Warning: Attempt to read property "post_excerpt" on null in /home/asanatlar.com/public_html/wp-content/themes/sahifa/framework/parts/post-head.php on line 73

Nurettin Akkaya’nın Resim Sergisi

“Mühürlenmiş Zamanlar”
 
Nurettin Akkaya’nın
Resim Sergisi
Galeri Soyut’ta
 
Nurettin Akkaya’nın “Mühürlenmiş Zamanlar” isimli kişisel resim sergisi 25 Ocak – 13 Şubat 2019 tarihleri arasında Galeri Soyut’ta.
 
MEHMET KAYA
(Ressam/sanat eğitimcisi)
“Mühürlenmiş Zamanlar”
 
“Müziğin sesini duymayanlar dans edenleri deli sanıyor”
(Nietszche)
 
Savaşlar, göçler ve ölümlerle kuşatılmış yeni (!) bir dünya kirlerinden doğuyor; geleceğin belirsiz umutları yaşanmış acıların gölgesinde kalıyor, modern sanayi toplumundan dışlanan ve kayıp bir cennetin özlemini taşıyanlar her gün daha da çoğalıyor, değerlerinin yanı sıra güvencelerini de yitiren insanların travmatik yitirme yaşantıları gelecek kaygılarını daha da artırıyor.
 
Bu portatif yaşam içinde mekanikleşen ve yaşamı mezarlık sessizliğinde sürdürenlerin hayalleri yavaş yavaş tükenirken, “İtirazım var ” şarkısının soluk yansımaları darmadağın gürültünün sayıklayışı içinde ne olduğunu anlayamayan insanın tesellisi oluyor. Gerçek sanatçılar ise bizleri, içselliğin korunmuş bölgelerinde yeni arayışlara sürüklüyor.
 
“Hiçbir şiir acı çekmeden ortaya çıkmaz ve hiçbir acı yaşanmadan oluşmaz” diyordu şair Şükrü Erbaş… Nurettin’in resimlerinde dalga dalga, moleküler bir titreşimle dağılan ve geçmişe uzayıp giden bir acının insancıl çağrışımları var. Bu yüzden acılarını şiirsel renklerle süslüyor.
 
Onun resimlerinde sessizliğe mahkum edilmiş bir insanın çığlığını içine alıp canlı tutmaya çalışan işaretler var; Öyle bir işaret ki; tuvalden tuvale kendini aşıyor ve örtüyor. Görmeyi kışkırtıyor, göreni şaşırtıyor. Orada eski ben yeni biz oluyor ve koroya katılıyor. Koronun yankısı her bir figürde devam ediyor, böylece insanı kendi ruhuna geri dönmeye, kendi içiyle hesaplaşmaya çağırıyor.
 
Adeta trajik parçalanmışlık halini yaşadığımız bu zamanda, yaşadığımız anların değerini yaşarken çözmemiz gerekirken, belki de kopan bir uçurtmanın arkasından koşarcasına hırpalanan insana bir devinim kazandırmaktır bunca emek.
 
Cezanne , post- klasik dönemi anlatırken: “Kusursuz yapıtlara bakın demiyor bu günün ressamı; içten yapıtlara bakın diyor. Ressam, yalnız izlenimlerini resmetmekle yetinse bile resimlere başkaldırı niteliği kazandıran işte bu içtenliktir.” diyor. Yazar Kasimir Edscmid de: “Dışavurumcu bakmaz, görür” diyordu. Nurettin, içten görendir..!
 
Nurettin Akkaya erken gelişmiş bir soyutlamacı olarak, tuvale adanmış bir yaşamın engin tecrübelerini, bir çırpıda sürülmüş temiz renkleri ve anlık heyecanları yansıtmadaki hünerini zarif pentür üslubuyla ortaya koyuyor. Figürlerin duygularını okuyor, onlarla konuşuyor, renklerin ve biçimlerin ruhuna girerek tuval yüzeyini boyamak Onun için dünyanın en keyifli anı oluyor.
 
