SÜNDÜS ARSLAN AKÇA
Şairler Şehre Ruh Üfleyenler
giderken
ellerini götürmeseydin keşke
bir şeyler bıraksaydın geride
hüzünden başka…
gecenin alaca karanlığında,
ateş denizlerine dönerken uyku,
köz olup
alnımı dağlarken terim,
yanımda olmalıydı ellerin
giderken,
ellerini götürmeseydin keşke…
….
Talat Ülker
Grileşmiş şehirlere ab-ı hayat olmak için çırpınan bir avuç insan… Modernleşmenin ruhen ve bedenen şehirleri yok etmeye çalıştığı bir zamana doğduk. İnsanları da çarkın dişlilerine kaptırmıştık çoktan. Sadece dilimizde sloganik birkaç söz ve anlamını bile düşünmeden kullandığımız birkaç dize kalmıştı. Onları da ezberde tutmaya çalışmamızın altında yatan neden ise sanata göstermelik bir katkı içindi.
Yazıma neden bu satırlarla başlama gereği duydum bilmiyorum ama galiba şehirlerin ruhlarını kaybedişlerini, yavaş yavaş inceliğin, nezaketin azaldığını gördüğümden olsa gerek ilk bu serzenişle başlamak istedim galiba.
Şehirlerin ruhuna bardakla su taşımaya çalışan bir avuç gönüllü insan… Yaşadıkları şehirlere ruh üflüyorlar yaşamları boyunca. Ve çabaları anca vedalarından sonra yine kendilerinin yerini alan bir avuç insan tarafından hatırlanıyor ne yazık ki. Onlar ki şehrin bel kemiğidir. Şehirler sanatla ve sanatçı ile soluk alıp verirler.
“Harşit Şiir Akşamları”
Şehre bir damla su olabilmek adına biz de yola koyulduk. Bu sefer bizi bekleyen şehir Gümüşhane’ydi. 23. Uluslar Arası Pestil Kuşburnu Festivali yapılıyordu. Festival etkinlikleri içinde “Harşit Şiir Akşamları” şiir şöleni vardı.
Şiir öyle bir aşktı ki, ten engellerin önünde duraklama yaşarken ruh çoktan ulaşmıştı şiir soluyan mekâna. Aynı dili konuşan aynı kaynaktan beslenen ruhların bir araya gelişlerine hangi beden engel olabilirdi ki…
Gümüşhane’ye ilk gelişim değildi. Beş yıl önce gezmek amacıyla gelmiştim bu şehre. Tevafuk olan beş yıl önce de aynı tarihte bu şehirde bulunmamızdı.
Yaşadığım şehre benziyordu Gümüşhane. O da Kelkit vadisi içinde olan bir ilimiz. Sadece şehrimde vadi çanak şeklindeyken, Amasya’da biraz daha daralıp Gümüşhane de daha sıkışmasıydı dağların arasına.
Şehirleri güzel kılan, yaşanılır kılan coğrafyadan ziyade bağrında beslediği insanların güzelliğidir. Siz güzel insanları için o şehri seversiniz. Sabahın ilk ışıklarını yanımıza alarak Kelkit vadisi doğrultusunda yola koyulduk. Anadolu’nun küçük beldelerinden geçerek ırmaklar boyunca, doğanın gözlerimize sunduğu güzellikleri seyrederek aradaki mesafeleri kapatıyorduk. Yol boyu güzelliklerin yanı sıra güzelim ormanların çeşitli nedenlerle tahrip edildiğini, traşlandığını görünce, üzülmemek elde değildi.
Ara ara verdiğimiz kısa molalardan sonra Gümüşhane’ye vardık. Sabah namazını Tokat’ta kılıp Gümüşhane’de kahvaltı etmek de güzeldi. Dört saat sürmüştü yolculuğumuz.
Yazımıza başlarken şehirlere ruh üfleyen, bir avuç insandır demiştik. Bu bir avuç insandan ikisi, şehrin sanat ve kültür elçileri; Talat Ülker ve Hışır Osman Nebioğlu tarafından karşılandık. Yapaylıktan uzak, sevgileri, dostlukları yüzlerine yansıyan iki gönül adamı…
Diğer davetli şairlerin katılımıyla, samimi, içten bir sohbet eşliğinde çaylar yudumlanmıştı. Bir araya gelen gönül insanları olunca da muhabbetin tadına doyum olmuyordu. Çay da bu koyu muhabbete yarenlik ediyordu haliyle.
