarlık maceranız nerede başladı, nerelerde sürdü ve nerede devam etmektedir?

Uzun bir geçmişi var kalemimin… Çocukluk yıllarımdan bu yana pek çok dergide şiir, öykü ve denemelerim yayımlandı. Dergah, Ay Vakti, Mor Taka, Gülistan, Güle Der Gibi ve Yeni Şafak Gazetesinde söyleşilerimle devam etti… Yayımlanmasa da yazacak olanlardandım. Her yıl ajandalar dolusu yazıp sonra da yakıyorum. İçimi döküyorum sayfalara ve yüklerimden tez kurtuluyorum… Yazarak şifa buluyor kalbim…

“13. Ay Mevsim Aşk” ilk kitabınız galiba. İlk kitap, ilk çocuk gibidir. İlk kitap elinize geçince neler hissettiniz.
 
“İki şey biliyorum; her ülkede geçerli, her dilde tercüme edilmeden okunabilen iki şey. Biri memnuniyetin, diğeri acının izahı. ….. Dil, din, ırk, ülke mesafelerini bir çırpıda aşarak anlaşılabilen iki şey; tebessüm ve gözyaşı”
 
İlk kitabım “Tablolarla Namaz Hikayeleri” 33 öyküden oluşan, Nesil Yayınlarından çıkan, benim için kıymetli bir çalışma. Kıymeti namaz gibi ulvi bir mesuliyeti edebiyat dünyasından bir alan olan öykü ile anlatma şansı tanınmasındandır. Güzel bir duygu. Özellikle okurlarınızdan gelen tepkiler çok daha güzel. Bir zihne, bir kalbe dokunan satırlar armağan edildiği için şükre doymuyor insan!

Üretken bir kalemsiniz, bize diğer eserlerinizden bahseder misiniz?

Üç kitaba imza nasip oldu. İlki Tablolarla Namaz Hikayeleri, ikincisi 13. Ay Mevsim Aşk (yaşanmış bir aşk hikayesiyle İlahi aşka yol bulan bir kalbi anlatıyor), üçüncüsü ise Aşk-ı Efkâr (Adı üzerinde fikirlerin aşkı, dosta, ölüme, sevdaya, geceye, şehre dair küçük anektodlardan oluşuyor)…

Yazdığınız şiirler kitaplaştırıldı mı? Bestelenmiş bir çalışmanız var mıdır? Varsa ne zaman dinlemek nasip olacak?

Şiir yazdığım doğru… Yazdıklarıma şiir dediğim de doğru. Çünkü şiirlerimin mısralarını cennetten süzülmüş sebepler yazdırıyor. Fakat şairim demedim hiç. Hep etrafımdakiler söyledi bunu. Ve ben bundan büyük onur duydum. Fakat kitaplaştırma cesaretini hala kendimde bulamıyorum. Belki bir gün nasip olur… “Adı Sonbahar” isimli bir şiirim Bestekâr, Hafız Halil Necipoğlu tarafından bestelendi. Öyle sanıyorum ki pek yakın zamanda sanatçı Necipoğlu’nun albümünden dinlemek mümkün olacaktır.

Bir anda sizi bir derginin başında bulduk. Neden Kültür Ajanda? Ve nasıl oldu?
Bir anda mıdır, yoksa yılların birikiminin ardından geç kalmışlık mıdır bilemiyorum ancak bildiğim bir şey varsa o da dergiciliğin inanç, dava, vefa, sabır, zahmet ve rahmet, şevk ve heyecan barındırdığıdır. Uzun yıllar dergilerde yazdım ve hatta gönüllü olarak yazdığım dergilere emek verdim. Üstelik dergiciliği uzaktan seyrederken değil, tüm meşakkatine rağmen sevdim. “Neden Kültür Ajanda?” sorunuza gelince; hayallerimin gerçeğe dönüşeceğine inandığım bir teklifti Genel Yayın Yönetmenliği. İlk sayısından itibaren içinde yer alabileceğim yeni bir oluşumdu. Fakat 8 yıllık geçmişe sahip, siyasetin ve Türkiye gündemini sahici bir şekilde tutan, nitelikli beyinlerden oluşmuş bir kadroya sahip olan Haber Ajanda gibi bir referansa sahipti bana yapılan teklif. Bir diğer husus ise, tecimsel egemenlerin etkisi altına girmemiş, kalemin ve fikriyatın satın alınmadığı, şahsına münhasır hassasiyetler barındıran, inançlı, erdemli, adil bir imtiyaz sahibi tarafından çıkarılıyor olmasıydı. Kaliteli, manevi dinamikleriyle birlikte, toplumsal bilinci tesis edebilecek nitelikte bir yapıya sahip olacağına inandığım için ve geçmiş tecrübelerden istifade edebileceğim bir kadroya sahip olduğundan Kültür Ajanda Genel Yayın Yönetmenliği teklif edildiğinde, “evet” demek zor olmadı benim için.