Biçimden öze indikçe resim içinde resim hissi uyandıran ve insan yaratılışının ilksel kaosundaki kekemeliklerin aşılmasında önemli bir sıçrama olan gürültünün müziğe, dansın şiire, resmin yazıya ve insanın ikonaya dönüşen hikayesine tanık oluyoruz adeta. Böylece Pablo Neruda’nın ‘Her kuş, kendi coğrafyasının renklerini kanatlarında taşır’ dizesinde anlamını bulan bir özgünlüğe ulaşıyor…
 
Bir sanatçı için de varılacak asıl nokta yaşadığımız karmaşık hayatı daha yalın övgülerle süslemek ve onu sadeleştirmek değil mi?
 
Nurettin, tuvalini çok sesli müziğini sunmaya hazırlanan bir kompozitör kaygısıyla orkestra salonu gibi düzenliyor; sahneye koristlerini ve çalgıcılarını titizlikle yerleştiriyor, hareketli figürleri ve renk partisyonları arasında bıkmadan usanmadan virtüözünü arıyor. Çalgının gücünün yetmediği yerlerde paletinin harcına kendisini katarak ‘Enuma Eliş’ okuyan bir Sümer rahibi gibi huşu içinde iç çekişlerini yansıtıyor.
Nurettin o imgeyi öyle derinden okuyor ki kimi zaman alaycı ve trans halinde deforme edilen figürlerin tuhaf bir gariplik duygusu uyandıran halleri bizleri geçmişin silinen izlerine ve “mühürlenmiş zamanlara” doğru sürüklüyor.
 
Hemen her resimde arayışlarını farklı renk nüanslarıyla gösteriyor, parlak renklerle üst üste binen saydam resim alanlarına vurgu yapıyor, kolaj izlenimi veren ve tabletleri andıran alçak kabartma yazılar resim zemininde plastik metaforlarına kavuşurken, yaratılan doku arkaik hislerimizi tetikliyor. Figürler aşırı üslupçu denecek ölçüde uzatılarak, antik Miken vazolarındaki gibi devingen ve heybetli bir görünüm kazansa da, saldırgan değildir.
 
Babil Kulesinden Kültepe’ye, Arinna’nın güneş tanrısından Bitik vazosuna, ilham perisi Euterpe’den Çingene Kızı’na uzanan bir coğrafyada hayatlarını toprağın kutsallığına adamış müzisyenlerin aşkın ruh halleri, renk- leke ilişkileriyle görsel bir zerafet kazanırken, resim aynı zamanda işitsel bir şölene dönüşüyor; Tıpkı Paganini’nin hünerli elleriyle kemanından çıkan ritmik halk dansları ezgisini duyar gibiyiz.
 
Nurettin’in çalgıcıları ne kıyameti haber veren İsrafil gibi korku salıyor, ne de “Erdemli bir flütçünün sofrasında dansözlere yer yoktur” diyen Platon’un mağarasındakiler gibi itaatkâr!
 
Çarpık kolları ve bacaklarıyla gülünç sıçrayışlar yapan kara büyülü dansözler, dünyevi zevkleri mahkum eden Atina Okulundan da kovulmuşlar sanki..! Çünkü tarih boyunca eğlenmeyi suç , gülmeyi bayağı insanın işi gibi gören kötü ruhlara karşı, Nedim’in “dünyadan Kâm alan” ateşağızlı rakkaseleri de, Şaman rahiplerinin tütsülerine eşlik eden baksılar da, Sulukule’nin zurnaya üfleyenleri de “müziğin sesini duymayanlar dans edenleri deli sanıyor” aforizmasıyla, fetvalarla kuşatılmış sisteme meydan okudular adeta!
 
Bu anlamda Nurettin, tarihsel gerçeklikle bireysel gerçekliğin karşılıklı ilişkisini kendi devinimi içinde harmanlayarak çağdaşa ulaşmaya çalışıyor… Bununla beraber onun resimleri kendisi için bir varlıktır; edebiyata bulaşmaz. O, öncelikle plastik öğeleri öne çıkarır. Resimlerin yükünü çizgi-leke -renk ve benek küheylanları çeker.
Bu yüzden resim tarzı devrimcidir; çünkü özgür ve canlı renklere boyanan biçimler sıradan insana can veriyor, izleyiciyi resme katarak coşkuyu, kıvancı ve sevinci paylaşıma sokuyor, resim orada bir film duyumuna dönüşüyor, izleyiciye sıçrama, hareket ve değişim olanağı sunuyor.
 