Daha sonra şehir merkezine uzaklığı 17 kilometre. olan Karaca Mağarası’na gidildi. Bize eşlik eden Hışır Osman Nebioğlu ile yol boyu sohbet devam etti.
Mağara damlataşı şekillerinin en güzel ve en görkemli, görenleri büyüleyici örneklerine sahipti. Mağara görenlerin tekrar görmek istediği, UNESCO'nun Dünya Miras Listesine girecek güzellikte ve değerde bir mekân…
Bu nedenle Gümüşhane turizminin adeta dinamosu ya da lokomotifi durumundadır. Sağlık turizmi yönünden özellikle solunum rahatsızlıklarına (astım gibi) iyi gelmekte olduğu söylendi.. Karaca Mağarası 1996 yılında turizme açılmış. Karaca Mağarası'nı görmek gerçekten insanlarımızın gezi envanterinde apayrı, gizem dolu, seyrine doyum olmayacak bir sayfa açmakta.
Daha önce de benzer mağaralar gezmiş olduğum halde oluşumlarının çeşitliliğinden dolayı en çok etkilendiğim, dikkatimi çeken mağara oldu.
Mağaradan indikten sonra Ozanımız, kıymetli büyüğümüz Hışır Osman ağabeyimiz bize evinin kapılarını açtı. Bahçesinde ailesi ile çay muhabbetine devam edildi.
“Yazın Yağar Kar Başıma” adlı kitabının girişinde yazdığı dizeler geldi aklıma:
“Beni şair ve ‘hışır’eyleyen
Muhterem eşim
Şöhret Nebioğlu’na
Sana kızdım türkü yaktım
Sana küstüm türkü yaktım
Seni sevdim türkü yaktım
İyi ki varsın’’
Ve dizelerin asıl sahibi Şöhret hanımı yakından tanımak nasip olmuştu. Bize anılarından örnekler sunmuştu ağabeyimiz. Her anı hem eşine duyduğu muhabbeti hissettiriyor, hem de gülümsetiyordu.
Tabi ki biz bahçede zevk sefa içindeyken kıymetli hocamız Talat Ülker’de programın hazırlıklarını tamamlamak için koşturuyordu. Muhabbete doyum olmuyor elbette ama her şeyin bir bitimi var ne yazık ki, fotoğraflar ve iyi dileklerle hane halkına veda edildi.
Diğer davetliler de şehre ulaşmıştı. Hep birlikte şehrin merkezinde bulunan Atatürk parkında bir araya gelindi.
Gümüşhane’de tanımış olduğum diğer büyük değer ise, Turan Tuğlu oldu. İnsanların ruhu yüzlerine yansır. Şehre ruhundan üfleyen bir avuç insandan biriydi Turan hocamız. Araştırmacı yazar, gazeteci. Yaş olarak 90’a doğru ilerliyor. Ama bu belli oluyor mu, asla! Mütevazı duruşuyla, alçak gönüllülüğüyle yüreklerimizde yerini çoktan almıştı..
Birçok eseri vardı onun da. Ve şehir için en çok çırpınanlardan ve hala çırpınmaya devam ediyordu.
Bir yandan parkta ikram edilen kuşburnu şerbetleri içilirken bir yandan da davetli şairler birbirlerini tanımaya çalışıyordu.
Programa davetli şairler;
Bayburt’tan Fatih Dündar, Van Erciş’ten Gökmen Sakin, Erzurum’dan Hanifi İspirli, Erzincan’dan Metin Yıldırım, Artvin’den Gülden Taş, Ali Kurt, Tacettin Şimşek, Emin Baş, Gümüşhane’den Talat Ülker, Hışır Osman Nebioğlu ve şahsım.
Onca şair bir arada ise muhabbetin konusu şiirden başkası olamaz elbette ki. Kıymetli hocalarımızın aramızda olması ile doyumsuz bir edebi sohbet havası yakalandı. Günümüzdeki şiir masaya yatırıldı. Şiirde olması gereken ve olmaması gerekenler tartışıldı.. Özgünlükten nazım biçimlerine kadar şiir her yanıyla konuşuldu.