Gelelim “Bahar Çiçeklerine” bahçede midir, saksıda mıdır yoksa gönülde midir; hayatın neresindedir Bahar Çiçekleri?

Bahar çiçekleri ülkemin dört bir yanında. Ben sadece elimin erdiği, gözümün değdiği çiçeklerleyim. Fakat bu coğrafyanın en ücra köşesinde tertemiz kalpleri, dupduru zihinleri, ışıl ışıl gözleriyle gelecek zamanları her daim bahar eyleyecek çocuklar var. Bu sebeple sık sık şunu söylüyorum: Nesrin Çaylı Sanat ev Okuma Evi’nden söz edişimiz bir reklam değildir. Çünkü talepleri karşılayamayacak kadar küçük ve ben zamansızım. Fakat her şehirde, her kasabada hatta her mahallede, muadilleri, benzerleri, daha iyileri oluşsun diye bir gayret örneğidir. Hayatın tam merkezindedir Bahar Çiçekleri, Gelecek zamanların dinamiğidir. İnançlı, estetik, zarafet, letafet ile donatılmış çiçekler bu gün bizim tasavvuru ile meşgul olduğumuz medeniyetin inşasında büyük rol oynayacak olanlardır. Son tahlilde, gençler ve çocuklar benim için, dar alanlara hapsolan değil, geniş ve gelecek zamanlıdırlar!

“Nesrin Çaylı Sanat ve Okuma Evi” bir proje midir? Burada nasıl bir dünya var? Bize resmedebilir misiniz?

Nesrin Çaylı Sanat ve Okuma Evi, kaderin bir tecellisi ve menkıbesi bizimde haberimiz olmadan yazılan bir oluşum. Evimin salonunda, yaşadığım mahallenin çocuklarıyla sohbet, şiir, adap, erkan sohbetleri yaparak başladı. Derken eve sığamaz olduk. Mini bir daireye taşındık. Orası da küçük gelince biraz büyükçe bir dairedeyiz şimdi. Pek çok şiir akşamına, sergiye, sosyal sorumluluk projesine imza atıldı bu atölyede. Pek çok Bahar Çiçeği ve hanım geldi geçti ve geçiyor…Rabbimiz izin verdiği, enerjimin yettiği yere kadar da geçecek inşallah! Planlanmış değil, hasbel kader bir öyküdür bu.Gönüllülük esasına dayalı… Zil çalmaz, “sınıfta kalınmaz ama hayatta kalınır” diyoruz. 11 yıl İngilizce okuyup konuşamayanlarız. Bu sebeple derslerimiz dakikalarla sınırlı değil. Sohbet ederek öğreniyor, eğlenerek sanat yapıyor, kelime eğitimi alıyor, adab-ı muaşereti uygulamaya gayret ediyoruz. Şiirler okuyoruz, bilmediğimiz kelimeleri etüt ediyoruz. “Kanayan bir yara görünce” yanan ciğerimize merhem olsun diye sergiler açıyor, teliflerimizi paylaşıyoruz. Sekiz yıldır atölyemize devam eden öğrencilerim artık yaptıkları tablolarla kendi okul harçlıklarını kazanabiliyor ve ailelerine de katkıda bulunabiliyorlar… Bütün bunları ne planladım, ne de umdum. Ben sadece evimin salonunda işe koyuldum. Bana renkler ve harfler armağan edildi. Fakat bir başkasına başka armağanlar verilmiştir ki, onlarda bildiklerini öğretmek için böyle bir oluşumu harekete geçirmeli. Ve yaşadığımız bu coğrafya böyle gönüllüler sayesinde daha huzurlu ve estetik normlara sahip olabilir. Pek çoğumuz bunu yapabiliriz. Biraz gayret ve çokça istemek gerekiyor.

Onlarla aranızda kavi bir muhabbet olduğu aşikâr… Galiba siz, bahar çiçeklerinin ruhlarını da fethediyorsunuz. Nasıl kazandınız bunu ve nasıl sürdürebiliyorsunuz?