Esasen onun sanat hayatında önemsediği şey de hocası Cengiz Savaş’ın dediği gibi “ressamca tavırdır.” Bu tavır, sanat adına üretilen, yaratılan her şeyin özüdür. Sanatçı, bu dili hakkıyla kullandığı sürece hayat bulur. Bu dil unutulduysa artık sanat da bitmiştir, sanatçı da!
 
Her şeyin metalaştığı ve insani değerlerin nasıl da zedelendiğine tanıklık ettiğimiz bir zamanda yabancılaşma derin ve imkansız sınırlara dayanırken, “Her şey sonunda bir şeydir” diyerek tarihin (dolayısıyla sanatın) sonunu ilan eden Hegelci anlayışa inat , “Bir şey sonunda her şeydir” itirazıyla çağdaş sanat geleneğini ısrarla sürdürüyor Nurettin.
 
Şimdilerde, el emeğinin yerini internet ve bilişim teknolojisi alıyor, Andy Warholl’un “fabrika” dediği seri üretim mekanları kutsanıyor, Walter Benjamin’in tanımıyla “mekanik yeniden üretim çağında” estetik kriterler hızla ortadan kayboluyor.
 
Nurettin Akkaya; “Mühürlenmiş Zamanlar” sergisiyle soyut zeka bulmacasının enginlerinde kendi aurasını arıyor, fikir ummanlarından açılıp tarihin derinliklerine yelken açıyor, dev dalgaları aşarak atlaslarda bulunmayan okyanusları keşfetmeye ve şimdinin gerçek ruhunu bulmak için geçmişin eğlenceli, gizemli ve tutkulu yanlarını bulmaya çalışıyor. O geçmişin hayaletlerini değil, geleceğin hayallerini çağırıyor tuvallerine..! Ve bir mavi, bir kırmızı, bir sarı tat bırakarak bizleri beyaz düşler kurmaya davet ediyor.
 
Çocukluğumuzun saf, temiz ve eğlenceli günlerine mühürlenmiş manevi içgüdüleri harekete geçirip, derinden gelen acılarımıza gelecek özlemini katarak bir şeyler fısıldıyor : -Aktıkça büyüyen sulardır benim resimde aradıklarım!
 
Nurettin Akkaya; 1970'de Çorum’da doğdu. 1991 yılında Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi, Resim-İş Eğitimi Bölümünden mezun oldu. 1997 yılında Hacettepe Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesinde yüksek lisansını tamamladı. Halen Samsun İlkadım Güzel Sanatlar Lisesi’nde resim öğretmeni olarak çalışmaktadır.
 
Sanat yaşamı boyunca 21 kişisel sergi ve sanat fuarlarının yanı sıra birçok karma sergi ve etkinliklerde eserleri sergilendi. Çeşitli koleksiyonlarda eserleri bulunmaktadır. Hızla gelişen teknoloji ve onun getirdiği yaşam projesi içinde kendine yabancılaşan, çoğaldıkça yalnızlaşan insanın ruh durumlarını anlatan resimlerini yağlıboya tekniğinin olanaklarıyla anlatmaktadır. UPSD ve BRHD üyesi olan olan Sanatçı, özel atölyesinde çalışmalarına devam etmektedir.
 
Ödülleri
1999 AÇS Resim Yarışması “Mansiyon”
1997 AÇS Resim Yarışması “Mansiyon”
 
Kişisel Sergileri
 
2017 ‘’Yalnızlık / Loneliness‘’ Galeri Soyut / B Salonu – Ankara
2017-2016-2015-2014-2013- Doku Sanat Galerileri, İstanbul
2014- Doku Sanat Galerileri, Ankara
2016-2015-2014-  Sepa Sanat Galerisi, Ankara
2011 Derinlikler Sanat Merkezi, İstanbul
2013-2011-2009-2008-2006-2004-2002-2000- Gözde Sanat Galerisi, Ankara
2003 Ziraat Bankası Tünel Sanat Galerisi, İstanbul
2001 Vakıfbank Sanat Galerisi, Bartın
 
 

BIR YORUM YAZIN

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir