FUNDA GÖKÇEN
Rüzgârın Şarkısı
Ne vakittir şöyle kendimle baş başa kalıp müzik dinleyememiştim. Ya ben dünya işlerine fazla dalmış ya da mutfak meleği olmaktan kurtulamamıştım. İlk fırsatta kendime izin verip Nurettin Rençber’den Rüzgârın Şarkısını dinlemeye karar veriyorum. Nedense bu eseri her dinlediğimde aynı şeyler oluyor. Anılar bir bir üzerime hücum ediyor hayal dünyamda. Uyuyan bir bozkırın koynunda yalın ayak yürüyorum. Ruhuma dikenler batıyor. Ayaklarım mı çıplak yoksa yüreğim mi bilemiyorum. İzlerimi takip ederken buluyorum kendimi. Yoksa ben yine çocukluğumda yaşadığım o yerlere mi gidiyorum. Oysaki ne zamandır hiç gitmemiştim kendime. En son kurumuş bir gül bahçesiydi göz göze geldiğim kendi kendimle.
Akşamüzeri bulutların ufuklara kızıl mavi bir buse verdiği, güneşin entarisini dağın eteklerinden sürükleyerek çekip gittiği saatlerde, hafif ılık bir rüzgâr şefkatle okşuyor tenimi, elime yüzüme dağılan saçlarımı tarıyor parmaklarıyla. Bu sırada kızıl bir yangın başlıyor yüreğimde. Gözlerimden eriyip akan özlemin çifte ateşiyle kavruluyor dudaklarım. Uçuk sarı, bir fotoğrafın içinden geçer gibi geçiyorum o coğrafyayı. Bu ânı, çocukluğumdan kalma, unutamadığım günlerin hatırası olarak saklıyorum hep belleğimde.
İçimi ürperten rüzgârın uğultusu ve gece…
Sonra esmer bir kadının ayak sesleri doluyor kulaklarımdan ruhuma. Siyah saçlarını savurdukça rüzgâr ışıklarım fersiz kalıyor, korkuyorum. İçimden: "Ya Rab! Güneşine ihtiyacım var, gönder fecirden müjdelerini, ufuklarda kaldı gözlerim." diye dualar ediyorum. Uzaklardan gelen bu uğultuyu tanımasam belki de yanılacağım. Akşamın serinliğinde en iyi bildiğim sesler duyuyorum yine. Tıngır tıngır… Bunlar koyunların çıngırak sesleri olmalı. Sonra bir çoban kavalı inlemeye başlıyor. Nalelerinde sanki aşkı anlatıyor. Bu sesler yoksa beni mi çağırıyor ne? Ezeli sükûnet olsa da bozkırın eteğinden kulağımdaki bir yığın sesle yürüyorum. Tarlaların ortasında yalnız ve küskün bir alıç ağacının dalında küçük bir kız ağlıyor sanki. Hemen aklıma çocukluğum geliyor.
Fırfırlı eteğimi kayısı ağacına çıkarken yırttığımdan beri,
Hep acıyor içimde çıtı pıtı desenlerindeki pembe çiçekleri.
Güneş sabahtan beri bütün bitkilerin başını okşamış sanki. Şimdi de rüzgâr onları hiç incitmeden fasıl fasıl esiyor, tatlı melodilerle bütün çiçeklerin dudağına bir buse konduruyor. Akşamın karanlığı çöküyor üzerime. Gece vakti parıldayan yıldızlardan “ışık sağıyorum” umutla. Kalbim bir alev topu sanki yakarak geçiyor içimi. Müziğin beni götürdüğü yerden geliyorum. Nedense ben her defasında o aynı yere gidiyorum.
(AYB Edebiyat Akademisi / Deneme Atölyesi)