Sevgiden daha güçlü bir gerekçe olabilir mi? Kainatın mayası sevgi… Nereye çalarsanız orası güzelliğe tutulur. İçimizde dışımızda o güzellikle donanır. Bir şey yapmıyorum, sadece Bahar Çiçeklerimi çok seviyorum. En küçüğünden, en büyüğüne kadar… Hepsi bir birinden farklı, birbirinden zengin, birbirinden masum… Birini sevmek diğerini sevmemek için bir neden oluşturamayınca seviveriyorsunuz. Bir de yaptığım işi seviyorum. Işık ile aşikar olan renklere meftunum. Melekleri Adem (as)’a secde vesilesi olan kelimeleri seviyorum. Kutlu bir emanet gibi kalplere, ve zihinlere nakşeden olmayı diliyorum! Muhtemelen, öğrencilerimde beni seviyor. Çünkü yeni nesil istemediği, sevmediği hiç bir şeyi yapmıyor.

“Sanat ile meşgul olmak güzelliğe, estetiğe ve tefekküre talip olmaktır! "Her insan iyi bir kul mudur bilemem!. Ancak her kul iyi bir sanatseverdir! Çünkü mü'min bir kulun yaşamak hikâyesinde tefekkür ibadetlerin en güzelidir ve tefekkür ancak sanatla beslenerek ve estetik kodları geliştirerek ifa edilebilir." dedim. Ne kadar işitildim bilmiyorum” Sanata bakışınızı bu paragrafla özetlemişsiniz aslında.  Anlaşılabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Anlaşılmış olsaydım, “ne kadar işitildim?” sorusunu sormazdım sanırım. Fakat umudum çok. İşitenler de var etrafımda… İşittirecek olan bir nesil de geliyor ardımızdan…

Sanatın ve sanatçının dünyasından uzaklaşıp onun iç dünyasına küçük bir yolculuk yapalım; içinizde küçük bir çocuk barındırdığınızı duydum bu doğru mu? Eğer öyleyse bu çocuğu deşifre edin desem?

Doğrudur efendim… Büyüyünceye kadar, caddelerden karşı kaldırıma geçmek için  annemin elini tuttum. Büyüdükten sonra hayatta karşı kaldırıma geçebilmek içinse içimdeki çocuğun elini tutmam gerektiğini fark ettim. Çünkü hayat caddesi pek geniş, geç geç bitmiyor ve bu caddede arabalar değil, zalimler, kötüler, çirkinlikle iştigal eden insanlar, haksızlıklar, yalancılar, zan üzere yargılayanlar, yaftalayanlar gelip çarpıyor. Bir hastanede açmıyorsunuz gözünüzü ve sargı bezi ile de saramıyorsunuz yaralarınızı… Dolayısıyla, incinmemek, bir fiyonk gülümseyebilmek için içimdeki çocuğun ellerine ihtiyacım var. Zira “kemalde noksan imiş incinen incitenden” der ya hani Alvarlı Efe, işte aynen öyle de çocukların o bağışlayıcı, o masum, o arşivlemeyen, kin tutmayan, kırmadan barışan yanlarını diri tutmak diliyorum. Ve büyüyünce çocuk olmak istiyorum. Son tahlilde çocuk olmak o ilk masumiyetimize dönerek safileşmek, benim için erişilmesi gereken en büyük kariyer… Belki böylece Rabbim, büyürken kirlenmiş yanlarımı bağışlar!

Kırmızı çizgileriniz; olmazsa olmazlarınız nedir?

Fıtri özelliklerime aykırı ortam, kişi ve işlerden uzak durmalıyım. Çünkü şükrüm şikayete dönüşüyor. Hürmet, saygı ve adap kurallarının ihmal edildiği ortamlardan ve kişilerden ise iki sebeple imtina ediyorum. Birincisi nefsi bir gerekçe: İncinmemek için. İkincisi: Benzememek için. Bu iki hat, hem kendim için, hem etrafım için en elzem huduttur. Ve pek çok erdemi içinde barındırır. Mü’min zariftir, hassastır. Bu tahlille birlikte kabalık, riya, yalan, estetikten uzak hal ve tavırlar iman ile yanyana yakışmıyor. “Teşekkürü olmayanın şükrü, özrü olmayanın tevbesi nasıl olsun?” diye sorar babacığım… İnsanoğlu zarafet ve letafet ile yaratılmış ve bu hassasiyetleri taşımadığında zulmün, hoyratlığın, çirkinliğin öncüsü olmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Ve bakın dünyaya, bütün acılar, zulümler, yoksulluklar bu ihlastan mahrum oluşun çetelesini göreceksiniz.