Sohbet uzadıkça kahve ve çayın da haddi hesabı olmuyordu. Saatler hızla akıp gidiyordu. Program saati de yaklaşmıştı. Hazırlanmak için otelimize doğru yola koyulduk.
Nasıl bir şeydi şiir, her seferinde heyecandan elimi ayağımı buza kesen… İstediğiniz kadar sahne deneyiminiz olsun her seferinde aynı heyecanı yoğun yaşıyorsunuz. Bende de durum heyecandan ibaret idi.
Etkinlik alanına geldiğimizde misafirler yerlerini çoktan almıştı.
Sözün suskunluğa büründüğü saatler gelmişti. Geceyi şiir dolduracaktı. Program sunuculuğunu yapan Talat Ülker, merhum Dilaver Cebeci’nin dizeleri ile programı başlattı.
….
“Bir yaz gecesinde çıkalım samanyoluna
Ata bergüzarı yıldızlara konalım
Bir ince yağmur yağsın uyansın kervansaraylar
Böyle ürkek değildi bakışların
Kirpiklerin böyle ıslak…
Haydi sil gözlerini apakayım burdan gidelim…”
Ata bergüzarı yıldızlara konalım
Bir ince yağmur yağsın uyansın kervansaraylar
Böyle ürkek değildi bakışların
Kirpiklerin böyle ıslak…
Haydi sil gözlerini apakayım burdan gidelim…”
Ve şiirin ardı kesilmedi. Gümüşhane semaları şiir soluyordu bu gece. Kıymetli kalemler mısralarından bırakıyordu göğün ellerine. Hava her zamankinden daha fazla üşütüyordu. Fakat şiir yürekliler soğuğa rağmen şiirin derinliğine, musikisine kulak kesilmişlerdi. Arada ezgilerle buluşan mısralar gâh gönüllerden hüzün biçiyordu gâh tebessüm ettiriyordu çehrelere.
Şiir vardı o gece, üşürken tenim, kanatlanan mısralar uçuşuyordu gözlerimde. Şiir vardı o gece, üşüdükçe ısındığım…
Şuara vardı o gece, gönül diliyle hitap eden, yaşadıkları şehirlerdeki yalnızlıklarını tek yürekte eriten…
Birbirinden farklı birbirinden dokunaklı şiirler bırakıldı dinleyenlerin yüreklerine. Programın sonu türküleriyle, dizeleri ile gönüllere taht kurmuş Osman hocamıza ayrılmıştı.
“Yaratmışsın nefis ile şeytanı
Sakın uyma kaç diyorsun Yarabbi
Kurdurup da kıldan ince köprüyü
Buyur kulum geç diyorsun Yarabbi
….
Kim döne döne kim yana yana
Vuslatın isterler ulu divana
Bir çift kanat bile vermedin amma
Hışır’a da uç diyorsun Yarabbi”
Hışır Osman Nebioğlu
Kıymetli ozanımızın dizelerinden iki dörtlüğü almadan edemedim. Çok sevdiğim şiirlerinden biridir. Kendisinden dinlemenin de ayrı bir tadı vardı elbette ki.
Protokolün plaket takdimlerinden ve birlikte çekilen fotoğraflardan sonra program sona erdi.
Bir programı daha içimize sinerek nihayetlendirmenin huzuruna bürünmüştük. Üşümüştük biraz ama olsun, şiir için değerdi, şehir için değerdi. Şehrin güzel insanları için üşümek de güzeldi.
Her şey güzel de şehre veda en zoru. Tam alışıyorsun, kaynaşıyorsun ki, yolun sonu görünüyor. Tadı damağında kalıyor şiirin, gönül dilinin. Belki de böylesi en güzeliydi. O lezzeti her zaman özlemene, aramana sebepti.
Zaman pusu kuruyor gönlümün mihrabına
Vakit var deme bana, gözlerine geleyim
Kirpiğinden süzülüp aktığımı bileyim
Gitme vakti gelince kapıyı göster bana
Bu tılsım bozulmasın göz değmesin bu an’a
Zaman pusu kuruyor gönlümün mihrabına
Bir öykünün içinde kapıldım serabına
….
Sündüs Arslan Akça
Teşekkürler Gümüşhane, teşekkürler şiir elçileri… Teşekkürler şehre ruh üfleyenler…