Kendi alanınızda çok başarılı bir isimsiniz, başka alanlardan teklifler geliyor mu, geliyorsa nasıl bir refleksle karşılık veriyorsunuz?

Böyle gördüğünüz için teşekkür ediyorum. Farklı pek çok alandan teklifler oluyor elbette. Yayınevi kurmaktan, köşe yazarlığından, galeri yöneticiliğine, televizyon programcılığına kadar pek çok öneri alıyorum. Beni yakıştırdıkları görevler için kalbi teşekkürlerimi sunuyorum. “Göreve alınmaz, verilir. Verilen görevi yerine getirmek için gayret gerekir!” Osmanlı’dan vasiyet bu düstur ile vaktimi programlayıp meziyetlerime uygun işleri yapmaya gayret ettiğimden bu kadar yoğunum. İstikrar ve vefa önemli iki kavram benim hayatımda… Son tahlilde bu iki kavramı, zamanın yettiği nispette yaşatınca pek çok teklifi kabul etmem mümkün olamıyor. Fakat bildiğim bir şey var, benim yapılacak işte, yapılacak işin bende nasibi varsa o iş hayatımda yerini bir şekilde alıyor…

Ömrünü kaleme adamış biri olarak Nesrin Çaylı; gelecekte genç nesle çekinmeden kalemini, fırçasını ve koltuğunu devredebilecek mi?

Nesrin Çaylı Sanat ve Okuma Evi, bu gayeye hizmet için yılları deviriyor. Kalemi, fırçayı devretmekten çok, beni aşan, benden aldıklarını zamanın imkan ve dili ile donatan güzel öğrencilerim var elhamdülillah. Koltuğa gelince… Hiç oturarak ders vermişliğim olmadı. Benim ders verdiğim atölyelerde öğrencilerim oturur ben hep ayakta olurum. Dolayısıyla, bir koltuğum olmadığı için devri de söz konusu olamayacak. Ve dilerim ki, öğrencilerimde duran, oturan sanatçılar değil, kalplere ve zihinlere ulaşmak için koşan sanatçılar olsunlar…

Kulağı sizde olan iki yaş grubu var; biri genç nesil, diğeri olgunlar diye tabir edilen kesim… Tavsiyeleriniz nelerdir?

Estağfurullah! Tavsiye değil ama öneri olarak bir iki satır bir şey söyleye bilirim: Yaşamak denen hengamenin yükünü omuzlarımızda hafifletmek için ve Ukbaya yatırım yapabilmek için öncelikli olarak kendi içimizdeki yetileri, kodları ve meziyetleri keşfetmek gerekiyor… Sonra o keşfettiğimiz yetilerle yol almak ve bu yolu kat ederken bize armağan edilen meziyetlerin şükrünü unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla, varlığımızı ve varlığımıza bir hazine gibi saklanmış yetilerimizle yola koyulunca çalışmıyor, yaşıyor olacağız. Çalışmak ruhumuzu köleleştirirken, bizde var olanı aşikar etmek çalışmak değil, hem bir ibadet hem de bir yaşam biçimi olacaktır. Ve yorulmadan, yormadan yol kat edebiliriz böylece. Büyük medeniyetler, kendi keşfini tamamlamış, üretkenliğini kodlarına uygun biçimde harekete geçirmiş bireyler ve nesiller ile inşa edilebilir. Aksi fıtrata aykırı ve yorucu olur. Etrafımıza bir bakalım, neden insanlar yorgun ve mutsuz? Çünkü fıtratlarına aykırı ya kendilerine küçük gelen, yahut kendilerinden büyük mesuliyetlerle meşgul olmanın yükü var omuzlarında…

Bu güzel söyleşi için kıymetli zamanınızı bize/Asanatlar’a ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. Size, ailenize, Bahar Çiçekleri'ne ve Kültür Ajanda’ya uzun ömürler diliyorum…

Çok zarif bir dosta söyleşi vermek, benim için hasbihal anlamı taşıyor… Ben teşekkür ediyor, Asanatlar’ın sanatı ve sanatçıyı destekleyen yetkililerine, takip eden sanatseverlerine ve size kalbi teşekkürlerimi sunuyorum. 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir